Kültürel miras alanında yürütülen hukuki süreçler, yalnızca uzmanlık değil, aynı zamanda çok disiplinli bir işbirliği gerektiriyor.
Bu alanda uzun yıllardır çalışan Avukat Güliz Kazazoğlu ile definecilikten eser iadesine, bilirkişi raporlarından toplumsal sorumluluğa kadar kültür varlıklarının korunmasında hukukun rolünü konuştuk.
Avukat Güliz Kazazoğlu, 2013 yılında Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 2014 yılında Avukatlık stajını tamamladı ve 11 yıldır Ankara Barosuna kayıtlı olarak avukatlık mesleğini icra ediyor. Ceza Hukuku, Avukatlık Hukuku ve Kültür Varlıkları Hukuku alanlarında çalışıyor.
2019 – 2024 yılları arasında Ankara Barosu Staj Kurulu üyesi, 2022 yılından bu yana Ankara Barosu Ceza Hukuku Enstitüsü Yönetim Kurulu üyesi. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi Klasik Arkeoloji bölümünde lisans eğitimi devam ediyor. Aynı zamanda yayıncılık ve fotoğrafçılık ile uğraşıyor.
– Kültür varlıklarına karşı işlenen suçlarda hukuki süreç nasıl başlar? Soruşturma ve yargılama usulüne ilişkin bilgi verir misiniz?
Kültür varlıklarına karşı işlenen suçlar: ‘2863 sayılı yasaya (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu) Muhalefet Suçu’ olarak tanımlanır, özel kanundan kaynaklı suçlardandır. Çünkü suçun işleniş şekilleri ve cezalar 2863 sayılı yasada düzenlenmiştir ve takibi şikayete bağlı suçlardan değildir. Yani suçtan haberdar olunduğunda Savcılık Makamı tarafından re’sen soruşturma başlatılır.
Süreç, soruşturma aşaması ile başlar ve soruşturmanın sonunda hazırlanan iddianamenin Mahkeme tarafından kabul edilmesiyle yargılama aşamasına geçilir. Suçun konusunu gayet tabii kültür varlıkları oluşturur. Kültür ve Turizm Bakanlığı – İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri suçtan zarar gören sıfatıyla dosyalarda taraf olarak yer alır.
Bu suçlara ilişkin her iki aşamada da özellik arz eden bazı durumlar var: Yürütülen soruşturmanın akabinde hazırlanan iddianamede suçun doğru belirlenmesi yargılamanın sıhhati açısından oldukça önemli. Örneğin; ticareti yasak olmayan taşınır kültür varlıklarının izinsiz olarak ticaretini yapma, kültür ve tabiat varlıklarını bu kanuna aykırı olarak yurt dışına çıkarma, kültür varlıkları bulmak amacıyla, izinsiz olarak kazı veya sondaj yapma vb. suçlara kanununda farklı cezalar öngörüldüğü için iddianamede suçun doğru belirlenmesi gerekir.
Yine hem soruşturma hem de yargılama aşamasında suça konu eser/eserlerle ile ilgili aldırılan bilirkişi raporlarında bulunması gereken zorunlu bilgiler var. Bunlar; eserin adı (sikke, figür, heykel gibi), cinsi (bronz, mermer gibi) dönemi ve düşünceler kısmı. Düşünceler kısmında eserin 2863 sayılı yasanın 23. maddesi kapsamında korunması gereken kültür varlığı vasfında olup olmadığıyla ilgili net bilgilerin yer alması gerekir.
Raporlarda yer alan bilgiler çok önemli. Çünkü yargılamanın sonunda verilecek hükümde bilirkişi raporları hükme esas alınan en güçlü dayanak/ delillerden biri olarak kabul edilir. Son olarak mahkeme tarafından mutlak surette eserin akıbetiyle ilgili de karar verilmesi gerekir.
– Yurt dışına kaçırılan eserlerin iadesi için hangi yollar izleniyor?
