Avrupa’da 17. yüzyılda başlayan koleksiyonculuk ve müzecilik faaliyetleri, Osmanlı topraklarını açık bir hedef haline getirdi.
Tarihi eser koleksiyonculuğu ilerleyen yıllarda Avrupalı devletlerin “kökenlerini bulma” isteği ile birleştiğinde, Osmanlı topraklarının resmen talan edilme süreci de başlamış oldu.
Dönemin Osmanlı yönetiminin gerekli önlemleri almaması ve toplumda kültürel miras bilincinin oluşmaması sebebiyle, yabancıların eserleri ülkelerine götürmeleri oldukça kolaydı.
Demiryolu inşaatlarında arkeolojik kazılar
1903 tarihinde yabancı şirketlerle imzalanan demiryolu inşaatı anlaşmasına göre, şirketler herhangi bir izin almadan inşaatın gerçekleştirildiği bölgede arkeolojik kazı yapabileceklerdi.
(British Museum: Parthenon Eserlerini Osmanlı’nın İzniyle Aldık)
Şu anda demiryolu inşaatları sırasında Anadolu topraklarından hangi eserlerin götürüldüğünü bile tam olarak bilmiyoruz. Batılıların tarihi değerleri sahiplenmesi ve kendilerini bu değerlerin koruyucusu olarak görmesi, arkeolojiyi emperyalist bakış açısıyla kullanmalarına neden oldu.
Napolyon’un Mısır seferine giderken yanında birkaç arkeolog götürmüş olması da, tarihi değerler konusunda Avrupalıların bakış açısını gösteriyor.
1830 yılına gelindiğinde Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa, Mısır’da bulunan Luksor Dikilitaşı’nı Fransızlara hediye etti. Eseri Fransa’ya taşıyacak geminin komutanı ise, tarihi eserlerin kıymetini bilenlerin kendileri olduklarını ve bu eserlere sahip olması gerekenlerin Avrupalı bilim çevreleri olduğunu söyledi. Luksor Dikilitaşı, günümüzde Fransa’nın Concorde Meydanı’nda bulunuyor.
Osmanlı’da ilk yasal düzenleme: Asar-ı Atika Nizamnamesi
Günümüz Türkçesiyle “Eski Eserler Kanunu” olarak adlandırabileceğimiz Asar-ı Atika Nizamnamesi, Osmanlı arkeolojisinin başlangıcı sayılabilecek bir adımdı.
Osman Hamdi Bey tarafından düzenlenen 1869 tarihli ilk hukuki düzenlemede, Osmanlı topraklarında bulunan keşfedilmiş olsun ya da olmasın bütün tarihi eserlerin devlete ait olduğu vurgulanmıştı. Ancak yürürlüğe giren düzenlemenin eksiklikleri nedeniyle 1874, 1884 ve 1906 yıllarında değişiklikler yapılarak geliştirilmişti.
(6 Maddede Osmanlı Arkeolojisinin Gerekliliği)
Asar-ı Atika Nizamnamesi düzenlenmeden önce, tarihi eserlerin bahsi “fıkıh” kitaplarında taşınabilir eşya olarak geçiyordu.
Tarihi eserlerin diplomasisi
Osmanlı yönetiminin bu hukuki düzenlemeleri benimsemesinin altında yatan tek nedenin “kültürel mirasımızı korumak” olduğunu söyleyemeyiz.
Avrupa ülkelerinin dünya tarihine sahip çıkmaya çalışması, arkeolojik kazılar aracılığı ile yürüttükleri yayılmacı politikalar, Osmanlı Devleti’ni harekete geçirmiş olmalıydı.
Eserlerin devlet malı sayılması işe yaramadı
Hazırlanan ilk kanuna baktığımızda eserlerin yurt dışına çıkarılmasına herhangi bir yasak konulmamıştı.
(Osmanlı Döneminden Binlerce Fotoğraf Erişime Açıldı)
Yabancıların, devletten izin alarak kazı yapması mümkündü. Bu durumda hazırlanan ilk kanun, işlevini yerine getiremedi. Özellikle Osmanlı topraklarında görevli olan diplomatların, büyükelçilik görevlilerinin sırf arkeolojik kazı yapabilmek adına arazi satın almaya başlamış olması kanunda değişiklik yapılmasına neden oldu.
Bulunan tarihi eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan değişiklik ise 1884 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi ile yapıldı.
