Yüzyıllar boyunca Lucius Cornelius Sulla, Roma anayasasını bozan ve kanlı tasfiyeler başlatan bir tiran olarak suçlandı, ancak bazı modern tarihçiler onun çok sert bir şekilde yargılandığını iddia ediyor ve onu, ağırlıklı olarak zorunluluktan ve çoğu zaman iyi niyetle hareket eden bir cumhuriyetçi olarak sunuyorlar. Her zaman olduğu gibi, gerçek çok daha karmaşık.
Sulla, MÖ 138’de büyük ölçüde önemsiz hale gelen soylu bir ailede dünyaya geldi. Eğitimli olmasına rağmen, yetişkinliğinin ilk yıllarında görece yoksulluk içinde yaşadı, ancak üvey annesi ve metresi ölünce talihi kısa sürede değişti ve ona hatrı sayılır bir servet miras kaldı. Bu, MÖ 107’deki Quaestorluk (Roma’da devlet hazinesinden, cezaî işlerden ve finansal işleri denetlemekten sorumlu, seçilmiş devlet memurları) için başarılı bir şekilde kampanya yürütmesini ve askeri deneyim kazanmasını sağladı. Ele geçirilemeyen ve giderek daha tehlikeli hale gelen eski Roma müttefiki Numidya kralı Jugurtha’ya karşı savaşta, General Gaius Marius’un teğmenlerinden biri olarak hizmet etmesi için hemen seçildi.
Jugurtha ve Barbar Savaşları
Sulla, bu sırada sıradan lejyonerin zorluklarını paylaştığı için saflarda büyük popülerlik kazandığı Numidya seferi sırasında bir süvari birliğini yetiştirdi ve ustaca yönetti. Marius kademeli olarak Jugurtha’nın kalelerini ele geçirip ordularını bozguna uğratırken, Sulla’yı bağlılığı değişebilecek kararsız Moritanya Kralı Bocchus ile müzakere etmekle görevlendirdi. Sonunda Bocchus, Jugurtha’yı kişisel olarak Sulla’ya teslim etmeyi kabul etti ve bu, esasen MÖ 105’teki çatışmanın sonunu işaret ediyordu.
(İlgili: Augustus Caesar Kimdi?)
Sulla, savaşı fiilen bitirenin Marius değil, kendisi olduğuyla övünmek için her fırsatı değerlendirdi ki bu şüphesiz generali kızdırdı. Bununla birlikte, daha ciddi meseleler ile ilgilenmeleri gerektiriyordu. Kuzeyden gelen barbar kabileler, çok sayıda Roma askerini küçük düşürmüşlerdi ve İtalyan yarımadasını işgal etmekle tehdit ediyorlardı. Marius bu kabilelere – Cimbri ve Tötonlara – boyun eğdirmekle görevlendirildi ve kendisine yardım etmesi için yine oldukça yetenekli olan Sulla’yı seçti. Ancak barbarlarla yapılan çatışma sırasında Marius ve Sulla arasındaki ilişki o kadar gerginleşti ki Sulla, eş-Konsül Catulus liderliğindeki başka bir orduya atanmayı talep etti. Transfer onaylandı ve Catulus’un ordusu çatışmada destekleyici bir role düşürülmesine rağmen, MÖ 101’de barbar kabilelerin kesin yenilgisiyle sonuçlanmasıyla birlikte Sulla bir kez daha değerini kanıtladı.
Sulla’nın Siyasi Hırsları
Jugurtha ve barbar savaşları sona erdiğinde, Sulla bütün enerjisini siyasi kariyerini ilerletmeye odakladı. MÖ 99’da, askeri başarıları üzerine praetorluk için çabaladı, ancak başarısız oldu. Bu kayıptan yılmadan, ertesi yıl göreve yeniden talip oldu ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde beklendiği gibi seçildi. Sulla, praetorluğunun ardından MÖ 96’dan itibaren Roma’nın Kilikya eyaletinin valisi olarak görevlendirildi ve burada idari yeteneğini ve askeri hünerini sergiledi.
Konsül olarak Sulla
Ancak Sulla’nın siyasi hırsları, Roma’nın MÖ 91’de Sosyal Savaş olarak adlandırılan ilk iç savaşına girmesiyle aniden durdu. Roma’nın İtalyan müttefikleri yıllarca Roma vatandaşlığı için ses yükseltiyorlardı ve sonunda bağımsızlıklarını kazanmak için ayaklandılar. Sulla kendini çatışmanın içine attı, kısa bir süre Marius’un yanında savaştı ve birçok düşmanı etkileyici bir şekilde etkisiz hale getirerek büyük bir ün kazandı. Yeni keşfedilen popülaritesi nedeniyle, neredeyse oybirliğiyle MÖ 88 konsüllüğüne seçildi. Bununla birlikte, iç politikada manevra yapmanın zor olduğu ortaya çıktı ve taraftarlar arası anlaşmazlıklar, şiddetli bir ayaklanmanın patlak vermesine yol açtı. O kadar tehlikeli hale geldi ki Sulla, kendisine muhalefet etmesine rağmen Marius’un evine sığınmak zorunda kaldı.
