Bronz çağda Avrupa ile Asya arasında kalan bozkır alanda yer alan Ural Bölgesinde 4.000 yıl önce önemli değişimler yaşanmıştı.
Arkeologlar, Bronz Çağı’na yönelik araştırmalarını Avrupa ile Asya arasında kalan bozkır alanda sürdürüyor.
Bölgede yürütülen çalışmaların ana hedefi, Geç Bronz Çağı ile Demir Çağı arasında kalan ve post- Sintasha- Petrovka Dönemi olarak da bilinen geçiş dönemine ait yerleşim planını ve nüfus değişimini araştırmak.
Avrasya Bozkırı’nın kuzey kesiminde kalan ve Avrupa ile Asya’yı birbirinden ayıran sınırda Trans-Ural Bölgesi yer alıyor. Şu ana kadar gün yüzüne çıkarılmış sanat eserleri, bu bölgenin kendine özgü kültürel bir atmosfere sahip olduğunu gösteriyor.
(Antik Ural Sakinlerinin Çoğu 18 Yaşına Kadar Yaşayamıyordu)
Mezar höyükleri (kurganlar) ve yerleşimler gibi Bronz ve Demir Çağı anıtları, buranın MÖ 3. binyılda başlamış olan bir ekonomik kalkınma ve sosyokültürel süreçlerin merkezi olduğuna işaret ediyor.
Burada, güçlü bir biçimde korumaya alınmış yerleşim yerleri zamanla önemini yitirdikten sonra, konut yapısı değişti ve teraslı evler ile birlikte koruma olmayan “açık” yerleşimler ortaya çıktı. Araştırmacılar, böylesi yeni yerleşim biçimlerinin MÖ 2. bin yılın yarısında, yani Geç Bronz Çağı’nda, oluşturulduğunu söylüyor.
2008’den 2014’e kadar devam eden araştırmalar sırasında, Profesör Rüdiger Krause, yaklaşık MÖ 2.000 yılına tekabül eden Sintashta- Petrovka Dönemi’ne ait korumalı yerleşim yerlerini büyük bir özveri ile incelemişti. İki tekerlekli at arabaları, dayanaklı bronz aletler ve yoğun bir madencilik, bu kültürün bir parçasıydı.
Artık dikkatler, Bronz ve Demir Çağı’na ait birçok arkeolojik alana, Akmulla ve Yandyrka nehirlerinin birleştiği o küçük bölgede ve Karagaily- Ayat vadisinin en uç kısmına kaydı.
Peki, böylesi bir yerleşim yapısı ne oldu da değişti? Bu arazi, çiftlik hayvanları için ekonomik bir altyapıyı nasıl sağladı? Ölü gömme törenlerine yönelik adetler nasıl değişti? Nüfus değişimini araştıran çalışmanın bir diğer amacı da bahsedilen tüm bu soruları, projenin ana hatlarından kopmaksızın, ele almak.
Bu süreçte sadece paleogenetik ile ilgili tekniklere değil aynı zamanda maddi kültür öğelerinin ve arkeobotanik biliminden elde edilen bulguların yorumlarına, arkeolojik kazılara ve jeofiziksel araştırmalara da bakılıyor.
(Urallar’da Kemikleri Bulunan Mağara Aslanları Kurban Edilmiş Olabilir)
Yerleşik hayatı bırakıp göçebeliğe geçiş yapan bu insanlar kimdi? Soyları nereye dayanır? Ural Bölgesi’ne ulaşmayı nasıl başardılar? Arkeoloji ve paleogenetik, bu türden sorulara birlikte cevap arıyor. Böylesi bir işbirliğinin amacı, en güncel genom analiz metotlarını kullanarak nüfusun genetik yapısına ulaşabilmek.
Mainz Üniversitesi’ndeki Profesör Joachim Burger liderliğindeki ekip, arkeolojik iskeletlerdeki genomların analizinde uzman.
Trans- Ural Bölgesi’nde gözlemlenen kültürel değişim ile Avrupa’daki ya da Orta Asya Bozkırları’ndaki genetik etkilerin bağlantı noktaları, yine aynı üniversitede paleogenetik çalışan uzmanların soru konusunu oluştuyor.
Yabancılar mı değişime neden olmuştu? Bölgenin kendisi mi kültürel bir gelişimin içindeydi? Nüfus yapısındaki bu dalgalanma bin yılda nasıl gerçekleşti? Hem bu soruların yanıtlarını arayan hem de Bronz ve Demir Çağı’nda yaşamış insanlar ile ilgili daha detaylı veriye sahip olmak isteyen Mainz Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, arkeolojik alandan elde ettikleri genomları, yüksek çözünürlüğe sahip dizilime başvurarak inceleyecek; kendi geliştirdikleri istatiksel yöntemler sayesinde de bulguları analiz edebilecekler.
Eurekalert. 17 Ocak 2019.
You must be logged in to post a comment Login