Bu soruyu sorumluluk alanımın sınırlarından çıkmadan cevaplamalıyım. Çünkü ben Kültür Varlıkları Hukukunda taraf vekilliği sıfatına sahibim. Dolayısıyla alana ilişkin yetkim ülkemiz mahkemelerinde görülen yargılamalara ilişkin. Yurt dışına kaçırılan eserlerimizin ülkemize iadesi ile ilgili çalışmalar: Dışişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile diğer ilgili Bakanlık ve kurumların katkılarıyla yürütülüyor. Bununla birlikte Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü – Kaçakçılıkla Mücadele Daire Başkanlığı eserlerimizin ülkemize getirilmesinde yerli ve yabancı kurum, kuruluşlarla yoğun işbirliği içerisinde çalışıyor. Bu sayede özellikle son yıllarda binlerce eserimizin esaretten kurtarılarak ülkesine getirilmesinin hep birlikte sevincini yaşıyoruz.
Belgelerin incelenmesi, ihbar, yurt dışında yapılan müzayede satışlarının takibi ile başlayan süreç içerinde eserlerin Ülkemize geri getirilmesi kimi zaman yıllarca sürebiliyor. Bu meselede ilgili ülkelerin Emniyet Teşkilatları, Müze Yönetimleri, Dışişleri ve Kültür Bakanlıkları, onlara bağlı birimler, bilim insanları tarafından oldukça dikkatli ve titiz çalışmalar yürütülüyor. Bu meşakkatli süreçte ulusal ve uluslararası mevzuatlar kapsamında yapılan çalışmaların neticesinde menşei Türkiye olan eserler en nihayetinde ülkemize iade ediliyor. Kültür varlıklarının kaçakçılığıyla mücadelede ülkeler arasındaki ikili anlaşmalar gayet tabii eserlerin iadesini kolaylaştırıyor.
– Delil yetersizliği bu davaları nasıl etkiliyor? Süreci zorlaştıran unsurlar nelerdir?
‘Şüpheden sanık yararlanır’ tarihsel ve evrensel bir ceza hukuku ilkesidir. Dolayısıyla eğer yargılamaya konu suçtan mahkumiyete yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilememişse elbette cezalandırma kararından bahsedemeyiz. Ceza Muhakemesi Kanunumuzun 223/2-e maddesine göre: “Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması” halinde beraat kararı verilmesi gerekir. Bu sebeple suçun işleniş şeklinin doğru belirlenmesi ve hem soruşturma hem de yargılama aşamasında delillerin eksiksiz toplanması önemli.
2863 sayılı yasaya Muhalefet Suçlarında ‘suçüstü’ halinin yoğun olarak uygulandığını görmekteyiz. Suçüstü hali de eşya ve/veya delil ile birlikte suçun işlendiği sırada yakalanmayı ifade ettiği için bu suçlarda çoğunlukla hükme esas delil olarak kabul edilir. Yine de dosyada mevcut tüm delillerin objektif ve dikkatli bir şekilde bütün olarak değerlendirilmesi gerekir. Süreci zorlaştıran unsurun: tarih, arkeoloji, sanat tarihi, gibi alanların bir ceza yargılamasına dahil olması sebebiyle bu alanlara dair bilgilerin hukukla doğru bir şekilde birleştirilmesindeki karmaşa olduğunu söyleyebilirim. Çünkü eser/ eserlerle ilgili en ufak bir bilgi eksiği veya hatası verilecek kararı etkiler.
– İnsanların kendi arazisinde yaptıkları kaçak kazıların hukuki durumu nedir?
2863 sayılı yasaya göre araştırma, sondaj ve kazı yapma hakkı, sadece Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir. Bununla birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığınca Türk ve yabancı heyet – kurumlara araştırma izni; Cumhurbaşkanı kararı ile de sondaj ve kazı yapma izni verilir.
Bununla birlikte define aramak isteyenler, define arayacakları yerin bağlı olduğu müze müdürlüğüne bir dilekçe ile müracaat ederler. Müze Müdürlüğünce, yapılacak araştırmanın akabinde müracaat uygun bulunursa define arama ruhsatı verilir. Buradan hareketle ‘kazı’ ile ‘define arama’ kavramlarını birbirinden ayırmamız gerekiyor. Kaldı ki; Kanunumuz izinsiz define araştırma ile izinsiz kazı yapmayı da ayrı suçlar olarak kabul edip farklı cezalar öngörüyor.
Arazinin kazı yapan ya da define arayan kişiye ait olması da durumu değiştirmez. Yani kişiler kendi arazinde dahi olsa 2863 sayılı yasa ve Define Arama Yönetmeliği’nde düzenlenen şartları ve yükümlülükleri yerine getirmek zorundadırlar. Aksi halde suç işlemiş olurlar.
