2022’de İnsan Evrimi Hakkında Yapılan 14 Keşif

Paleoantropologlar, yakın akrabalarımız ve atalarımız hakkında yılın en ilgi çekici bulgularını ortaya koyuyor.

Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Laurits Skov ve Benjamin Peter liderliğindeki bir ekip, 13 Neandertal bireyinin nükleer, mitokondriyal ve Y kromozom DNA’sını diziledi. Bu dizilimlerden, Neandertallerden ikisinin baba-kız, diğer ikisinin ise kuzen olduğunu belirlediler. (C: Tom Björklund)

Covid-19 pandemisine rağmen dünya çapında devam eden birçok projeyle, çeşitli alanlardaki araştırmacılar, yiyecek ve içecekten türler arası işbirliğine kadar uzanan konularda daha fazla bilgi edinerek, insanın kökeni konusunda çok sayıda heyecan verici buluşa imza attılar.

Bilim insanlarının bu yıl gerçekleştirdiği bu 14 yeni keşif, bize gıdalarımız, sağlığımız, yakın akrabalarımız ve atalarımız ve hatta hayvan dostlarımız hakkında daha fazla bilgi veriyor, insan olmanın ne anlama geldiğine daha fazla ışık tutuyor.

Et, ateş ve bira: Modern temel gıda maddelerinin kökenleri

Kasım ayında bilim insanları, balık pişirmek için ateşin kontrollü kullanımının tarihini yaklaşık 600.000 yıl öncesine çektiler. (C: Ella Maru, Tel Aviv University, CC BY License)

Onlarca yıldır, insan evriminin ayırt edici özelliklerinden birinin; ağırlıklı olarak bitki bazlı bir diyetten önemli miktarlarda et ve hayvan dokusu içeren bir diyete geçiş olduğu varsayılıyordu. Bilim insanları, genellikle et daha besleyici olduğundan, daha fazla et yemenin atalarımıza – yaklaşık 2 milyon yıl önce Homo erectus’un ortaya çıkışından başlayarak – kendi türümüzle ilişkilendirdiğimiz büyük ve enerji açısından talepkar beyinler geliştirmelerine izin vermiş olabileceğini tahmin ediyorlardı.

Ancak geriye kalan soru şuydu: Fosilleşmiş kemikler üzerindeki taş alet izlerinden çıkarılan sonuca göre bu zamandan sonra et tüketimi gerçekten arttı mı, yoksa, genel olarak o döneme ait daha fazla fosil materyali var mı ve bu et kesim izlerini bulma olasılığını artırıyor mu?

Bir

Ocak ayında, George Washington Üniversitesi’nden W. Andrew Barr ve meslektaşları, Doğu Afrika’da 1,2 milyon yıl öncesine ve daha eskiye ait, et kesiminde dair tüm fosil kanıtlarını incelediler. Atalarımızda etoburluğun arttığına dair kanıtların, yalnızca, yaklaşık iki milyon yıl öncesinden başlayarak belirli zaman aralıklarında artan arkeolojik kayıt örneklemesinin bir etkisi olduğu sonucuna vardılar; bu da, daha fazla et yemek ile atalarımızda daha büyük beyinlerin evrimi arasında güçlü bir ilişki olmadığı anlamına geliyor.

İki

Peki, büyük beyinlerin gelişmesini sağlayan şey et yemek değilse neydi? Belki de yemek pişirmekti?

Yemek pişirmek, yiyeceklerin sindirimini kolaylaştırır ve daha az enerji harcarken yiyeceklerden daha fazla besin maddesi elde edilmesini sağlar. Ateşin insan tarafından kontrol edildiğine dair en eski kanıtlar, en az bir milyon yıl öncesinde dayanıyor; ancak ateşi yemek pişirmek için kullandığına dair en eski kanıtlar çok daha yeni.

