Tarihöncesi İnsanlar Antarktika’da Hiç Yaşadı mı?

20. yüzyılda ilk araştırma istasyonları kurulana kadar Antarktika’da kimse yaşamadı, ancak çok daha önce buraya ziyaretçiler gelmiş olabilir.

Fil Adası, tarihöncesi insanların Antarktika’ya ulaşması için giriş noktası olabilecek bir dizi yolun bir parçası olma niteliğini taşıyor. Ancak şimdiye kadar bunun gerçekleştiğini onaylayan bir kanıt bulunmuyor. C: Pixabay

İnsanlar, kıtasal sürüklenmenin oraya yürümeyi mümkün kıldığı zaman şöyle dursun, Antarktika’nın yaşanabilir olduğu zamanın avantajını bile kullanamayacak kadar Dünya’da yeni. Bununla birlikte, insanların kalmayı oldukça tehlikeli buldukları birçok yeri ziyaret etmesi; eldeki kanıtlardan daha önce Antarktika’yı görüp görmedikleri, hatta oraya ayak basıp basmadıkları sorusunu gündeme getirdi.

Her ne kadar Antarktika’nın konumu diğer kıtalara göre çok daha uzun süredir sabit şekilde olsa da, elbette her zaman buzlarla kaplı değildi. Dünyanın daha sıcak olduğu Kretase Dönemi’nde, kıyılarında yağmur ormanları bulunuyordu; uzun kışlar bile dinozor sakinlerinin gözünü korkutmuyordu. Ancak o günler insanların, hatta Homo erectus gibi erken dönem insanların ortaya çıkışından çok önceydi.

(İlgili: Bilim İnsanları Antarktika’da Yeni Bir Aksanın Doğuşuna Tanık Oldu)

Sonuç olarak, buzullar arası çağlarda bile Antarktika’nın herhangi bir bölümünün modern teknoloji olmadan yaşanabilir durumda olması pek mümkün görünmüyor. Üstelik bu tür sıcak dönemler, burayı kolonileştirmeye çalışmak için en kötü zaman aralığıydı. Antarktika ve Grönland’ın kısmi erimesinden kaynaklanan buzullar arası dönemlerdeki yüksek deniz seviyeleri, kıtanın çevresindeki denizleri bugün olduğundan çok daha geniş çaplı bir set haline getirmiş olabilir.

Alien Vs. Predator belgeselinin çekiminde yer alan birçok insan, yüksek teknolojiye sahip antik uygarlıkların buzun altında şehirler inşa ettiğini düşünüyor, ancak bu düşünceyi destekleyen tek bir kanıt bulunmuyor.

Ancak bu durum, Antarktika ile insan etkileşimi tarihinin Avrupalılar ile başladığı anlamına gelmiyor. Yeni Zelanda, Hawaii ve Rapa Nui kadar uzak yerlere ulaşan Polinezya navigasyonunun olağanüstü becerileri, daha güneyde, her ne kadar daha elverişsiz olsa da, çok daha büyük bir arazi bulma kapasitelerinin ötesinde olmayabileceğini öne sürüyor.

Otago Üniversitesi’nden Dr. Priscilla Wehi, Māori’nin Antarktika ile bağlantısını araştıran bir çalışmaya öncülük etti. Wehi ile ortak yazarlar, keşif ve araştırmaya yapılan modern katkının yanı sıra, Yeni Zelanda’nın yerel halkının bu kıtanın varlığından haberdar olduklarına dair kanıtlara dikkat çekiyor. Balinalar, Antarktika kıyılarında avlanan ve çiftleşmek için kuzeye göç eden türler de dahil olmak üzere Māori kültüründe merkezi bir rol oynuyor.

Muhtemelen göç eden balinaları takip ederek bir kayık ile uzak Güney Okyanusu’na giden denizci Hui Te Rangiora’nın hikayeleri yaklaşık 1.400 yıl öncesine kadar uzanıyor gibi görünüyor. Bu yolculuk ile Antarktika’ya ne kadar yaklaşıldığı bilinmiyor. Bununla birlikte, bu sulara Te tai-uka-a-pia (“donmuş okyanus”) ismi verildi. Bu, birisinin en azından buz kütlelerini, hatta belki de karanın kendisini görmüş olduğunu gösteriyor.

Tierra Del Fuego (Ateş Toprakları) ile Antarktika Yarımadası arası mesafe, Yeni Zelanda ile Doğu Antarktika arasındaki mesafeden daha kısa. Adadaki Yaghan halkının, Polinezyalıların gerçekleştirdiği destansı yolculuklara çıkmadığı ve yakın zamana kadar kıyılarından çok uzaklara açılmadığı düşünülüyordu.

Bu görüş son zamanlarda, Yerli Amerikalıların 14. yüzyılda Falkland Adaları’nı ziyaret ettiklerini ve muhtemelen bir süre orada kaldıklarını gösteren kanıtlarla tartışma konusu haline geldi. Aslında bu tür ziyaretlerin binlerce yıl önce başladığına dair daha kesin olmayan ipuçları bulunuyor.

Bu iddialar evrensel olarak kabul görmüyor ancak eğer doğruysa, insanların Antarktika Kıtası’na Avrupa keşiflerinden çok önce ayak basmış olmaları çok daha olası görünüyor. Güney Shetland Adaları ile Güney Amerika arasında bulunan Drake Boğazı yaklaşık 800 kilometrelik bir genişliğe sahip, bu da Falkland Adaları ile Güney Amerika anakarası arasındaki mesafenin iki katından daha az olduğu anlamına geliyor. Boğaz, insanlar tarafından da bilindiği üzere oldukça dalgalı ve Güney Atlas Okyanusu’ndan bile daha tehlikeli olma özelliği taşıyor. Ancak eğer insanlar Falkland Adaları’na yolculuk gerçekleştirdiyse, aynı zamanlarda adalar zincirine de ulaşmış olmaları imkansız değil. Oradan Antarktika Anakarası’na gitmek, nispeten ufak bir adım gerektiriyor gibi görünüyor.

Bununla birlikte, belgeler üzerinde sahtecilik yapılma durumunun mevcudiyetine rağmen, bu olayın gerçekleştiğine dair herhangi bir güvenilir kanıt bildirimi bulunmuyor. Dahası, eğer insanlar Falkland Adaları’nda o günün teknolojisi ile gelişmekte olan bir yerleşim kuramamış olsalardı, anakara veya kıyıda bulunan adaları olmak üzere Antarktika’yı daha az cazip bulabilirlerdi.

Sonuç olarak, insanların Antarktika’yı Coğrafi Keşifler Çağı’ndan önce biliyor olması ve hatta oraya ayak basmış olmaları oldukça muhtemel olsa da buna dair bir kanıt elde edilmesi oldukça zor ve kesinlikle burada yaşamlarını sürdürmediler.

Antarktika’daki arkeoloji ciddi bir konu olma özelliği taşıyor, ancak bu alandaki araştırmaların çoğu 19. ve 20. yüzyıl kaşifleri ile balinaları kötü amaçlar için takip eden kişilerin mirasına odaklanıyor. Daha önce burada bulunan ziyaretçiler herhangi bir ipucu bırakmışsa, bunları bulmak kolay olmayacak gibi görünüyor.


IFL Science. 18 Ocak 2024.

Makale: Wehi, P. M., Scott, N. J., Beckwith, J., Rodgers, R. P., Gillies, T., Van Uitregt, V., & Watene, K. (2022). A short scan of Māori journeys to Antarctica. Journal of the Royal Society of New Zealand, 52(5), 587-598.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi.

You must be logged in to post a comment Login