İnsanlar Kürklerini Neden Kaybetti?

Bizler; yeryüzünün, kıllarını uzun zaman önce dökmüş çıplak maymunlarıyız. Fakat bunun nedenini tam olarak bilmiyoruz.

Homo sapiens’in eski bir akrabası olan Homo neanderthalensis, evrimsel süreçte vücudundaki kılların çoğunu kaybetmişti. C: Paul Hudson / Flickr

Milyonlarca modern insan, her sabah aynaya bakarken kendisine aynı soruyu soruyor: Neden bu kadar kıllıyım? Toplum olarak; dudak üstü kıllarını ağdayla aldırmaya, iple kaş aldırmaya, lazer epilasyona, yüz ve bacakları tıraş etmeye her yıl milyonlarca lira harcıyoruz; Kuaförlere harcadığımız paralardan bahsetmeye gerek bile yok. Ama anlaşılıyor ki hep yanlış soruyu soruyoruz, en azından insan genetiği ve evrim alanlarında çalışan bilim insanları böyle söylüyor. Onlara göre sorulması gereken asıl soru şu: Neden bu kadar kılsızız?

Evrim teorisyenleri, neden primat dünyasının “çıplak kör fare”leri haline geldiğimiz hakkında sayısız hipotez ortaya attılar. Yarı-sucul ortamlara mı uyum sağladık? Kılsız cilt, günün sıcağında avlanırken serin kalmak için terlememize mi yardımcı oluyor? Kürkümüzü kaybetmemiz, karşımızdakinin “sinirlenme” veya “kızarma” gibi duygusal tepkilerini anlayabilmemizi mi sağladı? Bilim insanları tam olarak emin değil fakat biyologlar, insanları çıplak maymunlara dönüştüren mekanizmaları anlamaya başlamış gibi görünüyor. Bilhassa Cell Reports adlı dergide yayımlanan son çalışma, gizemi moleküler ve genetik düzeyde ortadan kaldırmaya başladı.

(İnsanlar Ateşi Kontrol Etmeyi Ne Zaman Öğrendi?)

Çalışmanın ortak yazarı ve Pennsylvania Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde dermatoloji profesörü olan Sarah Millar; bilim insanlarının, insan vücudunda neden farklı kıl tiplerinin bulunduğunu açıklamak konusunda bocaladığını söyülüyor. “Kafa derimizdeki kıllar gerçekten uzun ve vücudumuzun diğer bölgelerindekiler nispeten daha kısa; avuç içlerimizde, el bileklerimizin iç kısımlarında ya da ayak tabanlarımızda ise kıl yok.” diyor. “Bu farklılıkların nasıl ortaya çıktığını kimse anlayamıyor.”

Yaşayan en yakın akrabalarımızın bizden çok daha fazla kılı var. C: Martha Holmes

Birçok memelide, insanlardaki el bileğinin iç kısmına benzeyen ve plantar deri olarak adlandırılan bölge, ayak tabanları da dahil olmak üzere tamamen kılsızdır. Fakat, içinde kutup ayılarının ve tavşanların da olduğu birkaç türde plantar bölge kürkle kaplıdır. Tavşanların plantar bölgesi üzerinde çalışan bir araştırmacı, Dickkopf 2 (Dkk2) olarak adlandırılan inhibitör proteinin seviyesinin yüksek olmadığını fark etti; bu tespit, ekibe, Dkk2’nin kılların uzaması için birincil öneme sahip olduğuna dair ipucu verdi. Ekip, farelerin kılsız plantar bölgesine baktığında, Dkk2’nin yüksek seviyelerde olduğunu gördü; bu durumda Dkk2, kılların büyümesini kontrol eden ve WNT adı verilen sinyal yolağını tıkayarak deri parçalarının kılsız kalmasını sağlıyordu.

(Neden Birçok Antik Heykelin Burunları Yok?)

Araştırmasına devam eden ekip, gelişimi normal seyrini koruyan fareler ile Dkk2’nin üretilmesini engelleyen mutasyona sahip olan fareleri karşılaştırdı. Anlaşıldı ki mutasyona uğrayan farelerin plantar derilerinde kıllar bulunuyordu. Böylelikle Dkk2’nin neyin kürklü olup neyin olmayacağını belirlemede büyük rol oynadığına dair kanıt elde edilmiş oldu.

