Orta Amerika’daki eski yerleşimler, geçmişte toplulukların kendi tarihlerini nasıl gördüklerine dair önemli bilgiler sunuyor.
MS 500 civarında, Meksika’nın Oaxaca eyaletinin kıyısına yakın, şimdi Río Viejo olarak adlandırılan toplulukta yeni bir yönetim ortaya çıktı. Burası bir zamanlar bölgenin en büyük şehriydi ama yarı yarıya küçülmüş ve siyasi otoritesini kaybetmişti.
Yeni yöneticiler bu iktidar boşluğuna adım atmayı amaçlıyordu. Ancak bir sorunları vardı: Río Viejo’nun son merkezi hükümeti tarafından yüzyıllar önce inşa edilen tören yapıları kompleksinin kalıntıları.
Bu yönetim çöktüğünde, tapınaklar ve meydanlar ritüel olarak yakılmış ve çürümeye terk edilmişti, bu da hiyerarşik hükümdarlığın Río Viejo’da başarısız olduğunu hatırlatıyordu. Yeni liderler, bunların oluşturduğu tehdidi nasıl yöneteceklerdi?
Colorado Üniversitesi’nden bir arkeolog olan Arthur Joyce, yöneticilerin bunu, eski yapıların aşınmış yüzeylerinin üzerine yerleştirilmiş devasa bir adak ve kalıntılara kendi portrelerini kazıyarak yaptığını buldu.
Joyce, “Bu yeni yöneticiler, güçlerini ve meşruiyetini sorgulayacak olan bu şey üzerinde kontrol sağlamaya çalışmış olabilir.” diyor.
Joyce, önceki nesil araştırmacıların, Meksika ve Orta Amerika’daki devasa kalıntıları daha sonraki dönemlerde yakınlarda yaşayan insanların yaşamlarında “önemsiz” olarak görme eğiliminde olduklarını söylüyor.
Bir alan boşaldığında ve çökmeye başladığında, arkeologlar tipik olarak geçmişte insanlar için öneminin azaldığı sonucuna vardılar. Ancak arkeolog Roberto Rosado-Ramirez, sömürge öncesi Mezoamerika’daki insanlar için “kalıntıların, eski nesnelerin ve ataların topluluklarının aktif parçaları olduğunu” artık artan sayıda kişinin fark ettiğini söylüyor.
Montreal Üniversitesi’nden arkeolog Christina Halperin, “Geçmişte insanların kendi geçmişleri vardı.” diyor. Arkeologlar, insanların çevrelerindeki kalıntılarla nasıl etkileşime girdiğine bakarak, bu toplulukların kendi tarihlerini nasıl algıladıklarına dair bir fikir edinebilirler.
Avrupa’da arkeologlar ve tarihçiler, Stonehenge gibi eski anıtların daha sonraki insanların kültürlerindeki rolünü uzun süredir araştırıyorlar. Chicago Üniversitesi’nde bir antropolog olan Shannon Dawdy, “Ancak Orta Amerika’da ve diğer sömürgeleştirilmiş yerlerde, Avrupalı yerleşimciler -ve arkeologlar- sömürgeleştirdikleri insanların gerçek bir tarihi olmadığını ve dolayısıyla toprakları üzerinde hak iddia etmediklerini öne sürdüler.
Rosado-Ramirez, geçmişteki kalıntıları incelemenin, araştırmacıların daha önce görmezden geldiği veya reddettiği tarih hakkında yerli bakış açılarını merkeze almanın bir yolu olduğunu söylüyor.
