1900’lerin başında ortaya çıkarılan olağanüstü sanat eserleri, Mısır’ın 4. Hanedanının altıncı hükümdarı Menkaure’yi anıyor.
Mısır’ın üç büyük piramidi yaklaşık 4.500 yıldır dimdik ayakta. 1800’lerin sonlarında Gize platosundaki erozyon, bilim insanları arasında büyük yapıların tehdit edildiğine dair korkuları artırmıştı. Şüphelenilen neden, bölgede kaçak kazı yapılmasıydı ve bilim insanlarından oluşan bir ekip bunun için bir çözüme ihtiyaç olduğunu biliyordu.
1902’de bir grup, bir plan yapmak için Kahire’deki bir otelde buluştu. Katılanlar arasında; 1912’de Nefertiti büstünü keşfedecek olan Alman Ludwig Borchardt, 1904’te II. Ramses’in kraliçesi Nefertari’nin mezarını bulacak olan İtalyan Ernesto Schiaparelli, ve ihtiyatlı yöntemleri ünlü İngiliz Mısırbilimcininkiyle karşılaştırıldığı için “Amerikalı Flinders Petrie” olarak bilinen George Reisner vardı. Grup, ekiplerin kendi kazılarını organize edip yürütebilmesi için platoyu kendi aralarında paylaşmaya karar verdi.
Otelin verandasında şapkadan kura çektiler. Borchardt, Khafre Piramidi’ni, Schiaparelli kuzeydeki mezarlığın bir bölümünü kazanmıştı. Reisner ise Eski Krallık’ın en ikonik sanat eserlerinden bazılarının sergileneceği bir bölüm olan firavun Menkaure’nin cenaze kompleksini seçmişti.
Gömülü Hazine
Mısır’ın 4. hanedanının altıncı hükümdarı olan Menkaure, üç büyük piramidin en küçüğüne gömülmüştü. Diğer ikisinde babası Khafre ve dedesi Khufu (Keops) bulunuyordu. MÖ 2550 ile 2490 yılları arasında inşa edilen Gize Piramitleri, Mısır’ın ebedi bir sembolü olarak duruyor.
Ancak bu kader, Reisner’ın piramidinin doğu tarafında bulunduğuna inandığı Menkaure’nin cenaze tapınakları için geçerli değildi. Bu tapınaklar, ölü firavuna tapınma kültünün merkezi olacaktı. Kanıtlar, Menkaure’nin tapınaklarının firavunun ölümünden sonra yaklaşık üç yüzyıl boyunca faaliyette olduğunu gösteriyor. Kültün sona ermesinden sonra tapınaklar da azaldı ve kumların altında kayboldular.
Menkaure Piramidi, antik çağda uzun zaman önce mezar soyguncuları tarafından yağmalanmıştı. Yüzyıllar sonra, diğer Menkaure eserleri de zamanla kaybolacaktı. 1830’larda İngiliz asker Richard Vyse yapıya girdiğinde firavunun boş lahitini bularak Londra’ya gemiyle gönderdi. Ancak yolculuk sırasında gemi battığı için Menkaure’nin lahiti denizin dibinde kayboldu. Bu yüzden, Reisner, kayıp tapınakların yerini belirlemenin, piramitteki pek çok nesnenin çalınmasını ve kaybını telafi edecek ve Eski Krallık’ın bu dönemi için çok ihtiyaç duyulan ışığı tutacak eserler vereceğini umuyordu.
1906’da Reisner, Gize kompleksinde kendisine tahsis edilen payını aramaya başlamaya hazırdı. Harvard Üniversitesi tarafından düzenlenen bir keşif gezisinin lideri olan Reisner, bölgeyi sabırla ve metodik olarak kazacaktı. İhtiyatlılığı işe yaradı. Aralık ayında “Yukarı Tapınak”ı ortaya çıkardı. Haziran 1908’de, firavunun ani, beklenmedik ölümü nedeniyle kabaca inşa edilmiş, “Vadi Tapınağı” olarak bilinen başka bir büyük yapı buldu.
Kazı devam ederken Reisner, Vadi Tapınağında gizlenmiş Menkaure’yi kutlayan olağanüstü sanat eserlerinden bir grup buldu. En dikkate değer olanı, gri kumtaşından oyulmuş ve oldukça iyi korunmuş dört tane üçlü (üç figürden oluşan gruplar) heykel grubuydu. Mükemmele yakın bir durumda korunan bu dört parça, çeşitli düzenlemelerde şunları tasvir ediyordu: Yukarı Mısır’ın uzun tacını (hedjet) giyen Menkaure, karakteristik boynuzlu başlığı ve güneş diski ile tanımlanan tanrıça Hathor, ve Mısır’ın bölgesel tanrılarını kişileştiren üçüncü bir figür.
Bir Başyapıt
Daha sonra, Reisner, tapınağın tüm sırlarını zaten açığa çıkardığını düşündüğü sırada, 1910’da ikili bir heykel grubu gün ışığına çıktı. Firavun Menkaure’yi çizgili bir kraliyet başlığı olan nemes ve kolunu beline dolamış bir kadınla tasvir ediyordu. Yüz kısmında kırmızı ve saç kısmında siyah olmak üzere figürlerde pigment izleri vardı. Parçanın üzerinde herhangi bir isim yazılı değildi.
Akademisyenler, erkeğin büyük olasılıkla Menkaure olduğu konusunda hemfikir olsalar da kadının Büyük Kraliyet Eşi, Kraliçe Khamerernebti veya Menkaure’nin annesi olup olmadığı konusunda bölünmüş durumdalar.
Bu ikili, Mısır’da şimdiye dek ortaya çıkarılan en büyük şaheserler arasında sayılıyor. Pürüzsüz bir yüzey elde etmek için cilalanmış gri kumtaşından yapılan eser, güçlü bir hükümdarın hem güvenini hem insanlığını aktararak, şefkat ve heybeti harmanlıyor.
Firavun, Hathor ve bölgesel tanrıların gruplandırılması ulusal birliğin güçlü bir ifadesi olarak görülebilse de bu üçlü heykel gruplarının işlevi belirsiz. Bölgede bulunan bir dizi bitmemiş kral heykelciği – bazıları hala kırmızı pigmentle belirtilen kesme işaretlerine sahip taş bloklar – bilim insanlarına Eski Krallık’taki heykel yöntemleri hakkında zengin bir anlayış kazandırdı. Ancak her şeyden önce, 4.500 yıl öncesinin hayal edilemeyecek kadar farklı dünyasına biraz daha yakından bakmamızı sağlayan, parçaların çarpıcı gerçekçiliği.
National Geographic. 2 Ekim 2018.
You must be logged in to post a comment Login