Kasım ayında, Tel Aviv Üniversitesi’nden Irit Zohar liderliğindeki bir ekip, İsrail’deki Gesher Benot Ya’aqov bölgesinde çığır açan keşiflere imza attı ve balık pişiren homininlere dair yeni kanıtlarla bu tarihi yaklaşık 600.000 yıl öncesine çekti. Bölgede bulunan bir sazan türüne ait dişlerin, balık pişirmek için gereken sıcaklıklara maruz bırakıldığı, ancak doğrudan ateşin içine atılmadığı anlaşıldı.
Bu, balığın ateşe atılmak veya kazara yakılmak yerine yemek pişirmek için ateşin üstüne veya yanına yerleştirildiğini gösteriyor.

Üç

Tabii ki, yanında lezzetli bir içecek olmadan barbekü ne işe yarar?

Aralık 2021’de Dartmouth Üniversitesi’nden Jiajing Wang liderliğindeki bir ekip, Mısır’da dünyanın bilinen en eski bira üretimini ortaya çıkardı. Fermente tahıllardan yapılan bira üretimi, tarım toplumlarının ortaya çıkışı ve yayılmasıyla yakından bağlantılı.

5.800 yıl öncesine, Mısır’ın ilk firavunundan yüzlerce yıl öncesine dayanan bu bira, sulu olmaktan çok yulaf lapası gibi yoğundu ve muhtemelen hem günlük tüketim hem de ritüelistik amaçlar için kullanılıyordu.

Hayvan dostlarımız ve hayvansal gıdalar: Evcilleştirme ve işbirliğinin kökenleri

Haziran ayında yapılan bir araştırmaya göre, Kuzey Amerika, Avrupa ve Sibirya’daki en eski kurt popülasyonları, bugün olduğu gibi ayrı popülasyonlar olmak yerine, geçmişte birbirleriyle bağlantılıydı. Fotoğrafta Minnesota’daki gri kurtları görüyorsunuz. (C: Layne Kennedy, Getty Images)

İş, arkadaşlık veya yemek için olsun, evcilleştirilmiş hayvanlar modern insanın varoluşunu mümkün kılıyor. Ancak daha geniş anlamda hayvan toplulukları üzerindeki insan etkileri, evcilleştirme kanıtlarından çok daha eskiye dayanıyor mu?

Dört

Temmuz ayında, Kanada Doğa Müzesi’nden Danielle Fraser liderliğindeki bir ekip, son 20.000 yılda Kuzey Amerika’daki türlerin eşitliğini ölçtü ve hayvan topluluklarının çeşitliliğinin önemli ölçüde azaldığı iki dönem olduğunu tespit etti. İlki, yaklaşık 10.000 yıl önce, Kuzey Amerika megafaunasının yok oluşuyla ilişkilendirildi. Diğeri ise yaklaşık 2000 yıl önce, tarımın hızla yayıldığı ve nüfusun hızla arttığı bir dönemde meydana geldi.

Bu çalışma, insanların avlanma ve evcilleştirmeye ek olarak hayvan topluluklarını dolaylı yollarla etkileyebileceğini ve etkilediğini gösteriyor.

Beş

Evcilleştirilmiş hayvanlar söz konusu olduğunda, belki de hiçbiri, insanlığın en iyi dostu olan köpek kadar hayal gücümüzü ve duygularımızı yakalayamaz.

Ayrıca köpekler, şu anda dünyadaki bilinen en eski evcilleştirilmiş hayvan. Francis Crick Enstitüsü’nden Anders Bergström ve Pontus Skoglund tarafından yönetilen Haziran tarihli bir araştırmada, insanlarla köpekler arasındaki bağlantının nerede ve ne zaman başladığını belirlemeye çalışmak için, türümüzün modern köpeği evcilleştirdiği antik kurtların genomları incelendi.

Kuzey Amerika, Avrupa ve Sibirya’daki eski kurt popülasyonlarının, bugün olduğu gibi ayrı popülasyonlar olmak yerine, geçmişte birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve çalışmaya dahil edilen tüm köpeklerin, Batı Avrasya’dan ziyade Doğu Avrasya’dan gelen kurtlarla yakından ilişkili olduğunu buldular.

