Yerli halkın boyunduruk altına alınması, topraklarının ve kaynaklarının sömürülmesi uzun ve acımasız bi geçmişe sahip.
Sömürgecilik, “bir gücün bağımlı bir bölge veya halk üzerindeki kontrolü” olarak tanımlanıyor. Bu durum, bir ulusun diğerine boyun eğdirmesi, nüfusunu ele geçirmesi ve onu sömürmesi, çoğunlukla da kendi dilini ve kültürel değerlerini halkına dayatması durumunda ortaya çıkar.
1914 yılına gelindiğinde, dünya uluslarının büyük bir çoğunluğu bir noktada Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmişti. Japonya, Kore ve Tayland, Avrupalılar tarafından hiç sömürgeleştirilmemiş ülkelerdi.
Sömürgecilik kavramı, sömürgeciliğin temelinde yatan, başka bir ulusu ya da halkı kontrol etmek için güç ve nüfuz kullanma politikası ya da ahlakı olan emperyalizm kavramıyla yakından bağlantılı.
Sömürgeciliğin Tarihi
Antik çağda sömürgecilik Antik Yunan, Antik Roma, Antik Mısır ve Fenike gibi imparatorluklar tarafından uygulanmıştı. Bu uygarlıkların hepsi MÖ 1550’den itibaren sınırlarını, çevrelerindeki ve daha uzaktaki alanlara doğru genişletmiş ve kendi güçlerini artırmak için işgal ettikleri yerlerde insanların fiziki ve nüfus kaynaklarını kullanarak kendi güçlerini artıran koloniler kurdular.
(İlgili: Amerika’nın İlk Kovboyları, Köleleştirilmiş Afrikalılar Olabilir)
Örneğin Antik Yunan’da şehir devletleri genellikle hem ekstra yaşam alanı, hem de ekonomik kazanç arayışıyla koloniler kurdu. Bir kahine danıştıktan sonra şehir devletinin üyeleri, sakinlerinden seçtikleri bir grubu yeni bir koloni kurmaya gönderirdi. Koloni ve şehir arasındaki ilişkiyi pekiştirmek için kurucu üyeler, orijinal şehrin merkez ocağından alınan bir ateşi alır ve yeni yeri sahiplenen diğer ritüellere katılırlardı.
Günümüzde Keşifler Çağı olarak bilinen dönemde, yeni bir koloni kurmak başka bir ritüele bağlıydı: zengin bir haminin, genellikle bir hükümdarın sponsorluğunu kazanmak ve emsalsiz toprakları aramak için büyük gemilerle yola çıkmak. 15. yüzyıldan itibaren Portekiz yeni ticaret yolları aramaya ve Avrupa dışındaki medeniyetleri araştırmaya başladı. Portekizli kaşifler 1415’te Kuzey Afrika’da bir sahil kasabası olan Septe’yi (Ceuta) işgal ederek 1999’a kadar sürecek bir imparatorluğun fitilini ateşlediler.
Çok geçmeden Portekizliler Madeira ve Cape Verde gibi adaları işgal edip buralara yerleşti ve rakipleri İspanya da keşif yapmaya karar verdi. 1492’de Christopher Columbus, Hindistan ve Çin’e giden batı rotası aramaya başladı. Bunun yerine Bahamalar’a inerek İspanyol İmparatorluğu’nu başlattı. İspanya ve Portekiz kısa süre içinde yeni topraklar için rekabete girdiler ve Amerika, Hindistan, Afrika ve Asya’daki yerli topraklarını ele geçirdiler.
Batı Avrupa’nın geri kalanı da hızla onları takip etti: İngiltere, Hollanda, Fransa ve Almanya hızla denizaşırı ülkelerde kendi imparatorluklarını kurmaya başladılar ve İspanya ve Portekiz’le, daha önce zaten sömürgeleştirilen topraklar üzerinde hak iddia etmek için savaştılar.
Çoğu zaman koloniler, kısa çatışmalardan sonra hak iddia eden Avrupalılardan oluşan nispeten küçük gruplar tarafından ya da gemileri, silahları ve ticaret mallarıyla yerli halkın gözünü korkutarak yerli sakinlerinin elinden alındı. Örneğin, Columbus’un 1492’deki ünlü yolculuğunda mürettebatı sadece 90 kişiden oluşuyordu ve bunların 39’unu şimdiki Haiti’de bir yerleşim kurmak üzere geride bırakmıştı.
Boyun Eğdirmek ve Devrimler
Sömürgeciliğin cazibeleri arasında, sömürgeci bir güce fayda sağlamak için yerli halkı askere alma ve genellikle köleleştirme şansı da vardı. Örneğin Brezilya’da Bandeiranteler adı verilen kaşifler, Portekizlilerin kurduğu ekim alanları ve madenler için yakalayıp köleleştirecekleri yerli halkları aramak üzere keşif gezilerine çıktılar. Avrupa’nın dört bir yanından köle tacirleri de Atlantik köle ticaretine katılarak Orta ve Batı Afrikalıları kaçırıp denizaşırı ülkelerdeki imparatorluklarını zenginleştirecek işlerde çalışmaya zorladılar.
