Kansas Üniversitesi’nden arkeologlar, 10.300 yıl önce Kansas’ta Paleo-Kızılderililerin toplu bizon avında yaşananları yeniden canlandırdı.
2002 yazında bir arkeoloji ekibi tarafından yapılan çalışmalar sonucunda birkaç metrelik bir dolgunun altından kemikler çıkarılmıştı.
Bu kemiklerin keşfini yapan jeoarkeolog Rolfe Mandel, Kansas Üniversitesi’nden bir araştırmacı olarak akademik kariyerinin büyük kısmını Kızılderililerin eski atalarının yani Paleo-Kızılderililer avcılık uğraşı üzerine kanıt arayarak geçirdi.
Rolfe Mandel şanslı olacak ki yaptığı kazıda ilk sondaj çukurlarını açmaya başladığında yaklaşık olarak 36 metrelik bir alana yayılan beyaz bir kemik yatağı ile karşılaştı. Yaklaşık bir futbol sahasının yarısına eşit olan kemik yatağında çıkartılan kemikler incelendiğinde bu kemiklerin tümünün 10.300 yaşında olduğu anlaşıldı.
Mandel bulduğu şeyi harika bir hikayenin ötesinde zaman içerisinde açılan pencere ve insanın cesaretini gösteren bir vasiyet olarak tanımlamakta.
Bu buluntu öncesinde Kansas tarihinin, John Brown ve iç savaş ile 150 yıl önce yapılmış olan demir yolu ile başladığı düşünülmekteydi.
Ancak Kansas’ın batısındaki Colorado yakınındaki bu alanın yaşı tarımın icadının da öncesine dayanıyor.
Bu tarihi düşündüğümüzde yani bundan 103 yüzyıl önce daha ok ve yay icat edilmemişken, avcılar dev bizonları kollarından uzun olmayan mızraklar ile öldürmeyi başarmışlardı.
Bir sürüye saldırmanın inanılmaz derecede tehlikeli olduğunu hatırlatmaya bile gerek yok, ancak bu erken Amerikalılar tam olarak bunu yapmaktaydı.
Bu, gözü karalığın ötesinde bu dev canavarları pusuya düşürmek adına ekip halinde kendi aile üyelerini de içeren bir pusu ekibi halinde çalışmış olduklarını gösteriyor.
Peki bugün modern ekipmanlar ile ulaşması zor olan büyük bir düzlükteki dev bir sürüye, sürüyü hiç ürkütmeden yaklaşmak nasıl mümkün oluyordu?
Kansas Üniversitesi’nden Jack Hofman, bu avlanma geleneğine dair bazı noktalara açıklık getiriyor. Yapılan incelemelerde bu Paleo-Kızılderililer avcı toplayıcıların büyükanneden çocuklara kadar geniş bir yelpazede yaklaşık en fazla 30 kişilik gruplar halinde yaşamış ve avlanmış oldukları anlaşıldı.
Yaşadıkları doğal çevre düşünüldüğünde ve kaynaklar oldukça kısıtlı olmasına rağmen geniş bir coğrafyanın avantajlarını kullanabilmek adına gruplar oldukça küçük gruplara bölünerek yaşıyorlardı.
Ancak antropolog Hofman, küçük bir grubun büyük bir sürüyü alt etmesinin hiç de sürpriz bir sonuç olmadığını belirtiyor. Çünkü bunu yapmak zorundalardı.
Avcılar bizon sürülerini bıkmadan usanmadan yüzlerce kilometre boyunca yürüyerek takip ediyordu.
Erkekler, kadınlar, çocuklar, büyükanne ve büyükbabadan oluşan bu ekip, çok zor koşullarda hareket etmiş olmasına rağmen bu avı gerçekleştirebiliyordu.
Peki açık bir arazide bir bizon sürüsünün içine dalarak ve yüksek oranda başarılı olarak bu eylemi gerçekleştirmek nasıl mümkün oluyordu?