Bununla birlikte, güneybatı Avrasya’daki eski kurtlar, Yakın Doğu ve Afrika’dan gelen köpeklerin genomuna önemli katkılarda bulunmuştu. Bu, ya ayrı bir evcilleştirme sürecini ya da daha büyük olasılıkla, sürecin başlarında bu ek kurt popülasyonuyla melezleşmeyi gösteriyor. (Afrika’dan ilk ayrıldığımızda kendi türümüzün ilk üyelerinin Neandertallerle çiftleşmesi gibi).

Bu çalışma, modern köpeklerin coğrafi kaynağı olarak Doğu Avrasya’ya güçlü bir şekilde işaret etse de, incelenen eski kurt popülasyonlarının hiçbiri modern köpeklerin doğrudan atası değildi, yani gerçek köpek atası (ya da ataları) henüz bulunamadı.

Altı

Arkadaşlığa ek olarak, insanlar hayvanları yemek ve ayrıca işlerine yardımcı olmaları için de evcilleştirdiler. Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden Joris Peters ve Oxford Üniversitesi’nden Greger Larson tarafından Haziran ayında yürütülen bir araştırma, tavuğun evcilleştirilmesinin kökeninin, Tayland’da MÖ 1650’lere – yani tahılların (özellikle de pirinç ve darının) yayılmasına karşılık gelen döneme kadar izini sürdü. Daha sonrasında tavuklar, bir besin kaynağı olarak dünyaya yayılırken tahılları takip ediyor gibi görünüyor.

Açıkça görünüyor ki, modern insanlar hayvan dostlarımıza çok şey borçlu ve yeni bulgular, bu türler arası etkileşimlerin ilk kez nerede, ne zaman ve nasıl ortaya çıktığına ışık tutmaya devam ediyor.

Yeni fosiller eski atalarımıza ışık tutuyor: En eski ve en yakın evrim tarihimizden keşifler

Laos’ta bir mağarada bulunan azı dişi, Denisovalı bir dişi bireye ait olabilir. 130.000 ila 160.000 yıllık bir geçmişe sahip olan bu diş, bilim insanlarının bu coğrafi bölgede bulduğu ilk Denisovalı fosili. (C: Demeter et al. / Nature Communications)

Önceki yıllarda olduğu gibi 2022, insan soyumuzun en erken tarihiyle bağlantılı daha fazla fosil bulgusu ortaya çıkardı.

Yedi

İlk olası homininlerden biri olan ve kalıntıları Orta Afrika’daki Çad’da bulunan Sahelanthropus tchadensis, yaklaşık altı ila yedi milyon yıl öncesine dayanıyor. Bu tür, daha önce sadece kafatası kalıntıları ve kısmi bir femur aracılığıyla biliniyordu, ancak Ağustos ayında Poitiers Üniversitesi’nden Guillaume Daver ve Franck Guy liderliğindeki bir ekip, femuru (uyluk kemiği) yeniden yorumladı ve iki kol kemiğini (ulna) tanımlamayı başardı. Bu kol kemikleri, maymun akrabalarımızla pek çok benzerliği paylaşıyor ve Sahelanthropus’un yerde iki ayak üzerindeyken, kollarının hala ağaçlara tırmanmaya iyi adapte olduğunu öne sürüyor.

Sekiz

Tarihöncesinin daha yakın tarihli tarafında: Çoğunlukla DNA’larından bilinen esrarengiz Denisovalıların yeni fosilleri, bize onların nerede yaşadıkları ve neye benzedikleri hakkında daha fazla bilgi vermeye başlıyor. 2019’da Tibet’te bulunan bir Denisovalı çene kemiğinin ardından, yakın zamanda Laos’ta Denisovalı bir azı dişi keşfedildi. 130.000 ila 160.000 yıllık bir geçmişe sahip olan bu diş, bilim insanlarının bu coğrafi bölgede bulduğu ilk Denisovalı fosiliydi. Modern Güneydoğu Asya, Papua ve Filipin halkının çoğu popülasyonunda bir miktar Denisovalı DNA’sı bulunuyor – Yerli bir Filipinli grupta yüzde beşe kadar. Bize kim oldukları, neye benzedikleri ve kendi türümüzle ne zaman ve nasıl etkileşime girdikleri hakkında daha fazla bilgi verecek yeni Denisovalı fosilleri bulmayı sabırsızlıkla bekliyoruz.