Bu arada doğuda hızla bir tehdit gelişiyordu. Pontus Kralı Mithridates, Roma’nın Asya eyaletini işgal etmiş ve 80.000 Romalı ve İtalyan’ın katledilmesini planlamıştı. Bu, hızlı bir eylem gerektiriyordu ve çok istenilen emir, kıskanç Marius’u kızdıran Sulla’ya geldi. Sulla, MÖ 88’de ordusunu hazırlamak için yola çıktığında, Marius, Sulla’nın yerine kendisinin komutanın başına geçeceği yasanın çıkarılmasını tasarladı. Marius, otorite değişimini kolaylaştırmak için hızla astlarını gönderdi, ancak Sulla’nın birlikleri tarafından taşlanarak öldürüldüler. Marius yanlısı grup, Sulla’nın Roma’daki bazı destekçilerini infaz ederek aynı derecede gaddarlıkla karşılık verdi.
Sulla, imrenilen komutanlığından vazgeçmeyi reddetti ve Roma’daki konumunu sağlamlaştırmaya karar verdi. Birliklerini geriye döndürdü ve saldırmaya hazır bir orduyla Roma’nın pomerium’unu (Roma’yı çevreleyen kutsal bir sınır) geçerek şehri ele geçiren ilk Romalı general oldu. Marius bu kadar benzersiz bir girişim beklemiyordu ve yalnızca sınırlı ama yetersiz bir savunmayı koordine edebildi. Marius, Sulla’nın kendisini ve on bir arkadaşını ölüm cezasına çarptırarak halk düşmanı ilan etmesi üzerine şehirden kaçtı, ancak yalnızca bir halk düşmanı, Sulpicius, yakalanıp öldürüldü. Sulla’nın emriyle önce özgürlüğüne kavuşan ve ardından efendisine ihanet ettiği gerekçesiyle Tarpeian Kayası’ndan atılarak öldürülen kölesi tarafından ihanete uğramıştı.
Sulla, lehte bir hükümetin kurulduğundan emin olduktan sonra, MÖ 87’de kontrolü ve etkisi doğuya hızla yayılan Mithridates’le yüzleşmek için yola çıktı, ancak planları çok çabuk bozuldu. Konsül Lucius Cornelius Cinna, geri dönen Marius ile ittifak kurmuştu ve intikam almaya başlamışlardı. Sulla önce halk düşmanı ilan edildi ve birçok arkadaşı ve müttefiki, Marius yanlısı hükümet tarafından yürütülen bir tasfiyede idam edildi. Hatta Mithridates’in ordusunu yenmek için yeni toplanan lejyonları bile dağıttılar. Yılmayan Sulla, Mithridates’in generalleriyle başarılı bir şekilde çatışmaya girdi ve sonunda Mithridates ile aceleci ama çok merhametli bir barış antlaşması yapmaya zorladı. Anlaşmazlığın çözülmesiyle, Cinna tarafından görevlendirilen ordu Sulla’ya sığındı. Artık Roma’daki meseleleri çözmekte özgürdü.
Bu arada, Sulla’nın en amansız düşmanı Marius, MÖ 86’da muhtemelen plörezi (akciğer zarı iltihabı) nedeniyle öldü ve ortağı Cinna, MÖ 84’te Sulla ile savaşta buluşmak üzere Yunanistan’a gitmeye hazırlanan isyancı birlikler tarafından öldürüldü. Yine de, Marius taraftarları henüz yenilmemişti, ancak giderek daha fazla küçük ortakların liderliğine bel bağlamıştı.
Diktatör olarak Sulla
MÖ 83’te Sulla, potansiyel tehditleri ortadan kaldırmak ve iradesini ikinci kez uygulamak için Cumhuriyet’in başkentinin kontrolünü ele geçirme niyetinde olan bir ordunun başında Roma’ya yürüdü. Sonuç, iki yeni isim Pompeius ve Crassus’un yardımıyla Roma’nın hemen dışında – Collina Kapısı’nda – doruk noktasına ulaşan (ancak bitmeyen) başka bir iç savaş oldu. Zaferinden sonra, bazı muhalif lejyonerlere af verildi, ancak diğerleri o kadar şanslı değildi çünkü Sulla çoktan teslim olmuş binlerce askeri katletti. MÖ 82’de Sulla, uygun gördüğü şekilde belirsiz bir süre için diktatörlüğü üstlendi. Roma Anayasası, çok acil durumlarda bir diktatörün atanmasına ancak en fazla 6 aylık bir süre için izin veriyordu; ve 120 yıldır kullanılmamıştı.