Ancak Millar, Dkk2 adlı proteinin hikayenin sonu olmadığından şüpheleniyor. Farelerin plantar derisinde mutasyon sonucu uzayan kıllar, diğer hayvanlardakilerden çok daha kısa ve inceydi ve daha az eşit aralıklıydı. “Dkk2, kılların uzamasını önlemek için yeterli olabilir fakat tüm kontrol mekanizmalarını devre dışı bırakmak için yeterli değil. Daha araştırılması gereken çok şey var.”

Bazı insanlar diğerlerinden daha kıllı. C: Cultura Creative

Resmin tamamını göremiyor olsak da bulgu, gelecekte yapılacak -örn. kellik gibi durumlarla ilgili- araştırmalar için büyük önem teşkil ediyor; çünkü WNT adı verilen sinyal yolağı, tamamen kel insanlarda, Dkk2 veya benzer inhibitörler tarafından engellense bile muhtemelen hala mevcut durumda. Millar, inhibitör sisteminin nasıl çalıştığını anlamanın aynı zamanda sedef hastalığı ve ciltte lekeye benzer renk kaybına sebep olan vitiligo gibi cilt hastalıklarının araştırılmasına da yardımcı olacağını belirtiyor.

Derinin nasıl kılsız hale geldiğine dair edinilen daha kapsamlı fikirlerin yanında, geriye kalan asıl büyük soru, insanların neden neredeyse tamamen kılsız maymunlar haline geldiği. Millar, bazı bariz nedenler olduğunu söylüyor: Örneğin avuç içlerimizde ve bileklerimizde kıllar olması, taş aletleri yontmamızı ve daha sonraları makineleri işletmemizi zorlaştırabilirdi; dolayısıyla bu bölgelerdeki kıllarını kaybetmiş atalarımız diğerlerine göre muhtemelen avantaj sağlamıştı. Vücudumuzun geri kalanındaki kürkün neden yok olduğu ise on yıllardır tartışılıyor.

Öne sürüldüğü günden bu yana yavaş yavaş gözden düşen popüler fikirlerden biri, “sucul maymun teorisi” olarak adlandırılıyor. Bu hipoteze göre insan ataları, Afrika savanlarında yaşıyor ve bir araya gelerek hayvanları avlıyorlardı. Kurak dönemlerde ise vahalara ve göl kenarlarına taşınıyor; suda yetişen yumru kökleri, kabuklu deniz hayvanlarını ve diğer yiyecek kaynaklarını toplamak için sığ sulara dalıyorlardı. Yine hipoteze göre kıl, suda iyi bir yalıtkan görevi görmediğinden türümüz kürkünü kaybetti ve onun yerine yağ katmanı geliştirdi. Hipotezin ortaya attığı bir diğer iddia ise şu: Bipedal oluşumuz (iki ayak üzerinde yürümemiz), sığ sulara dalarken sağladığı avantajlar dolayısıyla ortaya çıkmış olabilir. Fakat on yıllardır tartışılan bu fikir fosil kayıtlarından çok da destek göremedi, çoğu araştırmacı tarafından da ciddiye alınmadı.

Isındığımızda çok terlediğimiz için minnettar olmalıyız. C: Alamy

Daha geniş bir çevre tarafından kabul gören teoriye göre insan ataları, serin gölgeli ormanlardan savanlara taşındıklarında, yeni bir termoregülasyon (vücut sıcaklığını dengeleme) yöntemi geliştirdiler. Kürklerinin tamamını kaybetmek homininlerin, gün içinde sıcak otlaklarda vücutları aşırı ısınmadan avlanabilmelerini sağladı. Diğer primatlara nazaran çok daha fazla olan ter bezlerindeki artış, ilk insanların vücutlarını serin tuttu. Ateşin ve giysinin kullanılmaya başlamasıyla insanlar kendilerini gündüzleri serin, geceleri sıcak tutabilir hale geldi.