Dokuz

Tür etkileşimlerinden bahsetmişken, Şubat ayında güneydoğu Fransa’daki bir mağaradaki yeni buluntular, Avrupa’daki insan-Neandertal ortak iskanının hikayesini karmaşıklaştırıyor. Toulouse Üniversitesi’nden Ludovic Slimak liderliğindeki bir ekip, Fransa’da Grotte Mandrin adlı bir bölgede homininlerin yaşadığına dair kanıtlar ortaya çıkardı: Önce Neandertaller oradaydı, sonra modern insanlar. Sonra yine Neandertaller – modern insanlar Avrupa’daki tek hominin türü olmadan önce.

Hem taş hem fosil kanıtlar, bu modern insan yerleşiminin 50.000 yıldan daha eskiye – bu bölgedeki modern insanlar için önceki kayıttan neredeyse 10.000 yıl öncesine – dayandığını gösteriyor. Bu kanıt bize sadece Neandertallerin ve modern insanların aynı bölgede uzun süre yaşadıklarını değil (potansiyel olarak Avrupa’daki varlığımızın Neandertalleri yok olmaya sürüklemediğini ima ediyor), aynı zamanda bu iki türün dönüşümlü olarak aynı bölgeyi yerleşim yeri olarak kullandığını söylüyor. Bu uzayan etkileşim süreci, genetik konusunda da bazı etkilere sahip olabilir ve potansiyel olarak modern insan-Neandertal melezleşmesinin nerede ve ne zaman olduğuna dair başka bir veri noktası ekleyebilir.

Modern maymunlarda ve Neandertallerde arkadaşlar ve aile bağları

Kongo Cumhuriyeti’ndeki Nouabalé-Ndoki Ulusal Parkı’nda şempanzeler (üstte) ve gorillerin birbirleriyle açık bir şekilde dost oldukları gözlemlendi. (C:Guerchom Ndebo, AFP / Getty Images)

Maymunlar üzerine yapılan çalışmaların çoğu aynı anda yalnızca bir türden oluşan gruplara odaklanırken, şempanzeler ve goriller gibi bazı maymunlar birden fazla lokasyonda aynı anda bulunabiliyor ve bu da aralarındaki etkileşimleri gözlemleme fırsatı sağlıyor. Çoğunlukla yakın akraba türler aynı lokasyonda karşılaştığında, eylemleri ağırlıklı olarak diğer gruba karşı düşmanca veya saldırganca oluyor.

On

Ancak Kongo Cumhuriyeti’ndeki Nouabalé-Ndoki Ulusal Parkı’nda şempanzeler ve gorillerin birbirleriyle açık bir şekilde dost oldukları gözlemlendi. Ekim ayında açıklanan, St. Louis’deki Washington Üniversitesi’nden Crickette Sanz liderliğindeki 20 yıllık çalışma süreci boyunca, şempanzeler ve gorillerin, aynı ağaçta yiyecek arayan iki türden, birbirleriyle oynayan yavrularına ve kalıcı dostluklar kuran bireylerine kadar, birbirleriyle genel olarak anlaştıkları ortaya konuldu. Bu türler arası işbirliği, leopar gibi yırtıcıları caydırmak ve değerli besin kaynakları bulmak için birbirlerine yardım etmek konusunda büyük bir avantaj sağlıyor olabilir.

Onbir

Yaşayan maymunlarda grup dinamiklerini gözlemlemek nispeten kolay olsa da, artık soyu tükenmiş erken insan gruplarının nasıl yaşadığını ve etkileşimde bulunduğunu anlamak çok daha zor; çünkü popülasyon düzeyindeki çalışmalar aynı bölgeden ve aynı zaman diliminden birden fazla fosil gerektiriyor.

Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Laurits Skov ve Benjamin Peter liderliğindeki bir ekip, Ekim ayında güney Sibirya’daki iki mağara alanı (Chagyrskaya ve Okladnikov mağaraları) arasında 13 Neandertal bireyinin nükleer, mitokondriyal ve Y-kromozom DNA’sını diziledi. Bu dizilimlerden, Neandertallerden ikisinin baba-kız, diğer ikisinin ise kuzen olduğunu belirlediler.

Ek olarak, kanıtlar, Neandertallerin üçte birinin yaklaşık 54.000 yıl önce yaşayan birbirine sıkı sıkıya bağlı aynı topluluğun parçası olduğuna işaret ediyor. Böylesine küçük ölçekli bir ayrışma, paleoantropolojide neredeyse hiç duyulmamış bir şey. Y kromozomu (erkeklerden geçen) ve mitokondriyal (dişilerden geçen) DNA’nın analizi, bireylerin önemli ölçüde daha az çeşitli Y kromozomu DNA’sına sahip olduğunu ortaya koyuyor. Bu, farklı gruplara geçiş yaparak mitokondriyal DNA gen havuzunu çeşitlendirenlerin, Neandertal dişileri olduğunu gösteriyor (yaşayan şempanzelerde gözlemlenenle hemen hemen aynı model).

Bu bulgular bize Neandertal sosyal yapısına ve potansiyel olarak kendi türümüzle çiftleşmenin nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair yeni içgörüler sağlıyor.

Hastalık bizi nasıl şekillendiriyor ve tedavi için nasıl evrimleşiyoruz?

Borneo’dan elde edilen yeni bir bulgu, uzuv amputasyonu gibi tıbbi bir karmaşık işlem için tarihi 7.000 yıl öncesinden 31.000 yıl öncesine itiyor. (yukarıda: altı ila dokuz yıl daha hayatta kalmaya devam eden bir bireyde ayak bileğinin üzerinden cerrahi amputasyon) (C: Nature / Public domain)

Modern tıbbın, en azından tarım ve büyük ölçekli nüfus merkezleri döneminde, muhtemelen onların gelişiminin bir sonucu olarak ortaya çıktığı düşünülüyor. Daha fazla insan, daha fazla hastalık anlamına geliyordu ve insanlar hastalıkları tedavi etmenin yeni yollarını arıyordu. Ancak, uzuv amputasyonları gibi tıbbi açıdan karmaşık bir şeyin yalnızca 7.000 yıl önce meydana geldiği biliniyordu ve tarım toplumlarının yükselişinden çok sonra, yani birkaç yüz yıl öncesine kadar yaygın olarak bilinmiyordu.

Oniki

Ancak Endonezya’daki Borneo’dan yeni bir bulgu, bu tarihi 31.000 yıl öncesine kadar götürüyor. Avustralya’daki Griffith Üniversitesi’nden Tim Maloney liderliğindeki bir ekip, bu kişinin bacağının ayak bileğinin hemen üzerinden cerrahi olarak kesildiğini ve ardından ampütasyon bölgesi etrafındaki kemiğin yeniden şekillenmesine dayanarak altı ila dokuz yıl daha yaşadığını öne sürüyor. Bu kanıt, modern insanın, tarımın ortaya çıkmasından çok önce, kan damarlarının, sinirlerin, kas dokusunun ve kemiğin nasıl güvenli ve etkili bir şekilde bulunacağı ve kesileceği gibi karmaşık tıbbi bilgilere sahip olduğuna işaret ediyor.

Onüç

Yine de, tıbbi bilgi kendi türümüze ait değil. Filler, ayılar ve diğer maymunlar gibi hayvanların tıbbi amaçlar için bazı maddeleri yedikleri bilinse de, Osnabrück Üniversitesi’nden Simone Pika liderliğindeki bir ekip, iyileşmek için topikal merhemler kullanan maymunları bu yıla kadar gözlemlememişti. Gabon’daki Rekambo topluluğundan vahşi şempanzeler, böcekleri yakaladıktan sonra dudaklarının arasına sıkıştırıp, yaraya sürtüyor ve ardından böceği çıkarıyordu.