Anadolu’dan koparılan geçmiş
Bilimsel geri kalmışlık, siyasi sıkıntılar gibi pek çok sorunla başa çıkmaya çalışan Osmanlı Devleti, eski eserlerin korunmasına yönelik kanun çıkardığında, toprakları neredeyse yüzyıldır yağmalanıyordu.
Asar-ı Atika Nizamnamesi’nin de zaman zaman kağıt üzerinde kaldığı bu dönemde, Anadolu topraklarından kaçırılan eserlerin bir kısmında hak iddia edemiyoruz.
Bazı eserler herhangi bir yasanın olmadığı dönemde ya da çıkarılan yasanın boşluklarından faydalanılarak kaçırılmıştı. Daha da kötüsü bazı eserler dönemin padişahı tarafından hediye edilmişti.
Kaybolan geçmiş
İngiltere’de bulunan British Müzesi, Almanya Pergamon(Bergama) Müzesi ve niceleri… Bugün bu müzeleri gezme fırsatı bulursanız, pek çoğunda Anadolu kısmının bulunduğu görecekseniz. Bazı eserlerin tanıtım yazısında kökenini “Anadolu” olarak bile belirtmek istemezler. “Anadolu” yerine “Asia Minor (Küçük Asya)” tabiri kullanılır.
Nereidler Anıtı
Likya bölgesinde bulunan Ksanthos (Kınık) antik kentinde, 1838 yılında ilk araştırmalar İngiliz Charles Fellows tarafından yapılmıştı. 1838-1840 yılları arasında yapılan kazılar sonucunda Harpyler Anıtı’nın kabartmaları British Müzesi’ne götürüldü. 1882-1882 yıllarına gelindiğinde araştırma heyetinin başına O. Benndorf getirildi. Benndorf’un başkanlığındaki kazı 1892 yılına kadar devam etti. Bu süreçte Nereidler Anıtı da British Müzesi’ndeki yerini aldı.
Günümüzde British Müzesi’nin Anadolu’dan kaçırılan eserlerden oluşan devasa bir koleksiyonu var. İngiltere’nin kültür varlıkları ile ilgili kanunlarının çok katı olması, bu eserlerin Türkiye’ye iadesini güçleştiriyor. Çoğunlukla yurt dışına kuralına uydurarak kaçırılmış olmaları iade sürecini imkansız hale dönüştürmüş diyebiliriz.
Knidos Aslanı ve Tanrıça Demeter heykeli
British Müzesi adına 1858-1859 yılları arasında Knidos’da (Günümüzde Datça) kazı yapmaya gelen Charles Thomas Newton, Knidos Aslanı ve Tanrıça Demeter Heykeli’ni İngiltere’ye götürdü.
Bergama Sunağı
İnşaat Mühendisi Carl Humann’ın İzmir’e geliş nedeni ise arkeolojik kazı yapmak değildi. Abisi Franz Humann, Padişah Abdülaziz’den Ege Bölgesi’nde yapılacak olan demiryolu inşaatının ruhsatını almıştı.
Bergama’ya geldiğinde bölgenin zenginliklerini keşfeden Carl Humann, Alman yetkililere telgraf çekerek durumu bildirdi. Dönemin Berlin Müzesi müdürü Ernst Curtius’un 1871 yılında Bergama’ya gelmesiyle yöreden çıkarılacak eserlerin Berlin’e nasıl götürüleceğinin planı yapıldı.
Carl Humann tarafından yıllarca kazılan antik Pergamon kentinden çıkarılan çoğu eser, yıllarca sandıklara yüklenerek deniz yolu ile Almanya’ya taşındı. Eserler için Almanya hükümeti bina inşa etti ve müzenin adı ise “Pergamon Müzesi” oldu.
Kral II. Eumenes tarafından inşa edilen Bergama Sunağı’nın Zeus ve Athena’ya adandığı söylenir. Sunağın etrafındaki frizlerde tanrılar ve gigantların savaşı işlenmişti.
Milet Güney Agora Giriş Kapısı
Antik Miletos kentinde (Söke), Almanya Berlin Müzesi adına başlayan kazılarda bulunan çoğu eser, Sultan II. Abdülhamit’in emriyle Almanlara hediye edildi. Bu kazılar sırasında bulunan en önemli eser Milet Agora Kapısı, Berlin’de Pergamon Müzesi’nde bulunuyor.
Kaynaklar:
TC. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Yitik Mirasın Öyküsü.
2011 SALT, Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü,1753-1914.
You must be logged in to post a comment Login