Bu kalıntılar, hırslı seçkinlerin bazen kendi amaçları için manipüle etmeye çalıştıkları manevi, tarihi ve siyasi güce sahipti. Joyce, Río Viejo’da MS 500 civarında kontrolü ele geçiren yöneticilerin özenle hazırlanmış adaklarını şimdi Akropolis olarak adlandırılan eski kompleksin tam merkezine yerleştirdiklerini buldu. Adak, büyük seramik kaplara gömülmüş üç ceset ve kurban edildiğini gösteren yanmış insan ve hayvan kemikleri de dahil olmak üzere birkaç gömüden oluşuyordu, hepsi bir toprak tabakası ve stel adı verilen iki taş anıtla kaplıydı. Yeni yöneticilere adanmış, isimleri ve portreleri kazınmış üç oyma taş anıt hemen kuzeye yerleştirildi. Joyce, “Üzerine resimlerini yaparak Akropolis’i sahiplenmeye çalıştılar.” diyor.
Guatemala’da Halperin’in çalıştığı bir Maya şehri olan Ucanal’daki liderler, kalıntıları geri kazanmaya çalışmaktansa, bunları geçmişle bir kopuşu işaretlemek için kullanmış olabilirler. MS 9. yüzyılın başlarında, yakınlardaki birçok şehir çökerken, anıtların üzerine yazılan yazılar, Ucanal’da yeni bir rejimin yönetimi ele geçirdiğini gösteriyor. Yeni yönetim birçok eski yapıyı yıktı ve taşlarını yenilerini inşa etmek için kullandı, ancak küçük bir top sahası da dahil olmak üzere birkaçı şehrin ortasında harabe olarak kaldı.
Halperin, “Görünüşe göre kasıtlı olarak kendi tarihlerinde yeni bir dönem yaratmaya çalışıyorlardı.” diyor. Ve bu işe yaramıştı. Ucanal, yalnızca bir siyasi kriz döneminden sağ çıkmakla kalmadı, aynı zamanda her zamankinden daha da büyüdü.
Diğer yerlerde ise seçkinler değil halk kalıntılarla meşguldü. Ucanal’ın yeni liderlik altında geliştiği sıralarda, Maya şehri El Perú-Waka’ kötü durumdaydı. Kraliyet ailesi gücünü kaybetmişti, birçok insan taşınıyordu ve geri kalan sakinler şehrin asırlık ana tapınağını korumak için mücadele ediyordu. Arkeolog Olivia Navarro-Farr, şehrin terk edildiği dönemde tapınak merdiveninin her iki yanında birikmiş ev çömlekleri ve taş aletler gibi gündelik nesnelerden oluşan adaklar buldu.
Şehir en parlak dönemindeyken tapınak, kraliyet mezarlarına ve geçmiş hükümdarlara adanmış taş anıtlara ev sahipliği yapıyordu. Navarro-Farr, “Bu geç dönemde yapılan adaklar, sıradan insanların kendi evlerinde kullandıkları malzemelerin aynısı.” diyor. Navarro-Farr bu yöntemin, sıradan insanların, bu bağları tehdit etmiş olabilecek siyasi ve sosyal bir karışıklık döneminde yapının uzun tarihini ve atalarından kalma bağlarını onurlandırmanın bir yolu olduğunu düşünüyor.
Meksika ve Orta Amerika’daki birçok yerli topluluk, antik yerleşim yerlerinde atalara, orman ruhlarına ve tanrılara adaklar bırakmaya devam ediyor, ancak arkeologlar geleneğe her zaman saygı göstermedi. Meksika Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nde arkeolog olan Josuhé Lozada Toledo, Meksika’nın Chiapas eyaletindeki Lacandon Maya topluluklarıyla çalışıyor. Bu insanlar yüzyıllar boyunca, yaratıcı tanrı Hachakyum’un evi olarak gördükleri, Meksika-Guatemala sınırına yakın antik Maya şehri Yaxchilán’a dini ziyaretler yaptılar. Ancak Lozada Toledo’ya göre, 1980’lerde daha fazla arkeolog ve turist Yaxchilán’ı ziyaret etmeye başlayınca ve tapınaklarda tütsü yakmak gibi uygulamalar yasaklanınca durdular.
Science. 30 Mart 2023.
You must be logged in to post a comment Login