– İnternette yapılan tarihi eser satışları suç sayılır mı?
Kültür varlığını satışa arz etmek, satmak, vermek, satın almak, kabul etmek suçtur. Suçun internet yoluyla işlenmesi sorumlulukta bir değişiklik yaratmaz. Ticareti yasak olmayan taşınır kültür varlıklarının izinsiz olarak ticaretinin yapılması da ayrı bir suç. Korunması Gerekli Taşınır Kültür Ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi, Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelik’ ticareti yasak olmayan kültür varlıklarının durumunu düzenler. Öyle ki; bu taşınır kültür varlıkları için Müze Müdürlüklerince “Tescile Tabi Taşınır Kültür ve Tabiat Varlığı Belgesi” düzenlenir ve bu eserlere ilişkin alım satım ilgili müze müdürlüğünde yapılır ve belge bu suretle el değiştirir. Bu usule uyulmadan yapılan satışlar suçtur.
– Taşınır ve taşınmaz kültür varlıklarına ilişkin haber verme yükümlülüğü nedir? İhlalinin hukuki sonuçları neler?
Bildirim yükümlülüğü oldukça önemli ve aykırılık haline ilişkin çok fazla yargı kararı mevcut. Bu sebeple ilgili kanun maddesini direkt alıntılamakta fayda görüyorum:
“Taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını bulanlar, malik oldukları veya kullandıkları arazinin içinde kültür ve tabiat varlığı bulunduğunu bilenler veya yeni haberdar olan malik ve zilyetler, bunu en geç üç gün içinde, en yakın müze müdürlüğüne veya köyde muhtara veya diğer yerlerde mülki idare amirlerine bildirmeye mecburdurlar.” (2863 sayılı yasa, madde: 4)
Kanunun 67. Maddesi de haber verme yükümlülüğüne aykırılığın cezai müeyyidesini düzenler. Elbette buradan çıkarılması gereken bir sonuç var: Kanun koyucu bu hususta tüm topluma bir sorumluluk yüklüyor. Başka bir anlatımla kültür varlığıyla bir şekilde teması olan herkes bunu ilgili makama bildirmek zorunda.
Bu emredici hukuk kuralı, kültür varlıklarına ilişkin koruyucu anlayışın yerleşmesi anlamında da çok değerli. Özellikle Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarını incelediğimizde ‘bildirim yükümlülüğüne aykırılık’ suçuna ilişkin verilen kararların oran olarak bir hayli fazla olduğunu görmekteyiz.
– Tescillenmemiş alanlarda yapılan kazılar hukuki olarak kültür varlığına zarar vermek sayılır mı?
Kültür varlığı bulmak amacıyla yapılan tüm izinsiz kazıların suç olduğunu belirtmiştik. Tescilin, ilgili taşınmaza birtakım hukuki korumaları sağlayan fonksiyonu olmakla birlikte tescil edilmeyen taşınmazlarda yapılan izinsiz kazılar da aynı şekilde suç. Bu noktada define arama isteğinde olanlar 2863 sayılı yasa ve Define Arama Yönetmeliğinde düzenlenen şartları sağlamaları halinde sadece sınırlı alanlarda bu faaliyeti gerçekleştirebilirler.
Yasanın 50. maddesine göre; define arama ruhsatnamesi tescil edilen sit alanları için verilmez. Dolayısıyla usul ve yasaya uygun olarak define aramak isteyenler tahribe sebep olmadan zaten tescillenmemiş alanlarda define arayabilirler.
Yönetmeliğin 11. Maddesine göre: “Define araması, define aranacak yere en yakın müzeden görevlendirilecek iki ihtisas elemanı ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığının kolluk hizmeti yürütmekle görevli mahalli birer temsilcisi gözetiminde yapılır.”
Düzenlemenin amacı, define ararken kaçırma ve/veya tahribin engellenmesi. Ancak define arama faaliyeti bilimsel bir kazı olmadığı için küçük veya büyük zararların kaçınılmaz olduğu sır değil.
– Sit alanlarında yapılan inşaatlarda sorumluluk kimde olur?
