Arkeolojik Kalıntılar Nasıl Toprak Altında Kalır?

Neden arkeolojik kalıntılar hep toprak altında bulunuyor? Neden her şey yüzeyde değil? Geçmiş kalıntıları gömen bu toprak nereden geliyor? Dünya yüzeyi, bir ağacın gövdesi gibi gittikçe kalınlaşıyor mu?

Dayanıklı malzemeden yapılan bazı yapılar tamamen toprağa gömülmüyordu.

Bu sorular, senelerdir Arkeofili’ye en çok sorulan soruların başında geliyor. Ancak arkeolojik kalıntıların toprak altında bulunmasının tek bir nedeni yok. Bu süreç, içinde birçok nedeni barındırıyor. Şimdi bu nedenlere hızlıca bakalım.

Aslında bir açıdan baktığımızda gerçekten de Dünya’nın her sene biraz kalınlaştığını söylemek yanlış olmaz. Çünkü yılda 10.000 ton meteorit tozu Dünya üzerine iniyor. Ancak yine de arkeolojik kalıntıların gömülmesinin nedeni bu değil.

Göbeklitepe uzun bir süre kullanıldıktan sonra kasıtlı olarak gömülmüştü.

Kasıtlı gömmek

Arkeologların kazarak ortaya çıkardıkları kalıntılar, çoğunlukla zaman içinde toprağa gömülmüş olsa da, bazen yapıldıkları dönemlerde özellikle toprağa gömülmüş oluyor.

(Antik Yunan Heykellerinin Penisleri Neden Küçük?)

Örneğin mezarlar ve çöp çukurları bunlardan bazıları. Ya da daha iyi bildiğimiz üzere Göbeklitepe de uzun bir süre kullanıldıktan sonra toprağa gömülmüştü. Ancak bunları saymazsak, kalıntıların zaman içinde toprağa gömülme konusunda oldukça fazla nedeni var.

Mayalara ait toprak altındaki kalıntılar, LİDAR teknolojisi sayesinde kazılmadan görülebiliyor.

Taşınan malzemeler

Bir yerleşmede yaşayan insanlar, sürekli olarak gıda ve yapı malzemeleri ithal ediyor veya topluyorlardı. Fakat atık ve çöplerden kurtulmak, “karşılıksız” bir emek gerektirdiğinden daha düşük bir önceliğe sahipti.

Zaman içinde yerleşme yakını alanlarda ya da sokaklarda çöp ve diğer atıklar birikiyordu. Birkaç yüzyıl sonra ise ayak basılan yüzey o kadar yükseliyordu ki, yerleşme yapay bir tepe üzerinde kalıyordu. Savaş veya yangından kaynaklanan toplu yıkımlar da yerleşmeyi hızla yükselten nedenlerden biriydi.

Arkeologlar Pompeii’de sertleşmiş volkanik külleri kazıyor.

Üst üste yerleşmeler

Arkeologların kalıntılara ulaşmak için kazmak zorunda olmasının başlıca nedeni, insan yerleşiminin özellikleri ile ilgili. Kentler ya da köyler rastgele yerlerde kurulmuyordu. Genellikle suya, ulaşım yollarına, verimli topraklara vb. yakın yerlerde kuruluyorlardı.

Bir yerleşme, su ve yiyecek kaynakları açısından ne kadar iyi bir yere kurulmuş olursa olsun; savaş, doğal afet veya hastalık nedeniyle bir anda terk edilebiliyordu. Antik dünyada birçok yerleşmede sürekli olarak binlerce yıl yaşandı ve en sonunda, tarım koşullarının kötüleşmesi veya bir salgın gibi dış koşullardaki bazı değişiklikler nedeniyle buralar terk edildi. Ancak genellikle bir süre sonra bu noktaya yeniden yerleşiliyordu.

(Antik Yunan Heykelleri Neden Hep Çıplak?)

