2017 yılının Ağustos ayında, Türkiye’de ve dünyada yapılmış en ilginç arkeoloji keşiflerini kaçıranlar için bu listede derledik.
Dünya Miras Listesi’ndeki yer alan Konya’nın Çumra ilçesindeki Çatalhöyük’te insanlar, 4000 yıl boyunca şiddet ve savaş olmadan yaşadı.
Çatalhöyük kazı başkanı Prof. Dr. Ian Hodder, “Çatalhöyük çok istikrarlı bir toplumdu. Savaş ya da çatışma olmaksızın 4.000 yıldır yaşıyorlardı. Barış içinde bir hayat paylaşmayı ve modern toplumlar için çok iyi bir örnek oluşturmayı başardılar. Bir toplumda birlikte yaşamak önemlidir. Bireyselcilik ön plana çıkmamıştı. Onların bir lideri değil ortak bir yaşamları vardı. Akrabalığa dayalı ilişkiler yaygın değildi. Biyolojik aileler birlikte yaşamadı toplumdaki diğer insanlarla yaşıyorlardı. Genetik olarak karışıklardı ve büyük bir aileydiler.”
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Sibirya’nın en kuzeyinde avcılık ve balıkçılık ile uğraşan bilinmeyen bir uygarlığın bir üyesi olan, 900 yıllık çok iyi korunmuş kadın mumya bulundu.
Arktik’in sınırında bulunan bakır ve kürklerle donatılmış bu kadın, tamamen erkeklerle dolu bir nekropolde şu ana kadar bulunan tek kadın. 12. yüzyıl kadını, Sibirya’nın en kuzeyinde avcılık ve balıkçılık ile uğraşan bilinmeyen bir uygarlığın bir üyesiydi. Aşırı soğuk mezarında mumyalaşan kadın öldüğünde muhtemelen 35 yaşındaydı ve günümüzde bile hâlâ çok net bir şekilde yüz hatları belirgin.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Antik Kenanlı DNA’sı ilk defa dizilendi ve soylarının günümüz Lübnan’ında devam ettiği ortaya çıktı. Sonuç olarak günümüz Lübnan halkı DNA’sının %90’ını Tunç Çağı Kenan halkıyla paylaşıyor.
Antik Yunan kaynaklarına göre Kenanlılar Doğu’dan Levant bölgesine göç etmişlerdi. Bunu test edebilmek için araştırmacılar, Kenanlı genomlarını Avrasya’daki diğer antik popülasyonların genomlarıyla karşılaştırdılar. Anlaşılan şu ki; Kenanlıların yaklaşık %50’sinin genleri Levant’a 10.000 yıl önce yerleşmiş olan çiftçilerden geliyordu. Araştırma grubunun raporuna göre Kenanlıların diğer yarısı ise İran’da bulunan iskeletler sayesinde açığa çıkmış daha eski bir popülasyon ile bağlantılıydı.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Kedi genleri üzerinde yapılan kapsamlı bir araştırma, binlerce yıldır kedilerin -hayatımıza girmelerinden sonra bile- büyük ölçüde değişmeden kaldığını gösteriyor.
Günümüzde yerli kedilerin en eski ataları, MÖ 4400 yılları civarında güneybatı Asya’dan Avrupa’ya kadar yayılmıştı. Kediler muhtemelen yaklaşık 8000 yıl önce Bereketli Hilal’deki çiftçi topluluklarıyla ‘takılmaya’ başladılar ve burada insanlarla, onların kemirgen devriyesi olarak, iki tarafın da bundan karşılıklı fayda sağladığı bir ilişki içine girdiler.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Antik Yunanların keşfettiği sanılan tarihten yaklaşık 1.000 yıl önce, Babillilerin günümüzdekinden bile gelişkin seviyede trigonometri bildiği ortaya çıktı.
3700 yıllık kil bir tabletin yeniden incelenmesi, Babilli matematikçilerin, Antik Yunanlardan 1000 yıl önce trigonometri tablosu oluşturduğunu ve aynı zamanda konuya bakmanın tamamen yeni bir yolunu bulduklarını ileri sürüyor. Söz konusu tabletin, Yunan filozofu Pisagor’un kendi adını vermesinden çok önce, Babillilerin dik açılı üçgenler için Pisagor’un ünlü denklemini bildiğine dair kanıtlar içerdiği düşünülüyor.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Peri masallarının kökenleri genomik veri kullanımıyla haritalandırıldı. Geleneksel masalların dünyaya nasıl yayıldığı sorusuna DNA’mız cevap verebilir.
Yaklaşık 600 masalın kıtalar boyunca nasıl yayıldığını anlamak için DNA veri tabanı kullanıldı ve bu masalların, Avrupa ve Asya’ya dayanan kökenleri tespit edildi. Bilim insanları Avrasya’ya ait hayvan hikayelerinden binlerce yıllık peri masallarına kadar 596 masalın kökenini ve dağılımını haritalandırmak için bu veriyi kullandılar. Araştırmanın sonuçlarına göre birçok masal ağızdan ağıza yayılmış. Fakat toplamda 15 masalın difüzyon yerine göç ile yayılmış olma ihtimali yüksek.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Hatay İl merkezinin kuzeydoğusunda yer alan Tell Tayinat Höyüğü’nde bulunan görkemli kadın heykeli, antik dünyadaki kadının rolü konusundaki anlayışımızı değiştirebilir.