Sit alanlarında yapılaşma ve diğer tüm müdahaleler, bu alanlarının derecesine bağlı olarak sıkı denetimlere tabidir. 1. dereceden arkeolojik sit alanlarında kesin yapılaşma yasağı vardır. 2. dereceden arkeolojik sit alanlarında yapılaşma yasağıyla birlikte restorasyon, koruma, onarım gibi durumlar için izinler verilebilir. 3. dereceden arkeolojik sit alanlarında kontrollü bir şekilde yapılaşma izni verilebilir, koruma esas olduğu için izinlerin sınırlı olması esastır.
Bu noktada en önemli sorumluluğun Koruma Bölge Kurullarında olduğunu biliyoruz. Görev ve yetkileri kapsamında: “sit alanlarına ilişkin uygulamaya yönelik kararları” alırken çok dikkat etmeleri gerekir. Aksi halde sorumlulukları gündeme gelir. Yine yasanın 65. maddesi oldukça açık ve koruyucudur:
“Tescil edilen sit alanlarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarar görmesine kasten sebebiyet verenler…”
Herhangi bir ayrım da yapmaz. Dolayısıyla sit alanlarındaki inşaat, onarım gibi faaliyetlerde öncelikle alanın kaçıncı derecede sit alanı olduğuna bakmamız gerekiyor. Sit alanın derecesine uygun inşai faaliyet gerçekleşmemişse de kat maliklerinden, müteahhitlere, belediyelerden diğer tüm şahıslara varıncaya kadar geniş bir sorumluluk silsilesinden bahsedebiliriz. Aynı zamanda hukuki belirlilik ilkesi gereğince 65. maddeye göre bu alanların sit alanı olduğunun tebliğ ve ilan edilmiş olması gerekir. Bu konuya ilişkin Yargıtay kararlarında; sorumluluğunun gündeme gelebilmesi için usule uygun tebliğ ve ilan suretiyle “öğrenme” kriterinin arandığını görmekteyiz.
Yine müdahalenin niteliği de verilecek cezayı değiştirir. Kanunda esaslı inşai ve fiziki müdahaleler ile basit tadilatlar için farklı cezalar düzenlenmiştir.
– Arkeologlar, kolluk kuvvetleri ve hukukçular arasındaki işbirliği ne durumda?
Ceza hukukuna ilişkin sürecin soruşturma ve yargılama aşamalarından oluştuğunu belirtmiştik. Soruşturma aşamasında kolluk kuvvetleri daha etkin. Çünkü suçun öğrenilmesiyle başlayan soruşturmada delillerin toplanması ve korunması Soruşturmayı yürüten Savcılık Makamının talimatıyla kolluk birimlerinin marifetiyle olur.
Arkeologlar, tarihçiler, sanat tarihçileri ve alanda çalışan diğer bilim insanları suça konu taşınır ve/veya taşınmaz kültür varlığına ilişkin tespitlerde bilirkişi olarak görev yaparlar. Bilirkişi raporunun da hem soruşturma hem de yargılama aşamasında aldırılması gerekir. Hazırlanan raporlar gerek iddianamenin tanzimi gerekse de verilecek hükmü etkilediği için yürütülen yargılamalarda delil vasfı itibariyle büyük öneme sahip.
Ve hukukçular: Avukatlar sanık müdafi ve katılan (suçtan zarar gören) kurum vekili olarak görev yaparlar, her iki taraf vekilinin de ceza yargılamasının amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında yargılamalara katkıları büyük.
Savcılık Makamı iddia ve talep makamıdır. Hazırlanan bilirkişi raporları doğrultusunda iddianamenin tanzimi, sanığın cezalandırılması, beraatı vs. taleplerde bulunmaya yetkilidir. Tüm iddia ve savunma aşamasının sonunda da hakim tarafından bir hüküm verilir. Dolayısıyla bu suçlarla ilgili yargılamalarda tarih bilimi, arkeoloji bilimi ve hukuk biliminin birbirlerine ihtiyacı vardır. Tam anlamıyla disiplinlerarası bir süreç.
– Koleksiyonculuğu yasal mevzuatımız çerçevesinde açıklar mısınız?
Koleksiyonculuğun tarihine baktığımızda başlangıcının çok eskilere dayandığı görürüz. Evvelini Antik dönemde; Yunan ve Mezopotamya uygarlıklarına kadar götürebiliriz. Hellenistik Dönem’de bu eğilimin arttığını, Roma Döneminde ise bugüne yakın anlamını kazandığını bilmekteyiz.
