Antik Roma’da Vatandaşlık, Güce Giden Yoldu

Cumhuriyetten İmparatorluğa, civitas – yani tam Roma vatandaşlığı – çok değerliydi ve ona sahip olanlara gıpta ile bakılıyordu.

MÖ 2. yüzyılın sonlarına ait bir denarius, Roma vatandaşlarının oy kullandığını gösteriyor. Bir seçmen (solda), görevliden (ortada) bir tablet alıyor. Oylar, tabletin cista (sağda) olarak bilinen bir sepete yerleştirilmesiyle veriliyordu. C: British Museum

Gaius Mucius Scaevola, MÖ 6. yüzyılda düşman Etrüsk kralı Lars Porsena’ya suikast düzenlemeye çalışan efsanevi bir Roma kahramanıydı. Scaevola, kralı öldürmeyi başaramayınca yakalandı ve Lars’ın önüne çıkarıldı. Ancak Scaevola, af dilemek yerine, halkının cesareti üzerine heyecan verici bir konuşma yapmadan önce cesurca şunları söyledi: Romanus sum—Ben bir Romalıyım. Kral o kadar etkilenmişti ki hikayeye göre Scaevola’yı serbest bırakmıştı.

Daha sonra Roma tarihinde, Romalılar biraz farklı bir formül kullanarak devletlerinden gurur duyabilirlerdi: “Ben bir Roma vatandaşıyım” anlamına gelen “Civis Romanus Sum”. Bu ifade, yalnızca derinden duyulan ulusal gururun bir ifadesi değil, aynı zamanda bir bireyin dünyada özel bir konuma sahip olduğunun ve ağır yükümlülükler karşılığında verilen hak ve ayrıcalıkların sahibi olduğunun bir beyanıydı.

(İlgili: Roma Kendi Cumhuriyetini Nasıl Yıktı?)

Roma vatandaşlığı, kişinin cinsiyetine, ebeveynliğine ve sosyal statüsüne göre değişen karmaşık bir kavramdı. Tam vatandaşlık sadece erkekler tarafından talep edilebilirdi. Vatandaş bir baba ve anne arasındaki meşru bir birliktelikten doğan bir çocuk ise doğumda vatandaşlık kazanıyordu. Teorik olarak, özgür doğmuş Romalı kadınlar Roma vatandaşı olarak görülüyordu; ancak pratikte, vatandaşlığın temel yönleri olarak kabul edilen seçme ve seçilme hakkına sahip olamazlardı.

Atalarının başlarını taşıyan bir Romalı asilzadenin MÖ 1. yüzyıldan kalma bir heykeli, yurttaşlığın kalıtsal doğasını yansıtıyor. C: Wikimedia Commons

Vatandaşlık, Romalıların günlük yaşamlarını farklı şekillerde basitleştirip geliştirmesinin yanı sıra, ayrıca koruma sağlıyordu. MÖ 70’de Sicilya valisi Gaius Verres zorbalıktan yargılandığında, savcı olarak hareket eden hatip ve avukat Cicero, valiye karşı davasını güçlendirmek için vatandaşlığın doğasında var olan haklara başvurmuştu. Cicero, kurbanın kendisini işkenceden koruması gereken bir statü olan Roma vatandaşı olduğu konusunda defalarca ısrar etmiş olmasına rağmen Verres’in bu mahkuma uyguladığı ağır cezaları anlattı. Cicero’nun Verres’e karşı savları o kadar ikna ediciydi ki, dava sonucunda Verres sürgüne gönderildi.

Haklar ve sorumluluklar

Vatandaşlığın kökleri Roma’nın derin geçmişine dayanıyor. MÖ 6. yüzyılda Roma, bir monarşiden, gücü Senato ve Roma Halkı’nda bulunan bir cumhuriyete geçmişti. SPQR kısaltması, “Senatus populusque Romanus” anlamına geliyor ve sivil yaşamın görevlerinden duyulan gururun bir işareti olarak, Cumhuriyet döneminde inşa edilen birçok Roma yapısının üzerinde işlenmiş olarak görülebilir.

SPQR harfleri, Roma Cumhuriyeti’nin temeli olan Senatus populusque Romanus’u (“Roma Senatosu ve Halkı”) temsil ediyor. (C: Marka/Age Fotostock)

Romalı erkeklerin oy kullanma hakkı vardı, ve aynı zamanda ciddi sorumlulukları da vardı: Gerekirse Roma’nın hizmetinde ölmeye hazır olmalılardı. Haklar ve sorumluluklar arasındaki bu bağlantı, Latince’de civitas olarak bilinen ve Roma’nın yükselişine ve düşüşüne göre genişleyecek ve değişecek olan Roma vatandaşlığı kavramını yarattı.