Şubat ayında açıklanan çalışmanın gerçekten çığır açıcı yanı, şempanzelerin sadece kendi yaralarını değil, diğer şempanzelerin yaralarını da tedavi etmesi. Bu tür yardımsever davranışların kendi türümüze mahsus olduğu varsayılıyordu, ama öyle görünüyor ki, kişinin kendi topluluğundaki diğer bireylere bakması, evrimsel tarihimizde daha derin köklere sahip olabilir.

Ondört

California San Diego Üniversitesi’nden Pascal Gagneux ve Ajit Varki tarafından Temmuz ayında yürütülen başka bir yeni çalışma, modern insanların neden bu kadar uzun bir üreme sonrası yaşam süresi geliştirdiğini keşfetmek için tıp ve genetiğin kesişimine baktı.

“Büyükanne hipotezi”, modern insanların aile üyelerine, özellikle de torunlarına bakmak için cinsel olgunluğun çok ötesinde yaşadıklarını varsayıyor. Ancak bu uzun yaşam süresi ne zaman ve nasıl gelişti? CD33 adı verilen bağışıklık reseptörleri (bağışıklık sistemi hücrelerinin özelleşmiş bölümleri gibi) üreten spesifik bir gen, modern insanların yaşlanmanın bazı yan etkilerini önlemesine olanak tanıyor, özellikle beyni enflamasyon ve bunamadan koruyor. Bu CD33 reseptörlerinin geni, Neandertallerde veya Denisovalılarda mevcut değil, bu da türümüzün onlara karşı sahip olduğu bir avantaj olabileceği anlamına geliyor, ama aynı zamanda geni ortak bir atadan miras almak yerine kendi kendimize almış olmamız gerektiği anlamına da geliyor. Bu çalışmanın araştırdığı hipotezlerden biri, üreme sağlığından geliyor: bu reseptörleri gonore bakterileriyle savaşmak için evrimleştirdiğimiz fikri. Bakteri, insan vücudunu taklit etmek için kendini şekerle kaplar ve bizim CD33 reseptör versiyonumuz, üreme sağlığımızı koruyarak onunla etkili bir şekilde savaşabilir. Bu potansiyel olarak, üreme sağlığına olan bu adaptasyonun insan vücudu tarafından daha uzun yaşam sürelerine izin vermek için birlikte seçilebileceğini gösteriyor. Başka bir deyişle, CD33 reseptörlerini belsoğukluğuna karşı savaşmak için geliştirdik ve sonuç olarak vücudumuz bunamaya karşı savaşabilir ve büyükanne ve büyükbaba olmamızı sağlayabilir hale geldi.

En göze çarpan: Yeni bir 2022 Nobel Ödülü Sahibi

Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü Direktörü Svante Pääbo, 3 Ekim 2022’de Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü kazandıktan sonra bir Neandertal iskeleti modeliyle poz veriyor. (C: Jens Schlueter, Getty Images)

Geçen yıl genetik ve insan evriminde önemli adımlar atılmış olsa da, en göze çarpan başarı yeni Nobel ödüllü Svante Pääbo’ya ait olmalı. 1955’te İsveç’te doğan Pääbo, özellikle insanlar ve en yakın akrabalarımız söz konusu olduğunda, antik DNA alanında uzun süredir lider.

2010 yılında, Pääbo’nun ekibi Neandertal genomunun şifresini çözerek yepyeni bir antropolojik içgörü dünyasının kilidini açtı. Pääbo ayrıca, Denisovalıları tanımlama ve Denisovalılar, Neandertaller ve kendi türümüz arasındaki genetik ilişkileri anlamanın yanı sıra ilk erken insan Neandertal-Denisovalı melezini tanımlama da dahil olmak üzere antropolojide yeni keşiflerin ön saflarında yer aldı. Bu ve daha fazla nedenden dolayı Pääbo, 2022’yi tamamlamanın harika bir yolu olarak, 2022 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü’ne layık görüldü. Tebrikler!


Smithsonian Magazine. 27 Aralık 2022.

You must be logged in to post a comment Login