Aynı yere sürekli olarak yerleşilmesi ve eski yerleşmenin kalıntılarının üzerine yapılan inşa çalışmaları, giderek bir höyük oluşturuyordu. Aslında bir noktadan sonra bu höyükler, yerleşmek için özellikle seçilmiş de olabilirdi. Çünkü etrafına kıyasla yüksekte olması, herhangi bir tehlikeye karşı da avantajlar sağlıyordu.

Dünyanın birçok yerinde, mesela Mezopotamya’da ana yapı malzemeleri çok dayanıklı olmayan kerpiçti. Kaçınılmaz olarak er ya da geç kerpiç bir ev çöktüğünde, yağmur bu molozları düz bir lapa yığını olana kadar eritiyordu. Nihayetinde bir süre sonra, molozlardan kurtulmak emek ve zaman gerektiren bir iş olduğu için eski evlerinin üzerine yeni evler inşa ediliyordu.

Büyük Sfenks kazılarından renklendirilmiş bir fotoğraf.

Doğal afetler

Nehirlere yakın kurulan yerleşmeler, nehirlerin periyodik aralıklar ile taşması ve gerisinde bıraktığı bir silt tabakası yüzünden gömülüyordu. Ayrıca kuru bölgelerde rüzgar sürekli kum ve toz taşıyordu. Örneğin Gize platosundaki ünlü Büyük Sfenks, 1817 yılında arkeologlar tarafından kazılana kadar kafasına kadar toprağa gömülüydü.

Bazen bir yerleşme, sel veya Pompeii’yi gömen volkanik patlama gibi bazı doğal afetler nedeniyle gömülüyordu. Abu Simbel’deki büyük tapınak, sürüklenen çöl kumu tarafından kısmen gömülmüştü. Roma’nın Ostia limanı da olağanüstü koruma durumunu oluşturan kumlar tarafından yutulmuştu.

Vadilerde bulunan yerler, yakındaki yamaçlardan gerçekleşen erozyon nedeniyle toprakla kaplanabiliyordu.

Kamboçya’daki bu tapınak bitkiler tarafından ele geçirilmiş.

Bitkiler

Uzun süre önce terk edilmiş yerleşmeler, yavaş yavaş çürüyen ve bir üst toprak tabakası daha oluşturan bitki örtüsü ile yükseliyordu.

Antik kentler tamamen terk edildiğinde, bitki tohumları hızla kök salıyor ve havadan aldıkları CO2’den daha fazla hacim oluşturuyorlardı. Bu bitkilerin kökleri, çürüyen bitki maddesinden oluşan toprağı stabilize ediyor ve yavaş yavaş katmanların oluşmasına neden oluyordu.

Machu Picchu kalıntıları, bitki örtüsüyle kaplanmıştı.

Bazıları tamamen gömülmüyor

Taş veya pişmiş tuğla gibi daha dayanıklı malzemelerden yapılmış kentler aslında genellikle tamamen toprağa gömülmüyor. Örneğin, Antik Roma anıtları, ciddi arkeolojik çalışmalara başlamadan önce, kumla kaplanma, bitkilerin aşırı büyümesi, çöp birikimi vb. nedenlerle yarı gömülmüş olsa da, çoğunlukla görünür kalır. Asıl sorun, Ortaçağ ve sonrasında yeni binalar inşa etmek için görünür olan antik yapıların bir kısmınının sökülerek tekrar kullanılmasıydı.

Örneğin Peru’da, Kolomb öncesi dönemden günümüze kadar hemen hemen hiç bozulmadan ulaşan kalıntılardan biri olan Machu Picchu, yüksek bir tepeye yapılmıştı ve Eski Dünya tarafından keşfedildiğinde toprağa gömülmemişti. Ancak her tarafını bitki örtüsü kaplamıştı.


Science Focus. The Straight Dope. Quora.

Anadolu Üniversitesi Arkeoloji Bölümü mezunu. İstanbul Üniversitesi Prehistorya Bölümü Yüksek Lisans mezunu. Aynı üniversitede Doktora adayı. İletişim: ermanbu@gmail.com

You must be logged in to post a comment Login