Mandel ve Hofman, bu alandaki en ilginç şeylerden birinin de bu kadar çok bizon kemiğinin birarada yığılmış olması olduğunu söylüyor. Araştırmacılar bölgede sıkça karşılaşılan doğal oyukların su dolması ile oluşan Playa adı verilen alanlar, bir su kaynağı olarak bizonları cezbetmiş olmalı diyorlar.
Hofman, Paleo-Kızılderililer koca düzlükte körü körüne dolaşmadıklarını, bizonları avlamak için onları bu Playalara yani doğal bataklık alanlarına çektiklerini söylüyor.
Olasılıkla bu bölgenin iyi bir tuzak alanı olduğunu düşünen Paleo-Kızılderililer, bu bölgede sıklıkla avlanıyordu. Mandel, bu avın bu şartlarda çok da zor olmadığını belirtiyor.
Avlanan gruplar olasılıkla su kaynağına yaklaşan bizon sürüsünü gördüğünde hareketlenmeye başlıyordu.
Muhtemel saldırı grubu sulak alanın yakınındaki otlaklara saklanarak sessizce beklemeye başlıyordu. Mızrak demetleri elinde oldukça hareketsiz bekliyorlardı.
Bir diğer grup ise dışarı sızanları ve tüm sürüyü izleyerek bir hilal şeklinde sürüyü takip ediyorlardı. Aslında burada iz sürücülerin yaptığı sürüyü ürkütmeden tuzak alanına götürmek, ancak bu oldukça riskli. Herhangi bir yanlış harekette dev bir sürü size karşı oldukça saldırgan olabilir, hatta bunun için kocaman bir sürüye de ihtiyaç yoktur. Ürkek bir bizon tehlike anında saldırganlaşır ve bir adamı 2-3 metre havaya fırlatacak kadar güçlü olabilir.
Pusudaki sürücülerin bağırmaları ile sürü direk olarak, yağmur ile giderek balçık haline dönüşmüş bataklık alana sürülmekteydi. Mandel bu alanın bir çeşit bataklık olduğunu söylüyor çünkü hayvanların toynakları çamura sıkışıp kalmış gibi alttan çatlamıştı ve iskeletlerin çoğu ya oturmuş yada dik bir şekilde ayakları üzerinde duruyorlar.
Elindeki mızraklar bulunan gruplar, bu alanda açık hedef haline gelen hayvanları mızrakları ile avlıyordu.
Böyle düşünüldüğünde bu paleo avcılık, zannedildiği kadar zor olmamış olmalı. Muhtemelen birkaç dakikada büyük bir sürünün bir kısmı bu sayede avlanabilmekteydi.
Araştırmacılar, bu avcılık işinde mızrakların doğrudan elle değil, atıcı olarak bilinen aletlerle atıldığını söylüyor. Mızrak atış hızını ve nişanını kalibre eden bu aletler, avcılara büyük bir kolaylık sağlamış olmalıydı. Nitekim bugün bile bir Paleolitik mızrak, bu atıcılar ile fırlatıldığında bir araba kaputunu delebilecek kuvvete ulaşabiliyor.
Araştırmacıların söylediğinden anladığımız, eğer bizonlar böylesine büyük bir kumpasa düşürülebilirse aslında bu faaliyet bir av organizasyonundan öte, sahilde balon vurmaya benziyor.
Çevrenin kullanımı bu avcılar için oldukça önemli ve onlar da yaşadıkları çevrenin oldukça farkındalardı.
2002 yılında yapılan çalışmalarda arkeologlar bizon iskeletinde bir Dakota kuartzit mızrak ucunu kemiğe saplanmış şekilde bulmuşlardı.
