Ortaçağ’da Eşitsizlik, Cambridge Sakinlerinin Kemiklerine İşlemiş

Tarihi şehrin merkezindeki, birbirinden farklı üç mezar yerinden çıkarılan yüzlerce insan kalıntısının gösterdiklerine göre, toplumsal eşitsizlik Cambridge’in Ortaçağ sakinlerinin kemiklerine işlemiş.

Cambridge Üniversitesi’nin ‘Yeni Müzeler’ alanındaki 2016 kazı sırasında alınan Augustinian manastırına gömülen bir kişinin kalıntıları. C: Nick Saffell

Cambridge Üniversitesi araştırmacıları, 10. yüzyıl ila 14. yüzyıllar arasına tarihlenen 314 kişinin kalıntılarını incelediler ve kişinin yaşamı boyunca katlandığı zorlukların seviyelerini gösteren bir barometre diyebileceğimiz, “iskelet travması”nın kanıtlarını gözlemlediler.

Kemikler, sosyal yelpazenin farklı yerlerinden elde edildi: çalışan sıradan halk için bir kilise mezarlığı, sakat ve yoksullar için bir hayır kurumunun “hastane” mezarlığı ve ve zengin bağışçıları din adamlarının yanına gömen bir Augustinian manastırı.

(Bronz Çağda Sosyal Eşitsizlik Başlamıştı)

Araştırmacılar, şehir sakinlerinin günlük yaşamları sırasında kaza, mesleki yaralanma veya şiddet nedeniyle maruz kaldığı fiziksel sıkıntıların bir resmini oluşturmak için her kırılma ve çatlağı dikkatlice katalogladılar.

Ekip, X-ışını analizini kullanarak, ‘çalışan sıradan halkın’ yüzde 44’ünde kemik kırığı olduğunu, buna kıyasla ‘rahiplerle gömülen zenginlerin’ yüzde 32’sinde ve hastane tarafından gömülenlerin yüzde 27’sinde kemik kırığına rastlandığını ortaya koydu. Genel olarak bakıldığında ise erkeklerde (yüzde 40) kadınlara (yüzde 26) göre kırıklar daha yaygındı.

Ekip ayrıca, modern bir vur-kaç kurbanını andıran bir keşişi ya da şiddete maruz kalındığını gösteren mağdurların kırıkları gibi oldukça kayda değer vakaları da ortaya çıkardı.

Cambridge Üniversitesi, St John’s İlahiyat Okulu binasında 2010 yılı kazıları sırasında çıkarılan, St. John the Evangelist Hastanesi’nin eski yerinde bulunan çok sayıda kişinin kalıntıları ortaya çıktı. C: Cambridge Archaeological Unit

Araştırmanın baş yazarı Jenna Dittmar, “Cambridge gibi bir kasabanın çeşitli yerlerine gömülü kalıntıların iskelet travmalarını karşılaştırarak, Ortaçağ toplumunun farklı alanlarında yaşayan insanların, günlük yaşamda karşılaştıkları zorlukları öğrenebiliriz.” diyor.

“Sıradan çalışan halkın, rahiplere ve onların hayırseverlerine ya da daha korunaklı hastane sakinlerine kıyasla daha yüksek yaralanma riskine sahip olduğunu görebiliriz.”

“Bunlar, günlerini uzun saatler boyunca ağır el işçiliği yaparak geçiren insanlardı. Kasabada insanlar taş işçiliği ve demircilik gibi zanaatlarda veya genel işçi olarak çalışıyorlardı. Kasabanın dışında ise, pek çok kişi güneşin doğumundan gün batımına kadar tarlalarda kemikleri kırılana kadar çalışıyor veya çiftlik hayvanlarıyla ilgilenerek vakitlerini geçiriyorlardı.”

Cambridge üniversite o zamanlar tam olarak gelişimini tamamlamamıştı.(1209 civarında meydana gelen ilk akademi hareketleri) ve o dönem Cambridge, 13. yüzyılın ortalarında 2500-4000 nüfuslu, esas olarak zanaatkârlar, tüccarlar ve çiftçilerden oluşan bir taşra kasabasıydı.

Çalışan yoksullar, daha iyi durumda olanlara ve dini kurumlardakilere kıyasla fiziksel zorlukların yükünü daha çok çekmiş olsa da, ortaçağ hayatı genel olarak herkes için zordu. Aslında istatistiklerin dışına çıkan en ağır yaralanma, mezar yeri ve kemer tokasıyla kimliği anlaşılan bir keşişte bulundu.

Augustinian manastırında gömülü yetişkin erkeğin, her iki uyluk kemiğindeki kırıkları gösteren röntgeni. C: Dr Jenna Dittmar

“Keşiş her iki uyluk kemiğinin (Femur, vücuttaki en büyük kemik.) ortasında kırıklara sahipti, her iki kemiğin de bu şekilde kırılmasına neden olan şey büyük bir travma olmalıydı ve muhtemelen kişiyi öldüren şey de bu olmalı.” diyor Dittmar.

