Dik yürümek, dünyanın en iyi mesafe koşucularından biri olmamızı sağladı, ancak bunun karşılığından hızımızdan ödün verdik.
Death Valley’de gerçekleştirilen Badwater 135’in, Kuzey Amerika’daki en düşük rakımdan Amerika Birleşik Devletlerindeki en yüksek rakıma kadar 217 kilometre kat eden dünyanın en ekstrem koşu yarışı olduğu söyleniyor. Üstelik bu yarış, rota boyunca sıcaklıkların 49 santigrat derecenin üzerine çıkabileceği Temmuz ayında yapılıyor.
Dünya üzerinde çok az sayıda hayvan böyle bir zorluktan sağ kurtulabilir, ancak yine de her yıl yaklaşık 100 kişi güçlerini ve dayanıklılıklarını çölün sertliğine karşı koymak için kayıt oluyor. Her ne kadar bipedal (iki ayak üzerinde yürümek) olmamız bizi benzer büyüklükteki diğer memelilerin ortalama yarısı kadar hızlı yapsa da, mesafe koşusunun insanların diğer türlere göre üstün olduğu bir alan olduğu ortaya çıktı. İnsanlar, köpekler, atlar ve çitalar da dahil olmak üzere, bizi bir sprint’te duman edecek birçok türü başarılı bir şekilde mesafe kat ederek geride bıraktı.
Peki vücudumuzda ve fizyolojimizde bu kadar uzun ve zorlu koşulara çıkmamızı sağlayan şey nedir?
Uzak mesafe koşma yeteneğimizi açıklayan ve 2001 yılında Orta Afrika’da bulunan bir avuç kemikle desteklenen bir hipotez, yaklaşık 7 milyon yıl önce kuyruksuz maymun benzeri atalarımızın ağaçları terk ettiğini öne sürüyor. Başlangıçta hareketleri verimsizdi. Ancak birkaç milyon yıl boyunca, iklim ısındıkça ve açık savanalar bölgeye hakim oldukça, ilk hominidler iki ayak üzerinde yürümeyi evrimleştirdiler.
(İlgili: Çürümüş Et, Gerçek Paleolitik Diyetin Temeli Olabilir)
İki ayağa geçmek onlara uzun otları tehlikelere karşı taramak için daha fazla yükseklik kazandırdı ve aynı miktarda enerji kullanarak iki kat mesafe kat etmelerine olanak sağladı.
Harvard Üniversitesi’nde hareket konusuna odaklanan insan evrimi biyoloğu Daniel Lieberman, “Bu noktadan sonra atalarımız kelimenin tam anlamıyla ayak parmaklarından kafalarına kadar koşmak için uyarlamalar geliştirdiler. Vücudumuzda koşmanın etkilemediği bir yer yok.” diyor.
Lieberman’a göre ayak parmaklarımız koşarken kırılmasın diye kısa. Ve genel olarak alt vücudumuzda, hızda oluşturduğumuz kuvvetleri absorbe etmek için üst vücudumuza göre daha büyük eklemler, tendonlar ve kaslar bulunuyor. Aşil tendonu, IT bandı (bacağın dışından aşağı doğru uzanan kalın bir doku bandı) ve ayak kemerinin tümü yay görevi görür, elastik enerjiyi depolar ve adım atarken bunun bir kısmını bize geri gönderir.
Sırtımızdaki güçlü kaslar üst vücudumuzun öne doğru düşmesini engeller ve sallanan kollarımız başımızı dengeler. Maymunlardan farklı olarak, kalçalarımızı ve omuzlarımızı bükmemize ve onları başımızdan ayırmamıza olanak tanıyan esnek bir omurga kolonuna sahibiz, böylece bakışlarımızı ileriye doğru yönlendirebiliriz.
Ancak belki de insanları diğerlerinden ayıran en büyük adaptasyon ısıyı dağıtma yeteneğimizle ilgili. Uzun, dik vücutlarımız soğuma için geniş bir yüzey alanı yaratır ve hem burundan hem de ağızdan nefes alabilme yeteneği aynı zamanda ısının atılmasına da yardımcı olur. İnsanlar aynı zamanda terleme yeteneğine sahip tek türdür ve kalın kürkleri olmadığı için terimiz cildimizden kolayca buharlaşarak bizi serinletir.
Tüm bu adaptasyonlar, insanların, ilk silahların ortaya çıkmasından çok önce “sürek avı” olarak bilinen yöntemi benimsemesine yol açtı. Avcılar, avlarını kovalamak için hızlanmak yerine, hayvan yorgunluğa yenik düşene kadar muhtemelen kilometrelerce avlarını takip ediyorlardı. Diğer hayvanlar da bunu yapıyor, ancak hiçbiri gündüzleri veya sıcak iklimlerde sürek avı yapamaz.
Koşucunun uzun egzersizler sırasında yaşadığı yüksek deneyimin aynı zamanda avlanmaya da bir adaptasyon olabileceğini belirten Lieberman, “Ancak dünyanın dört bir yanına bakarsanız, yakın zamana kadar etnografik literatürde sürek avı yapan yüzlerce insan örneği var. Duyusal farkındalığınız daha yoğun hale geldiğinde bu şüphesiz avcılara yardımcı olacaktır.” diyor.
Avcılık, insanlara daha fazla enerjiye erişim olanağı sağladı; bu da beyinlerimizin, 2 milyon yıl önceki yaklaşık 650 santimetreküpten, tarım devriminin başlamasından hemen önce yaklaşık 1.500 santimetreküp’e kadar büyümesine katkı sağladı. Colorado’daki Fort Lewis Koleji’nden nöromekanik biyolog Missy Thompson, beynimizin de koşma ve avlanma yeteneğimizle birlikte evrimleştiğini ve bu yeteneği beslediğini söylüyor.
Omurgalarımız, yürüme veya koşma gibi temel hareketleri yaratan ve düzenleyen, ilerlememizi sağlamak için eklemlerimizden ve ayak tabanlarımızdan duyusal bilgiler çeken, merkezi model oluşturucular olarak bilinen yapıya sahip. Bu otomasyon biçimi, beyni enerji açısından masraflı görevlere odaklanacak şekilde serbest bırakıyor.
Thompson, “Bir zamanlar bu, bir hayvanı takip ederken sahip olduğunuz tüm duyusal girdilerle uğraşmak anlamına gelebilirdi. Ancak bugün telefonunuza bakarken yürümek veya koşmak gibi görünebilir.” diyor.
Mızraklar ve yaylarla başlayan ve günümüzün modern olanaklarına doğru ilerleyen teknolojinin ilerlemesi, insanların hayatta kalmak için artık uzun mesafeler koşmasına gerek olmadığı anlamına geliyor, ancak yine de bu kesinlikle vücutlarımızın hâlâ yapmak üzere hazır olduğu bir şey.
Araştırmalar koşmanın kolesterolü düşürdüğünü ve kemik yoğunluğunu artırdığını gösterdi. Ölçülü olarak yapıldığında bu, yapabileceğimiz en basit ve en iyi kardiyovasküler egzersiz biçimlerinden sadece biri.
Live Science. 1 Eylül 2023.
You must be logged in to post a comment Login