Uygulamada, plebler (genel vatandaşlık), aristokrat soylulardan daha az oy hakkına sahipti. Ancak, mütevazı bir insanın kendisini aristokrat bir toprak sahibi kadar bir Roma vatandaşı olarak görebileceği ilkesi güçlüydü. Bu, bir birlik duygusu ve Roma kimliği oluşturmaya yardımcı oldu.

Tam vatandaşların yararlandığı ayrıcalıklar çok çeşitliydi: Meclislerde ve seçimlerde oy kullanabilir; mülk sahibi olabilir; yasal olarak evlenebilir; çocuklarına mülk miras bırakabilir; seçime girebilir ve kamu görevine erişebilir; ruhban sınıfına katılabilir ve lejyona katılabilirlerdi. Erkek vatandaşlar ayrıca Roma topraklarında ticari faaliyette bulunabilirlerdi.

Bu haklar karşılığında vatandaşlar, servetleri oranında askeri harcamalara katkıda bulunmakla yükümlüydüler. Yasaya göre, devletin, servetlerine göre hangi sosyal sınıfa ait olduklarını hesaplayabilmesi için nüfus sayımına kaydolmaları gerekiyordu.

Roma, İtalya topraklarında genişlemeye başladığında, fethettiği Romalı olmayan topluluklara bu gıpta ile bakılan civitas statüsünü verip vermeme sorusuyla karşı karşıya kaldı. Böyle bir jest, belirli durumlarda sadakatin pekiştirilmesine yardımcı olabilirdi, ancak aynı zamanda vatandaşlıktan etnik bir boyutu da çıkardı – bu birçok Romalıyı rahatsız eden bir fikirdi. 

Civitas’ın Romalı olmayan halklara yayılmasının erken bir örneği, MÖ 4. yüzyılda, Roma, yaklaşık 56 km uzaklıktaki Etrüsk şehri Caere’ye etkisi azaltılmış bir vatandaşlık formu verdiğinde gerçekleşti. İtalya’nın fethi devam ederken, Roma, yeni boyun eğdirilmiş halklarına, genellikle oy hakkını kapsam dışı bırakan, benzer bir etkisi azaltılmış haklar paketi veriyordu.

Fethedilen halklar arasında kızgınlık büyüdü. Birçoğu, ayrıcalıklardan adil paylarını almadan askerlik hizmeti gibi sorumlulukları üstlendiklerini hissediyordu. Durum, MÖ 1. yüzyılda Orta İtalya’da Roma yönetimine karşı bir dizi isyan olan Sosyal Savaş ile doruk noktasına ulaştı. Onları bastırmak için isyana karşı olan herkese veya silah bırakmaya istekli isyancılara vatandaşlık veren yasalar çıkarıldı. Bu jest bir başarı olarak kabul edildi: İsyan kısa süre sonra başarıyla sonlandırıldı.

Yeni haklar, eski ayrımcılık

Vatandaşlık, tam anlamıyla, bir bireyin sivil yaşamın çeşitli alanlarında özgürce hareket etme yeteneğini temsil ediyordu. Bununla birlikte, Romalı bir kadının kendi potestas’ı (yasal güç veya aracı) yoktu; babasının ve ardından eşinin otoritesine tabiydi. Babasız ve eşsiz kalırsa, malını kontrol altına alacak ve onun için bazı yasal işlemleri yürütecek olan bir erkek vasinin yetkisi altına girecekti. Bu erkek vasi, kadının eylemleri için resmi onay vermek zorundaydı.

Dönemin hukukçuları, dönemin yaygın kabul gören önyargıları nedeniyle bu boyun eğdirmenin meşru olduğunu ileri sürüyorlardı. Kadınlar daha zayıf, yasal konularda cahil ve muhakeme yeteneğinden yoksun olarak görülüyordu. Yasal bir yetkisi olmayan kadınlar, aile reisi rolünü üstlenemezlerdi. Dul kalırlarsa, çocuk evlat edinemezler veya kendi çocukları da dahil olmak üzere ailenin diğer üyeleri üzerinde velayet hakları olamazdı.

Pompeii’den MS 1. yüzyıla ait bir fresk, erkek vasisi tarafından bir yargıca sunulan genç bir kızı gösteriyor. Kadınlar evlendikten sonra eşlerinin otoritesine tabi olacaklardı. C: Moondadori/Album

Kamu görevinden ve siyasetten dışlanmış olmalarına rağmen, özgür doğmuş Romalı kadınlar vatandaş olmanın bazı faydalarını talep edebiliyorlardı. Yasal işlem gerektirmedikçe ve bu durumda vasinin müdahale etmesi gerekmedikçe, mal varlığına sahip olabilir, bunları diledikleri gibi kullanabilir, sözleşmelere katılabilir ve mülklerini tam özerklikle yönetebilirlerdi. 