Eski sömürgeler bile sonunda kendileri sömürgeci oldular. Daha önce Büyük Britanya’ya bağlı olan ABD, Bağımsızlık Savaşı’nı kazandıktan kısa bir süre sonra topraklarını genişletti ve daha sonra Pasifik ve Latin Amerika’ya kadar iddialarını genişletti.
1880’lerden itibaren Avrupalı uluslar da Afrika ülkelerini ele geçirmeye başladılar, doğal kaynaklara göz diktiler ve yaklaşık 1914’ten 1975’e kadar süren ve Avrupa egemenliğine meydan okuyan uluslararası bir dekolonizasyon dönemine kadar ellerinde tutacakları koloniler kurdular
Açık ara en başarılı sömürgeci, 1. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra zirve noktasına ulaştığında dünyanın her zaman diliminde topraklara sahip olabilen Britanya İmparatorluğu’ydu. İngiltere’nin, İngiliz sömürge hükümetlerinin yardımıyla gerçekleştirdiği siyasi ve ekonomik hırsları üzerinde Güneş “hiç batmadı”.
Batı Yarımküre’deki Avrupa sömürgelerinin büyümesine rağmen, sömürgeleştirilen ülkelerin çoğu, 1776’daki Amerikan Devrimi ve 1781’deki Haiti Devrimi ile başlayarak 18. ve 19. yüzyıllarda bağımsızlıklarını kazandı. Ancak Doğu Yarımküre Avrupalı sömürgeci güçleri cezbetmeye devam etti.
Sömürge Anlayışı ve Direniş
Sömürgeci güçler, yerli halkların topraklarını ve kültürlerini kontrol etmek için yasal ve dini bir yükümlülükleri olduğunu iddia ederek işgallerini meşrulaştırdılar. İşgalci uluslar, “barbar” ya da “vahşi” ulusları medenileştirme rolünü üstlendi ve topraklarını ve halklarını sömürdükleri insanların çıkarları doğrultusunda hareket ettiklerini savundu.
Tarihsel olarak, kilise liderleri, yabancı toprakların ve işgücünün ele geçirilmesini ve sömürülmesini hem teşvik etti hem de buna katıldı. 15. yüzyılda Katolik papalar sömürgeleştirme için dini bir gerekçe ortaya koyarak, günümüzde Keşif Doktrini olarak bilinen ve sömürgeleştirmenin ruhları kurtarmak ve Kilise’nin büyümesi için toprakları ele geçirmek için gerekli olduğunu iddia eden bir dizi papalık bildirisi yayınladılar.
Hıristiyan misyonerler genellikle yeni topraklara ilk ayak basanlar arasındaydı. Mümkün olduğunca çok sayıda yerli halkı Hıristiyanlığa döndürmeleri gerektiği inancından ilham alarak, hem dini ve kültürel gelenekleri hem de kolonilerin yerli sakinlerine karşı paternalist bir tutumu ithal ettiler.
Yine de bu kontrole karşı direniş, sömürgecilik hikayesinin ayrılmaz bir parçası oldu. Dekolonizasyondan önce bile, tüm kıtalardaki yerli halklar işgalcilere karşı şiddet içeren ve içermeyen direnişler sergiledi. Bunlar arasında 1680’de bugünkü New Mexico’da İspanyol yönetimini deviren Pueblo İsyanı, 1791’de Haiti’de devrime dönüşen köle isyanı, Hindistan’da İngiliz yönetimine karşı bir dizi isyan ve diğer pek çok kolektif ve kişisel direniş örneği yer alıyor.
Etiyopya, imparatoru tarafından kurulan bir dizi akıllı ittifak sayesinde Avrupa sömürge yönetiminden kaçabilen iki Afrika ülkesinden biri olarak kaldı ve 1896’da Adwa Savaşı’nda İtalyan işgalini savuşturmayı başardı.
Sömürgeciliğin Mirası
Sömürge hükümetleri altyapı ve ticarete yatırım yaptı, tıbbi ve teknolojik bilgiyi yaydı. Bazı durumlarda okuryazarlığı ve Batılı insan hakları standartlarının benimsenmesini teşvik ettiler ve demokratik kurumların ve hükümet sistemlerinin tohumlarını attılar. Gana gibi bazı eski sömürgeler, sömürge yönetimiyle birlikte beslenme ve sağlık alanında bir artış yaşadı ve sömürgeci Avrupa yerleşimi bazı kalkınma kazanımlarıyla ilişkilendirildi.
Ancak, bu kazanımlara çoğu zaman baskı ve zorla asimilasyon eşlik etti ve akademisyenler hala sömürgeciliğin birçok mirasını tartışıyor. Sömürgeciliğin etkileri arasında çevresel bozulma, hastalıkların yayılması, ekonomik istikrarsızlık, etnik rekabetler ve insan hakları ihlalleri gibi bir grubun sömürge yönetiminden çok daha uzun süre devam edebilen sorunlar yer alıyor.
Güney Asya tarihçisi John McQuade’in yazdığı gibi, “Sömürgeciliğin, sömürgeleştirilenlerin çoğu için insani bir felaketten başka bir şey olduğunu iddia etmek için kanıtların oldukça seçici bir şekilde yanlış okunması gerekir.”
National Geographic. 6 Ekim 2023.
You must be logged in to post a comment Login