Sulla, sınırsız gücünü Cumhuriyet’i tek taraflı olarak ideal hükümet biçimine dönüştürmek için kullandı. Muazzam veto yetkilerine sahip ve yasaları doğrudan Halk Meclisi’ne sunarak Senato’yu alt etme yeteneği olan dokunulmaz seçilmiş kişilerin gücünü kısıtladı. Sulla, tüm mevzuatın önce Senato tarafından onaylanmasını gerektirerek seçilmişlerin yetkilerini kısıtladı ve Senatonun etkisini büyük ölçüde artırdı. Memurlar için gerekli yaşları ve cursus honorum (Roma kamusal görev düzeni) boyunca makamların tutulabileceği sırayı belirledi ve Senato’yu destekçileriyle doldurdu. Birçok mal ve hizmet için maksimum fiyatları ve ayrıca sınırlı faiz oranlarını belirledi. Hatta bazı şehirlere vergi muafiyeti sattı ve toplum tarafından desteklenmeyen bir şekilde tahıl yardımını kaldırdı. Tüm çabalarına rağmen, reformlarının çoğu, Pompeius ve Crassus gibi bazıları müttefiği olan kişiler tarafından hızla yürürlükten kaldırıldı.
Diktatörlüğünün kapsamı bu olsaydı, o zaman belki farklı bir şekilde hatırlanırdı, ancak Sulla, kanlı bir tirana dönüşmesini pekiştiren yasakları da getirdi. Her gün, mülküne el konulacak ve cinayeti devlet taradından ödüllendirilecek olan hüküm giymiş Romalıların bir listesini foruma astı. Görev yerine getirildikten sonra Sulla, evi ve forum için dekorasyon görevi gören öldürülenlerin kopmuş kafalarını bizzat inceledi. Gerekçeli veya gerekçesiz, yasaklı listelerine binlerce kişi eklendi. Genç Iulius Caesar da, eşi olan Cinna’nın kızından boşanmayı reddetmesi dışında başka bir sebep olmaksızın bu listeye eklendi. Sulla’nın yardımcısı Crassus, sırf mülklerine göz diktiği için birçok kişiyi yasaklı listelerine ekledi ve yetkisiz cinayetlerini haklı göstermek için ölümlerinden sonra çeşitli isimleri de dahil etti. Bu tasfiye aylarca sürdü ve Roma’nın üst sınıflarından belirsiz sayıda kişinin ölümüne yol açtı, tahminen toplamda 1.000 ila 9.000 kişi öldü. Ancak Sulla’nın yönetimi altında, ölenler de risk altındaydı. Düşmanı Marius’un cesedinin mahzeninden çıkarılmasını, şehrin her yerinde sürüklenmesini ve parçalara ayrılmasını emretti.
MÖ 81’de Sulla, istikrarlı bir hükümet kurduğuna ve tüm potansiyel tehditleri ortadan kaldırdığına ikna olduğunda teknik olarak diktatörlükten istifa etti. Yine de MÖ 80’de konsüllük görevine devam ederek iktidarda kaldı, ancak görev süresinden sonra kısmi emekliliğe geçti. Nihai otoriteyi bir kenara bırakırken, bir adam göstermelik olarak onu hakaret yağmuruna tuttuğunda, bir zamanlar şiddet yanlısı olan diktatör bu hakareti pasif bir şekilde karşıladı ve “Bu zorba, başka hiç kimsenin üstün güçten asla vazgeçmemesini sağlayacak” diye haykırdı.
MÖ 78’de bir gün, yozlaşmış bir memurun boğdurulması için haykırırken, ağzından kan gelmeye başladı ve ertesi sabah, muhtemelen kronik alkol bağımlılığı nedeniyle öldü. Kalıntıları, Sulla’nın kendisi tarafından yazılmış olduğu iddia edilen ve kabaca şöyle yazan bir kitabeyle mezarına defnedildi: “Hiçbir dost bana hizmet etmemiştir ve hiçbir düşman bana zarar vermemiştir, karşılığını tam olarak vermediğim.”
Sulla, kariyerinin büyük bir bölümünde kararlılıkla Roma’yı, onun çıkarlarını ve cumhuriyetçi statükoyu savundu ve eğer yaptıklarının kapsamı sadece bu olsaydı, o zaman şüphesiz Cumhuriyet’in kahraman bir koruyucusu olarak selamlanacaktı. Ancak, istismarları bunun çok ötesine geçmişti. İddiaya göre kırılgan cumhuriyetçi hükümeti onarmak istiyordu, ancak reformları acımasızca güç kullanarak gerçekleştirdi. Şiddetle, gereksiz yere ve anayasaya aykırı bir şekilde hükümetin kontrolünü ele geçirdi ve ayrım gözetmeyen bir terör saltanatına başkanlık etti; bu, Iulius Caesar da dahil olmak üzere geleceğin güce aç generalleri için bir ders oldu. Gerçekte, bu dönemde tırmanan iç çatışmaların çoğu kolayca önlenebilirdi, ancak Roma, Marius ve Sulla’nın rekabet halindeki küçük egoları için yeterince büyük değildi.
The World History Encyclopedia. 27 Temmuz 2015.
You must be logged in to post a comment Login