Bazı kadın vatandaşlar, birinci yüzyıl şairi Martialis’in hicivlerinde görülenler gibi büyük servetler elde etti. Martialis, genel olarak alaycı bir üslupla, altın avcıları için kolay bir av olarak alay ettiği zengin, çocuksuz dulları tasvir ediyordu. Roma tarafından yönetilen bölgelerde iş yapan zengin kadın vatandaşlara dair kanıtlar da var. Yeni Ahit, Aziz Pavlus ve arkadaşlarını Phillippi’de (Makedonya) ağırlayan Thyatiralı Lydia’nın kazançlı mor kumaş işiyle uğraştığını belirtiyor.

Bununla birlikte, kadınların, erkek vatandaşların sahip olduğu haklardan yararlanamaması, beşikten mezara kadar hayatlarına damgasını vurmuştu. Bu sınırlamalar isimlerine bile yansımıştı. Erkek vatandaşların aksine, kadınlar tria nomina (üçlü isim) kullanmıyorlardı. Aynı soyadını taşıyan ya da aynı aileden gelen tüm kadınlara, erkek adının dişil ya da kısaltılmış versiyonuyla hitap edilirdi. Örneğin, Claudius’un kızının adı Claudia olacaktı. Eğer Claudius’un iki kızı olsaydı, büyük olan Claudia Major veya Maxima (Büyük Claudia) ve küçük olan Claudia Minor (Küçük Claudia) olacaktı. Birkaç kız kardeş olsaydı, Claudia Tertia, Claudia Quarta gibi sıra sayıları kullanılabilirdi.

Askerden vatandaşa

Ordu, Romalı olmayanların vatandaşlık almaları için başka bir yol sağladı. Lejyon üyeliği vatandaşlara mahsus olduğundan, bir peregrinus (yabancı) yalnızca yardımcı birliklere alınabiliyordu. Ancak 25 yıllık hizmetini tamamladıktan sonra, emekli olduğunda ödül olarak Roma vatandaşlığı alacaktı. O zaman yabancı bir kadınla yasal evlilik sözleşmesi yapma hakkı olan conubium da dahil olmak üzere yeni statüsünün tüm avantajlarından yararlanabilecekti.

Peregrinuslar ayrıca, bazen başarılı askeri harekâtın bir ödülü olarak, bireysel veya toplu imtiyazlarla vatandaşlık hakkını da elde edebilirdi. MÖ 89’da ordunun başkomutanı Gnaeus Pompeius Strabo (Büyük Pompeius’un babası), MÖ 1. yüzyıldaki Sosyal Savaş sırasında isyancıların kalesi Asculum’u (günümüz Ascoli Piceno, İtalya) ele geçirmeye yardım etmedeki cesaretlerini ödüllendirmek için, Turma Salluitana olarak bilinen 30 atlıdan oluşan bir bölüğe vatandaşlık vermişti. 

Romalı generaller, vatandaşlık alma vaadini askıda tutarak, taşradaki yardımcı birliklerin sadakatini pekiştirdiler. Böylece, bir general ile ordusu arasında -bir hami ile ona tabi kişi arasındaki ilişki gibi- bir ilişki kurulabilirdi.

Bu sadık birlikleri çağırabilmenin, iç savaşlar sırasında paha biçilemez bir kaynak olduğu anlaşıldı. Quintus Caecilius Metellus Pius ve Pompeius, MÖ 75’te Hispania’da Quintus Sertorius tehdidine karşı savaşmak için güçlerini birleştirdiklerinde, her iki general de davalarına sadık peregrinuslara vatandaşlık verdi. Vatandaşlık alırken, birçok asker, genellikle kendilerine bu hakkı veren generallerin adını alırdı. İspanya’da Caecilius ve Pompeius adlarını taşıyan bir dizi yazıt bulundu.

Roma’nın “iyi imparatorlarından” ikisinin – Traianus ve Hadrianus’un – doğum yeri olan Italica’da (İspanya, Sevilla yakınlarında) MS 2. yüzyıldan kalma bir Roma amfitiyatrosu bulunuyor. C: Wikimedia Commons

Pompeius tarafından vatandaşlık verilenler arasında, Gades’e (günümüzde Güney İspanya’daki Cádiz) yerleşen Kartaca kökenli güçlü bir tüccar ailesinin üyesi olan Lucius Cornelius Balbus da vardı. Balbus’un düşmanları onu Roma vatandaşlığını gasp etmekle suçladı ve MÖ 55’te yargılandı. Savunmasını Cicero gerçekleştirdi ve Balbus beraat etti. MÖ 40’ta Roma konsülü olan Balbus, sonunda Iulius Caesar’ın sırdaşı oldu, öyle ki Sezar’ın özel servetini yönetti.