Dittmar, günümüzün klinik tedavi uzmanlarının, otomobillerin çarptığı kişilerin neden olduğu bu tür yaralanmalara aşina olacağına işaret ediyor ve ekliyor, “En iyi tahminimiz bir araba kazası. Belki bir at ürktü ve vagon bu keşişe çarptı.”

Yaralamalar elbette başkaları tarafından da yapılıyordu. Bir başka keşişin kolunda savunma kırıkları ve kafasında künt travma belirtileriyle hayatına devam etmiş olduğu anlaşıldı. Bu tür şiddete bağlı iskelet yaralanmaları, tüm sosyal gruplardan erkekler ve kadınlar dâhil olmak üzere nüfusun yaklaşık yüzde 4’ünde bulundu.

Kilise arazisine gömülen yaşlı bir kadın, ömür boyu ev içi suistimal izlerini taşıyor gibi görünüyordu. “Çok fazla kırığı vardı ve hepsi ölmeden önce iyileşmişti. Birkaç kaburgasının yanı sıra birden fazla omuru, çenesi ve ayağı kırılmıştı. Tüm bu yaralanmaların düşme sonucu meydana gelmesi çok nadir. Günümüzde kadınlarda görülen kırık çenelerin büyük çoğunluğuna yakın partner şiddeti neden oluyor.” diyor Dittmar.

Üç bölge arasından, sakat ve yoksullar için bir hayır kurumu olan St John the Evangelist Hastanesi en az kırığı içeriyordu. 12. yüzyılın sonunda kurulan, bazı muhtaç Cambridge sakinlerini barındırarak yiyecek ve ruhsal bakım sağlıyordu. Birçoğunun tüberküloz gibi kronik hastalıkları iskelet kanıtlarında çıktı, çalışamayacak durumdaydılar. Kalıntıların çoğu “hasta sakinler” olsa da, bölgede “korodiyanlar” da vardı: yani modern bir yaşlı bakım evi gibi, hastanede yaşama ayrıcalığı için ödeme yapan emekli yerli insanlar.

Hastane, 1511’de St John’s College’ı oluşturmak için feshedildi ve Üniversitenin bir parçası olan Cambridge Arkeoloji Birimi (CAU) tarafından 2010 yılında Kolej’in İlahiyat Okulu binasının yenilenmesi sırasında kazıldı.

CAU, Üniversitenin Yeni Müzeler Alanındaki inşaat çalışmalarının bir parçası olarak 2016 yılında Augustinian Manastırı’nı kazdı. Kayıtlara göre, manastır 1290’da Augustinian tarikatının üyelerini ve 1302’de üye olmayanları gömme hakkını elde etti. Artık zengin hayırseverlerin de manastır arazisinde bir toprak almalarına izin veriliyordu. 

Manastır, Kral VIII.Henry’nin krallığın kasasını güçlendirmek için ülkenin manastırlarını gelir ve varlıklarından çıkardığı 1538 yılına kadar görev yaptı.

Cam Nehri’nin kuzeyindeki Kale’nin yanındaki All Saints kilisesi, muhtemelen 10. yüzyılda kuruldu ve 1365 yılına kadar, yerel halkın ‘Kara Ölüm’ yani hıyarcıklı veba salgınında kırılmasının ardından komşu bir kilise birleştiği zamana kadar kullanıldı.

Kilisenin kendisi hiçbir zaman bulunamamış olsa da, hala Kale Tepesi olarak adlandırılan yerin yanındaki mezarlık ilk olarak 1970’lerde kazıldı. Kalıntılar, üniversitenin Duckworth Koleksiyonu’nda yer aldı ve araştırmacıların bu bulguları çalışması ve yeniden gözden geçirmesi için izin verildi.

Dittmar, “All Saints’e gömülenler, kasabanın en fakirleri arasındaydı ve olası yaralanmalara daha açık bir şekilde maruz kalıyorlardı. O zamanlar mezarlık, kentin kırsalla buluştuğu iç kısımdaydı. Erkekler, atların veya öküzlerin çektiği ağır sabanlarla veya taş bloklarla tarlada çalışıyorlardı.” diyor.

“All Saints’teki kadınların çoğu muhtemelen çiftlik hayvanlarına bakma ve ev işlerinin yanı sıra hasada yardım etme gibi zorlu fiziksel işler üstlendi. Bu eşitsizliğin Ortaçağ Cambridge sakinlerinin kemiklerine işlediğini görebiliriz. Bununla birlikte, sosyal yelpazenin tümünde ciddi fiziksel travmalar yaygındı. Hayat en dipte çok zordu fakat hayat aslında her yerde zordu.”


University of Cambridge. 26 Ocak 2021.

Makale: Dittmar, J. M., Mitchell, P. D., Cessford, C., Inskip, S. A., & Robb, J. E. (2021). Medieval injuries: Skeletal trauma as an indicator of past living conditions and hazard risk in Cambridge, England. American journal of physical anthropology.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Arkeoloji bölümü mezunu. İstanbul Üniversitesi Sosyoloji öğrencisi. Sosyoloji yüksek lisansı icin hazırlanıyor.

You must be logged in to post a comment Login