Mızrağın saplanma şekli bazı konularda araştırmacılara oldukça yardımcı olabilir. Aslında arkeologlar böyle bir buluntu bulduklarında bir dedektifin yaptığını yaparak tıpkı bir kurşunun nereden sıkıldığının anlaşılabilmesi gibi mızrağın nereden fırlatıldığını öğrenmek için yörüngeyi takip ederler.
Yapılan çalışmada mızrakların hangi noktadan hayvanlara fırlatıldığı hakkında oldukça net bir sonuç vermiş oldu. Mandel bu keşfi yaptıklarında oldukça heyecanlandığını söylüyor.
Araştırmacılar bu erken Amerikalıların bütün gün tuzak etrafında dolaşmadıklarını söylüyor.
Olasılıkla bu avcılar bir senenin çoğunda ırmak kenarında midye topluyorlardı ve uygun koşullar oluştuğunda silahlarını kuşanıp bizon avlamaya gidiyorlardı.
Araştırmacılar sürülerin bu faaliyeti açıklamakta oldukça önemli olduğunu belirtiyor. Sürülerin davranışlarını öğrenmek ve mevsimsel hareket alanlarını tanımlamak, avcılığın pek çok noktasına ışık tutabilir. Olasılıkla Paleo-Kızılderililer bu gözlemi yaparak avlarına karşı tavır almaktaydı.
Mandel bunlara ek olarak böyle bir ava gittiğinizde ailenizin yanında olmasını isteyeceğinizi belirtiyor. Çünkü böyle bir uğraşta kesin dönüş bir söz konusu olamaz.
Avlanma öncesinde etnografik araştırmalardan bilindiği kadarıyla bazı izci çiftler sürekli olarak av takibindeydi ve grubun geri kalanı kampta onlardan işaret beklemekteydi.
İki kişilik izci grubu yaptıkları gözlem sonucunda eğer uygun bir olasılık belirlerlerse bir ateş yakarak kampa haber gönderiyorlardı.
Eğer tüm bunlar ardından av başarılı olursa şölen kaçınılmazdı tabi ki.
Peki tüm bu gözlemlerin ardından bu insanlara dair besin ekonomisinin detayları dışında söyleyebilecek başka şeylerimiz yok mu?
Bu insanlar da tıpkı kızılderililer gibi kamp ateşinde hikayeler anlatıyorlar mıydı? Yüzlerini boyuyorlar ve dans ediyorlar mıydı?
Bu detayların da ötesinde belki de ilk sorulması gereken ibadet edip etmedikleridir.
Araştırmacılar bu soruya evet cevabını veriyor. Muhtemelen bu insanlar doğa temelli bir mitolojisi çevresinde ibadet etmekteydi. Kendilerine her türlü üstünlük kurabilecek bir tanrı figürü yerine kendilerini doğanın bir parçası olarak tanımlayan bir anlayışa sahiptiler.
Yine beslenme anlayışlarına döndüğümüzde avcılığın her ne kadar çok önemli bir kaynak sağladığını düşünsek de belki de burdaki en önemli konu, bu büyük ölçekli avcılık sonucunda ortaya çıkan etin korunabilmesi.
Araştırmacılar bu etlerin olasılıkla tütsülenerek kurutulduğunu ve böyle tüketildiğini söylüyor.
Her şeyin ötesinde bu insanlar, bu dev coğrafyada onlarca sene yaşamlarını sürdürdüler. Hem de bugün hiçbirimizin tahmin edemeyeceği bir boşlukta. Ancak bu yalnızlık hissi çevrenin etkin kullanımını sağlamış olmalıydı. Etraflarında dönen dünyayı ince ayrıntılarına kadar incelediler, doğanın bir parçası olduklarının farkındalardı, organize olabilme yeteneğine sahiplerdi.
Düşündüğümüzden daha gelişkin, düşündüğümüzden daha fazlaydılar. Her şeyin ötesinde bu alışkanlıklarını modern zamanların öncesine kadar taşıdılar.
kansas.com
You must be logged in to post a comment Login