Güçlü bir tarihe sahip koleksiyonculuk, günümüzde de önemli bir etki alanına sahip. Elbette bu arzunun da sınırlarını her zaman hukuk belirliyor. 2863 sayılı yasa ve ‘Korunması Gerekli Taşınır Kültür ve Tabiat Varlıkları Koleksiyonculuğu ve Denetimi Hakkında Yönetmelik koleksiyonerlerin hayal gücünün en önemli sınırıdır. Çünkü maalesef kaçak kazı, izinsiz yurt içinde ve yurt dışında satışların azımsanmayacak kısmı koleksiyonerlere eser temin etmek içindir. Bu sebeple koleksiyon mevhumunu yasal olan ve olmayan şeklinde ayırmak gerekir ve yasal hali de olması gerektiği gibi sıkı şekil şartlarına bağlanmıştır.
Yönetmelikte düzenlenen izin belgesi bulunmayanlar mevzuata uygun koleksiyonculuk sıfatına sahip değildir. İzin belgesi verilmeden önce yapılan araştırmada eserlerin bulunduğu yerin fiziki şartları ve güvenliğine özellikle dikkat edilir. İlgili Müze Müdürlüğüne haber vermek koşuluyla koleksiyondaki eserlerin el değiştirmesi mümkün. Ancak bir satış halinde öncelik Bakanlığa ait. Yine yılda en az bir kez koleksiyonlar uzmanlar tarafından denetlenir.
Özetle koleksiyonculuk envanterlerin kaydından, denetimine, el değiştirmesine kadar sıkı şekil şartlarına tabiidir. Eserlerin özel şahıslar ve tüzel kişiler elinde olması koruma bilincinde bir değişiklik yaratmaz.
– Kültürel mirasın korunmasında karşılaşılan en büyük zorluk sizce nedir?
Zorlukları daha doğru analiz edebilmek için kültürel mirasın korunmasında kimlerin görevli olduğuna bakmamız gerekiyor. Kanun koyucu korumaya ilişkin tüm toplumu, bilim insanlarını, hukukçuları, idareyi işbirliği içerisinde olmaya davet eder. Burada toplumu çekip ayırmak isterim. Çünkü toplumun kültürel mirasımızla ilgili bilgili olması beraberinde koruma bilincini de getirir. Bu oldukça önemlidir. Çünkü ülkemizin doğusundan batısına kuzeyinden güneyine tarihin somut izleriyle dolu olduğu gerçeği karşısında haliyle kültür varlıklarına ilk temas eden de bölge insanıdır. Yurttaşların toprağını, evini koruduğu gibi somut tarihini koruması halinde işin büyük bir kısmı halledilmiş olacaktır. Bilim insanları, hukukçular ve idare işbirliğinde toplum da etkin kılınmalıdır.
Sorunun cevabına gelecek olursam yaşanan en büyük zorluğun bu güçlü işbirliğinin kurulamaması olduğunu söyleyebilirim. Örneğin incelediğim bir dosyada; köye yakın üç kaya mezarından biri tahılların konulduğu depo, diğeri ahır, üçüncüsü de garaj olarak uzun yıllar kullanılmıştır. Bu tahribin suç oluşturması sebebiyle sorumlular hakkında cezalandırma kararı verilmişse de savunmaların genel olarak bilgisizlik dolu olduğunu söyleyebilirim.
Özetle kültür varlıklarının yoğun olduğu bölgelerde hakim, müze çalışanı/çalışanları bölge halkına dönem dönem sorumluluklarını anlatmalıdır. Son yıllarda ülkemizde de önemli bir etki alanına sahip olan ‘önleyici hukuk’ yaklaşımının bu alanda da yerleşmesi gerekiyor. TCK’nın 4. Maddesine göre: “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz.” Bu noktada sorumluluğa dair bilgisizliğin hukukumuzda korunmadığının bilincinde olmakla birlikte kültür varlıklarımıza ilişkin bilginin artması sorumluluk duygusunu da beraberinde getirecektir. Hukukun etki alanı oldukça geniştir, sadece cezalandırmaya değil, zararların önlenmesine de katkı sağlamalıdır.
– Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Kültür varlıklarımızın hep iyilerle karşılaşması dileğiyle…
Teşekkür ederim.
– Biz teşekkür ederiz
You must be logged in to post a comment Login