Polonya’da, Ortaçağ sonrası boyunlarına orak konularak gömülmüş vampir mezarları ve arkasındaki gerçekler gün yüzüne çıkıyor.
Vampir mezarları Ortaçağ sonrası Polonya’sında pek de nadir değildi. 16. ve 17. yüzyıllarda Doğu Avrupa’da vampir korkusunun epey yaygın olduğu ve bölge genelinde daha birçok vampir mezarı olduğu biliniyor.
Daha önce, Güney Polonya’da Gilwice Kazısı sırasında da, kafatasları dizlerinin arasında duran dört adet mezar bulunmuştu. Fakat hala kimlerin, hangi nedenle bu insanları vampir olmakla ve öldükten sonra hayata geri dönmekle suçladığı bilinmiyor.
Sapkın ya da “apotrapaic” cenaze ayinleri, 17. ve 18. yüzyıllarda, Kuzeybatı Polonya’da şeytani güçleri ölülerden korumak adına yapılan geleneksel ve sıkça görülen bir uygulamaydı. Bu cenaze ayinleri, öldükten sonra vampire dönüşme riski taşıdığı düşünülen insanların boğazına orak koymak, ağzına ya da çenesinin altına taş koymak gibi ilginç tedavi yöntemleri barındırıyor. Bazı mezarlarda ölülerin üst dişlerinin olmadığı ve hatta bacaklarına kazıklar saplandığı görülüyor. Bunların ise muhtemelen tekrar canlandıktan sonra vampirin yürüyememesi ve ısıramaması için yapılmış olduğu düşünülüyor.
Arkeologlar tarafından yürütülen yeni bir çalışma ise biyokimyasal analizlerle kimlerin, hangi nedenle vampir olmakla suçlandığını gözler önüne sermeyi hedefliyor. Vampir mezarlarını üstüne yapılan bu incelemenin, o zamanki insanların kültürleri ve sosyal kimlikleri hakkında da bilgi vermesi amaçlanıyor.
Kuzeybatı Polonya’daki Drawsko kazısında, yüzlerce normal mezar arasından altı tane sıradışı mezar saptandı. Araştırmacılar, aralarında bu altı sıradışı mezarın da bulunduğu 60 mezardan aldıkları azı dişleriyle radyojenik izotop oranlarına baktı.
Araştırmanın sonuçlarına göre bu altı “vampir” mezarı, büyük olasılıkla yerel toplumdan insanlara hatta o toplumun önde gelen kişilerine aitti. “Apotropaic” uygulamalar için belirlenen bu kişilerin göçmen olmadığı, büyük ihtimalle başka nedenlerle şüphelenilmiş kişiler oldukları ortaya çıktı.
Yerel olmayan insanlara vampir şüphesiyle bakılması olasılığı ortadan kalktıktan sonra uzmanlar, o zamanlar yaygın olan kolera salgını ihtimalini düşünmeye başladılar. Vampir mezarlarının arttığı bu dönemle kolera hastalığının Doğu Avrupa’da görülmeye başladığı zamanların uyuşması ise “acaba vampir olduğu düşünülen kişiler koleraya yakalanan kişiler olabilir miydi” sorusunu akıllara getirdi
Dr. Gregoricka konuya ilişkin olarak “Ortaçağ sonrasında insanlar, hastalığın nasıl yayıldığını anlamadılar ve salgın için yapılan bilimsel açıklamalar yerine, kolera ve sonucunda gelen ölümü vampirlik gibi doğaüstü yollarla kendilerine açıkladılar.” diyor.
Vampir korkusunun hakim olduğu bir dönemde, birileri vampirlikle suçlanacaksa, bu muhtemelen birçok korkunç belirtisi olan kolera hastalığına yakalanmış insanlar oluyordu. Peki bu korkunç belirtiler neydi?
– ağrı yapmayan ishal
– sıvı kaybından dolayı şok
– kas krampları
– morarma
– ses kısılması
– çökmüş karın, çökmüş gözler,
– kırışmış deri
– tansiyon düşmesi
– hızlı nabız
– ve ölüm!
Dolayısıyla birilerinin boynuna orak koymak, ağzına taş koymak, üst dişlerini sökmek, bacaklarına kazıklar çakmak, kafalarını çıkarıp bacaklarının arasına koymak için yeterli gibi gözükmese de, o dönemde insanlar vampirlerden korunmak için başka çare bulamamış olsa gerek.
Şeytani etkileri kovmak, talihsizliği ve nazarı önlemek gibi amaçlar için Antik Yakındoğu ve Mısır’da kullanılan bir yöntem.
Bu ayin sırasında, kötü ruhların kovulması için tanrılarla iletişim kurulur ve tanrılar çağrılırdı. En sık çağırılan tanrılar arasında su aygırı şekline sahip doğurganlık tanrıçası Tawaret ve aslan-şeytan biçiminde Bes adında bir tanrı vardı. Bu ayinlerde genellikle tanrılarla iletişimi kolaylaştırmak adına bazı nesneler kullanılırdı. Bu nesnelerden en yaygın olanı ise fildişinden bir değnekti. Bu değnekler genellikle anne ve çocukları kötü güçlerden korumak için kullanılırdı ve güneş tanrılarıyla bezenmiştir.
Resimdeki bu apotropaic değneği; koruyucu tanrılardan oluşan bir geçiti göstermektedir. Bu değnek, doğum ile ilişkilendirilmekle beraber, aynı zamanda muhtemelen anne ve çocuğun etrafında büyülü bir daire çizmekte de kullanıyordu.
Keçi-Balık Petroglifi, Oğlak Burcunun Mısır’daki Kökenini Gösteriyor
Gladyatör Hayranları, Antik Dünyanın Futbol Fanatikleri miydi?
Gladyatör II Filmindeki ‘Deniz Savaşı’ Gerçekten Yaşandı mı?
Afyon’daki Aslankaya Anıtı’nın 2.600 Yıllık Yazıtı Nihayet Çözüldü
Karabük’te Süleyman Peygamberi Tasvir Eden Kolye Ucu Bulundu
You must be logged in to post a comment Login