Hatay’da, Suriye sınırına yakın bir bölgede yürütülen kazılarda, özenle işlenmiş baş ve üst gövde gibi kadın heykelinin parçaları ortaya çıktı. Heykelin yüz ve göğüs kısımları kasten (muhtemelen ritüel olarak) tahrip edilmiş görünse de, kalıntılar büyük ölçüde bozulmadan günümüze kadar ulaşmış durumda. Bazalttan yapılmış olan heykelin korunan kısmının, 1.1 metre uzunluğunda ve 70 cm genişliğinde olması, heykelin tamamının 4-5 metre uzunluğunda olduğuna işaret ediyor. Heykelin alt kısmı henüz bulunamadı.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Mikenler ve Minoslular kalıtımsal olarak birbirlerine benziyorlar. Genetik yapılarında ise, Batı Anadolu ve Ege’deki Neolitik çiftçiler ile Kafkasya ve İran’la bağlantılı toplumları içeren en az dörtte üçlük bir benzerlik var.
Araştırmada analiz edilen antik DNA, 19 tane bireyin dişinden elde edildi. Bu bireyler, MÖ 2900’dan 1700’e tarihlenen Girit Adası’ndaki 10 Minosluyu, Miken arkeolojik sit alanından ve MÖ 1700’den 1200 arası olarak tarihlenen ve Yunan anakarasındaki diğer mezarlıklardan 4 Mikenliyi, ve Yunanistan ve Türkiye’deki erken çiftçilik döneminden veya Tunç Çağı’ndan (MÖ 5430’dan MÖ 1340’a kadar) 5 insanı içeriyor.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Paskalya adasında ünlü Moai Heykelleri’ni yapan gizemli uygarlığın çöküş nedeni, çevreyi ve doğal kaynakları pervasızca tüketmeleri değil.
Şili kıyılarından çok uzakta olan Paskalya Adası’ndaki eski uygarlığın çöküşüne neden olan şey, uzun zamandan beri arkeolojinin en büyük gizemlerinden biri. Bugüne kadarki en geçerli teori, adada yaşayan Rapa Nui halkının pervasızca çevreyi yok ettiği, tüm doğal kaynakları ve dolayısıyla yiyecekleri tükettiği yönündeydi. Bu durum, en nihayetinde onların çöküşüne neden olmuştu. Fakat yapılan yeni bir araştırma bu görüşe karşı çıkarak, bu topluluğun aslında daha önce düşünülenden daha dengeli bir kaynak kullanımı ile adada sert koşullara adapte olmuş olabileceğini gösteriyor.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
4.700 yıl önce Mısır’ı yöneten firavun Sa-Nakht’ın kalıntıları, firavunun dönemine göre aşırı uzun boylu olduğuna işaret ediyor. Firavunun iskelet kalıntılarına yapılan analizler, o dönem için çok uzun olduğunu, yaklaşık 1.87 metre uzunluğunda olduğunu ortaya koydu.
1901 yılında Beit Khallaf (Mısır) yakınlarındaki bir çölde çalışan arkeologlar, Antik Mısır’ın 3. Hanedanlık (MÖ 2700-2575) dönemine ait, Mısır’ın kısa süreli firavunu Sa-Nakht’a atfedilen çok uzun boylu bir adamın kalıntılarını ortaya çıkardı. Bu kalıntıların firavun Sa-Nakht’a ait olduğu %100 kesin olmasa da, kemikler yine de arkeologları etkilemeyi başardı. Çünkü bu iskelet, bugüne kadar bilinen en eski dev hastalığını temsil ediyordu.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
Dicle nehri üzerindeki tartışmalı Ilısu barajının için yapılan çalışmalar, binlerce yapay mağara ile ünlü bölgeyi ciddi biçimde tehdit ediyor.
Güneydoğu Anadolu projesinin (GAP) bir parçası olan ve bugüne kadarki en büyük hidroelektrik projelerinden biri olan Ilısu Barajı, 1954’te ilk taslağı hazırlandığından beri büyük bir tartışma konusu. Baraj, Hasankeyf’teki Dicle seviyesini 60 metre yükselterek antik kentin% 80’ini ve çevresindeki birçok köyü su altında bırakarak, halen araştırılmayan 300’den fazla tarihi alanı da suya gömecek.
Haber hakkında detaylı bilgi için tıklayın.
2.700 Yıllık Assur Başkenti Horsabad’ta Yeni Keşifler Yapıldı
Bu Küçük Muska, Alplerin Kuzeyindeki En Eski Hristiyanlık Kanıtı
Göbeklitepe Aslında Ne Anlatıyor? Kimler, Neden, Nasıl Yaptı?
Afyon’da Homo erectus ve Neandertal İzleri: Yavuz Aydın Röportajı
You must be logged in to post a comment Login