Harrison Ford’un Arkeolog Indiana Jones’a hayat verdiği, gişe rekorları kıran Indiana Jones film serisi, döneminde sinema seyircisini arkeolojiyle yeniden tanıştırdı ve arkeolojiye olan ilgiyi büyük bir yükselişe geçirdi. Şimdi, fantastik ve gerçek dünyayı buluşturan bu Hollywood efsanesini keşfetme vakti.
Deri ceketi, fötr şapkası ve kamçısıyla sinemanın unutulmaz arkeoloji ikonu Indiana Jones, bundan tam 34 sene önce, sinemasever bir jenerasyona büyük bir esin kaynağı oldu. Seyirciyi etkisine alan film serisinin atmosferini müze ortamına taşıyan National Geographic Müzesi, “Indiana Jones ve Arkeoloji Macerası” sergisinde, Indy’nin yaratılışına ilham kaynağı olan arkeologlara ve gerçek arkeolojik eserlere ev sahipliği yapıyor.
“Indiana Jones ve Arkeoloji Macerası” sergisinde, filmde kullanılan objelerin yanı sıra, Penn Müzesi’nden getirilen tarihi eserler ve National Geographic Topluluğu arşivlerinden temin edilen tarihi materyaller de yer alıyor. Sergide, dünyanın en eski haritası (Nippur şehrini gösteren bir çivi yazısı tablet), 5.000 yıllık bir Mezopotamya mücevherinin parçaları ve Nazca Çizgileri’nin gizemini çözmeye yardımcı olan kil çanak gibi gerçek eserler de ziyaretçilerle buluşuyor.
Sankara Taşları, Coronado’nun Haçı ve Chachapoya Bereket İdolü gibi hayal ürünü eserlere yer veren sergi, gerçek mi yoksa kurgu mu olduğu hala bilinemeyen eserlere de ev sahipliği yapıyor. Bunların arasında Kutsal Kase ve Ahit Sandığı da yer alıyor. (Böyle bir sandık henüz ortaya çıkarılamadığından, film için yapılan sandık, gerçeğinin bir imitasyonu haline geldi.)
National Geographic’in küratörü Fred Hiebert’a göre bu filmler, arkeolojiyi dünyanın her yerinde insanlara daha yakın ve çekici hale getirdi ve arkeolojinin alanını genişletti. Ünlü küratöre göre, filmin önemli olmasının asıl sebebi de budur.
George Lucas, Indiana Jones karakterini 1930’ların film serilerindeki aksiyon kahramanlarından etkilenerek yaratmıştı. Ancak, Lucas aynı zamanda Hiram Bingham, Roy Chapman Andrews ve Sir Leonard Woolley gibi 20. yüzyılın en önemli arkeologlarından da esinlenmişti. Bu arkeologların egzotik maceraları, – kayıp şehirlerin bulunması, saklı hazinelerin keşfi, hiyerogliflerin deşifre edilmesi- halkın yoğun ilgisini çekmişti. Yıllar sonra bu arkeologlar, Hollywood’un sihirli dünyasını, tarih ve arkeolojiyle bir araya getiren bu 4 filme ilham kaynağı oldular.
Hiebert, “ Bu filmler birçok insanı arkeoloji ile tanıştırdı. Bu filmlerin etkisi, filmlerden önceki ve sonraki arkeoloji öğrencisi sayısı karşılaştırılarak istatiksel olarak da belgelenebilir. Bugün dünyadaki en iyi arkeologlar, arkeolojiye olan ilgilerinin Indiana Jones’u izledikten sonra alevlendiğini söyleyeceklerdir. Bu, George Lucas’ın, popüler kültür ve bilimin ilişkisi adına bıraktığı önemli bir mirastır.” dedi.
Serinin ilk filminde Mısırlı kazıcı Sallah rolünü oynayan John Rhys-Davies de Küratör Hiebert’ın sözlerine katılıyor. Davies, “Bugüne kadar arkeolojiye ilgisinin Kutsal Hazine Avcıları filmini izledikten sonra başladığını söyleyen en az 150-160 profesör, öğretim görevlisi ya da arkeoloji meraklısı ile tanıştım. Bu bir film için çok önemli bir miras olmalı.” dedi.
Hiebert, gerçek hayatta arkeoloji dalında işlerin filmlerdekinden daha farklı olduğunu ifade ediyor. “Indiana Jones’un aksine, arkeologlar araştırma raporu ve önerisi yazmak, saha notları almak ve fotoğraf çekmekle yükümlüdürler. Filmde sözü edilmeyen bu kısımlar aslında arkeolojnin ta kendisi – gerekli izinleri ve araçları alabilmek için hipotez oluşturmak ve test etmek gibi önemli noktalar Hollywood’da göz ardı edilmiş durumda.”
Oyuncu Davies bu eksikliklerin farkında. “Serideki filmler, arkeolojinin daha çok “yağmalayıp kaçan” sınıfını temsil ediyor. Bir kazının her aşamasında gerçekleşen özenli kayıtlar ve belgelemeler, elbette keşfedilen objenin kendisi kadar değerli. Ancak filmlerin asıl amacı, seyircide geçmişi aydınlatmanın verdiği büyüleyici bir merak hissini uyandırmak.”
Indiana Jones da servet ve zafer peşinde olsa da, bir eserin ait olduğu yerin müze olduğunun her zaman farkında. Hiebert, “İşte, National Geographic sergisinin vermeye çalıştığı mesaj da tam olarak budur. Kültürel eserler ait oldukları yerde olmalılar. Bu serginin, Irak’ta, Suriye’de ve Peru’da gerçekleşen tarihi eser yağmacılığı sorununa ışık tutacağına inanıyorum.” dedi.
Hiebert son olarak, filmdeki bubi tuzakları ile ilgili esprili bir dille şu sözleri söylüyor: “Hollywood, bubi tuzakları söz konusu olduğunda gerçekten çok yaratıcı olabiliyor. Indiana, film boyunca her yerde bu tuzaklarla karşılaşıyor. Yalnız, gerçek hayatta hiçbir arkeoloğun bubi tuzaklarıyla karşılaştığını sanmıyorum.” Filmin en azından bir konuda gerçeklere ayna tuttuğunu belirten Hiebert, “5 farklı kıtada çalıştım ve nerede olursa olsun– sualtı, Türkmenistan’ın çölleri veya Honduras Ormanları – yılan yığınlarıyla gerçekten her yerde karşılaştım.”
You must be logged in to post a comment Login