İmparatorluk vatandaşları

MÖ 1. yüzyılda Iulius Caesar’ın yönetimi sırasında, Cisalpina Galya’daki (Kuzey İtalya) kolonilere ve municipium’lara (kasaba) Roma vatandaşlığı veren bir yasa çıkarıldı ve bu hak ilk kez Roma İtalya’sının ötesine genişletilmiş oldu. Bu nitelikli vatandaşlık biçimi, genellikle Latin hakları olarak anılan “Jus Latii” olarak biliniyordu. Sahip olanlara Roma yasal sözleşmelerine girme hakkı ve yasal evlilik hakkı veriyordu.

MS 74’te İmparator Vespasianus, Latin haklarını Hispania’ya da genişletti. Günümüz İspanya ve Portekiz olan bölgelerdeki topluluklara, bir yüzyıl önce Iulius Caesar döneminde İtalyan yerleşim yerlerine genişletilen statünün aynısı olan, Latin hakları formunda nitelikli vatandaşlık verildi. Bu hüküm, maksimum sınırlarına ulaşmak üzere olan bir imparatorluğun devam eden Romalılaşma sürecinde ileriye doğru atılmış bir başka büyük adımdı.

Giuseppe Sciuti’nin 1894 tarihli eseri, vergi ödeyen daha alt sınıf bir Roma vatandaşı olan aerarii’yi gösteriyor. Fethedilen kasabaların sakinlerinden veya statüleri ellerinden alınan eski vatandaşlardan oluşan kategori, MÖ 4. yüzyılda kullanımdan kalktı. C: Bridgeman/ACI

Daha sonraki imparatorlar, yavaş yavaş Roma dünyasında vatandaşlık bahşederek bu süreci sürdürdüler. İmparatorluk döneminde, İmparatorluğun herhangi bir yerinde mahkemeye çıkan herhangi bir Roma vatandaşı, doğrudan Caesar’a başvurma arzusunu ifade edebilirdi. 

Bu hakkı kullananların en ünlü örneği Aziz Pavlus. MÖ 4’te günümüz Türkiye’sindeki Tarsus’ta bir Yahudi olarak dünyaya gelen Pavlus (İbranice adı Saul’un Latinceleştirilmiş bir şekli) Roma vatandaşıydı. MS 59’da Romalılar tarafından tutuklanmasının ardından Pavlus, Yahudiye valisi Porcius Festus’un önündeki duruşmasını önemli ölçüde durdurmak için bu statüsünü kullandı: “Festus, danışma kuruluyla görüştükten sonra şu yanıtı verdi: ‘Davanı Caesar’a ilettin, Caesar’a gideceksin.'” Pavlus, orada şehit olmadan önce birkaç yıl kalacağı Roma’ya nakledildi.

Roma vatandaşlığını imparatorluğun neredeyse tüm tebaalarına yaymaya yönelik son adım, Caracalla Fermanı ile geldi. MS 212’de ilan edilen ferman, Roma İmparatorluğu’nun tüm özgür erkeklerine vatandaşlık verdi.

Tarihçiler, bu şüphesiz cesur hareketin, göründüğü kadar aydınlanma olmadığına işaret ediyor. Caracalla savurgan ve istikrarsız bir hükümdardı ve vatandaşlığı onun kudretli diyarında yaşayan devasa nüfuslara yaymak, vergi tabanını artırmanın hızlı bir yoluydu.

Öyle olsa bile, farklı etnik kökenlerden gelen insanların vatandaşlık çatısı altında aynı hakları, sorumlulukları ve ulusal gurur duygusunu paylaşabilecekleri kavramı, iki bin yıl önce pek çok Romalı için olduğu kadar, şimdi de heyecan uyandıran bir kavram. 

Hatip Aelius Aristides, Caracalla’nın fermanından bir asır önce Roma’da bu yüce vizyonun ana hatlarını çizen bir konuşma yaptı: “Ve ne deniz ne de aradaki geniş kara parçası insanı yurttaş olmaktan alıkoyamaz; ne de burada Asya ve Avrupa ayırt edilir… Kimse yabancı değil. . .ve tıpkı yeryüzünün tüm insanları desteklediği gibi, Roma da her ülkeden insan kabul eder.”


National Geographic. 4 Kasım 2019.

You must be logged in to post a comment Login