Fakat bu teoriler tek ihtimal niteliğinde değiller, belki de kılların kaybı çeşitli faktörlerin bir kombinasyonu sonucu ortaya çıkıyor. Reading Üniversitesi’nden evrim bilimci Mark Pagel, kürksüzleşmenin, bitler ve diğer parazitlerin üzerimizdeki etkisini azalttığını öne sürüyor. Bu görüş doğrultusunda insan vücudunun bazı bölgelerindeki kıllar, varlığını sürdürdü; örneğin kafalarının üstündeki kıllar, onları güneşten koruyordu ve kasık bölgelerindeki kıllar, salgılanan feromonları muhafaza ediyordu. “Kılsızlaştıkça, daha çekici hale geldik; kılsız bir deri, sağlıklı ve parazitsiz bir eşin kuvvetli bir reklamı haline geldi.” diyor Pagel.

En ilgi çekici teorilerden biri, yüzdeki ve genital bölgedeki kıl kaybının duygusal iletişime yardımcı olmuş olabileceğini söylüyor. Evrimsel nörobiyolog Mark Changizi, 2AI adlı araştırma şirketinde insan bilişi müdürlüğü yapıyor ve görme ve renk teorisi üzerinde çalışıyor; kılsız vücutlara sahip olmamızın nedeninin gözlerimiz olabileceğini söylüyor. Çoğu hayvanın iki tür konisi -gözde bulunan ve rengi algılamaya yarayan reseptörler- varken, insanların üç konisi vardır. Üç ya da daha fazla konisi olan diğer hayvanlar (örn. kuşlar ve sürüngenler), görünür ışık spektrumunda geniş bir dalga boyu aralığını görebilirler. Fakat bizim üçüncü konimiz biraz sıradışı: Spektrumun tam ortasındaki renk tonlarını algılayabilmemiz için bize ekstra güç sağlıyor, insanların -avlanma ve iz sürme için artık gereksiz gibi görünen- değişik gölge çeşitlerini ayırt etmesine yardımcı oluyor.

Changizi üçüncü koninin sözcüklere ihtiyaç duymadan, sadece yüzdeki renk değişimlerini gözlemleyerek iletişim kurabilmemizi sağladığını ileri sürüyor.

“Eğer sağlıksal durumları veya duygusal değişiklikleri anlamak amacıyla deri altındaki hemoglobinin oksijen durumuna karşı duyarlılık sağlamak istiyorsanız, yan yana durarak dalga boylarını algılayan iki koni işinizi görecektir.” diyor. Örneğin, bir bebeğin cildinin rengi mavi ya da yeşile dönükse bu durum, bir hastalığın belirtisi olabilir. Bir insanın yüzünün pembemsi bir renge dönmesi cinsel çekime işaret eder, bir anda kıpkırmızı olan bir yüz ise öfkenin göstergesidir; koyu renk cilt tonuna sahip insanlarda bile bu durumlar gözlemlenebilir. Tüm bu duygusal durumları görebilmenin tek yolu, insanların -özellikle de yüzlerindeki- kürklerini kaybetmeleridir.

2006 yılında Biology Letters adlı dergide yayımlanan bir akademik bildiride Changizi; tüylü bir yüze sahip olan maymunlar sadece iki koni ile yaşamlarını sürdürürken, çıplak yüzlü ve hatta bazen çıplak kuyruklu primatların insanlar gibi üç konili olma eğilimi gösterdiklerini söylüyor. Bildiriye göre kılsız bir yüz ve renkli bir görüş, ayrılmaz ikili olma özelliğini gösteriyor. Millar, çalışmalarının, insanların yüzen maymunlar mı terleyen maymunlar mı yoksa yüzü kızaran primatlar mı olduğunu anlamamız konusunda bize doğrudan yardımının dokunamayacağını söylüyor. Fakat yeni çalışmanın kılların nasıl uzadığına dair getirdiği moleküler kanıt ile insanlarda gözlemlenen fiziksel özelliklerin bir araya getirilmesi, bizi gerçeğe doğru yönlendirebilir; kim bilir belki de en azından daha dolgun ve daha parlak saçların sırrını öğrenebiliriz.


Smithsonian Magazine. 11 Aralık 2018.

Kocatepe Üniversitesi'nde Hukuk okuyor. Dil, tarih ve arkeoloji alanlarında kendini geliştiriyor.

You must be logged in to post a comment Login