Türkiye’de Müzeciliğin Gelişimi

Öncelikli görevi, tarihi ve kültürel mirasımızı korumak olan müzelerimizin oluşumu, aslında yakın bir geçmişe dayanıyor.

Müze-i Hümayun (İstanbul Arkeoloji Müzeleri)

Ülkemizde 19. yüzyılda Batılılaşmaya yönelik atılan adımlardan biri olan müzecilik faaliyetlerinin uygulanmasında iki temel kavram bulunuyor. Bunlardan biri, tarihi ve kültürel mirasımızın korunması, diğeri ise Batılılaşmaya yönelik adımlar atılarak çağdaş bir kurum yaratma düşüncesi.

(Osmanlı’da Kültürel Mirasın Korunması)

Modern anlamda, ülkemizde müzeciliğin temeli 19. yüzyılın ikinci yarısında, eski eserlerin imparatorluğun sınırları içinde korunması gerektiği düşüncesiyle atılmıştı.

İlk Müzecilik Faaliyetleri

Modern anlamda ilk Türk müzesi olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin çekirdeği olan Aya İrini Kilisesi, İstanbul’un fethinden sonra hem Osmanlı’nın kullandığı, hem de savaşlarda ganimet olarak ele geçirilen silahların korunduğu bir silah deposuydu (cebehane). 19. yüzyılın ortalarından itibaren eski eserler de burada toplanarak günümüz İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin temeli atılmış oldu.

Aya İrini Kilisesi.

Depo niteliğindeki bu mekan, Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından düzenlenmişti. Bu alan döneminde ziyarete kapalı, yalnızca özel izin ile gezebilmekteydi. 1869 yılında ise “müze” olarak nitelendirilmiş ve bir müdürlük haline getirilmişti.

Müzelerin bu şekilde ilk kez merkezi otoriteye bağlandığı bu düzenleme ile müzeler ilk kez devlet idaresi içerisinde yürütülmeye başlandı. Böylece müzecilik faaliyetleri bu tarihten günümüze kadar merkezi otoriteye bağlı bir kurum olarak devam etti.

İlk olarak Maarif Nezareti (Milli Eğitim Bakanlığı) bünyesindeki Müze-i Hümayun Umum Müdürlüğü tarafından yürütülen müzecilik faaliyetleri, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra yine Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütüldü. Ancak 1971 yılında bu durum değişti ve müzelerin bağlı olduğu bakanlıklar dönem dönem Kültür, -bakanlıkların birleştirilmesiyle- Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlandı.

Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa.

Müzecilikte teşkilatlanma açısından önemli bir adım olan müze müdürlüğünün oluşturulmasının ardından, eski eserlerin korunmasına yönelik ilk yasal düzenleme olan Asar-ı Atika Nizamnamesi 13 Şubat 1869 tarihinde yürürlüğe kondu. Bu nizamname ile kazılar Maarif Vekaleti’nin iznine bağlandı ve eserlerin yurt dışına çıkarılması yasaklandı.

Eserlerin korunmasına yönelik yürürlüğe konan bu düzenleme, 1874 tarihli yeni nizamname ile değiştirildi ve ilk nizamnamede eski eserlerin yurt dışına çıkarılmasını yasaklayan hüküm geçersiz kılındı. 1874 tarihli nizamnamenin eski eserlerin yağmalanmasının önünü yasal olarak açtığı anlaşılsa da, yeni Asar-ı Atika Nizamnamesi 1884’te yürürlüğe kondu.

1906 yılında bu nizamnamenin ana yapısı değiştirilmeden bazı küçük değişiklikler yapılarak Cumhuriyet Dönemi’nde kanun olarak kabul edildi ve 1973 yılına kadar eski eserlerin korunmasına yönelik tek yasa olarak yürürlükte kaldı.

1973 yılında, 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin ardından 1983 yılında bugün halen yürürlükte olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu yürürlüğe girdi.

Sonuç olarak 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yasal düzenlemelerle eski eserlerin yurtdışına çıkarılması engellendi. Tüm bu düzenlemeler ile birlikte Türk kazıları da başlatıldı ve bu kazılardan elde edilen eserler, İstanbul’da bulunan müzede toplanmak üzere buraya gönderildi. Oluşan koleksiyonlarla birlikte bilimsel açıdan çalışmalar artarak hız kazandı.

Koleksiyonlar

Müzelerde toplanan eserlerle oluşturulan koleksiyonların çoğunluğu Anadolu ve Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde elde edilen eserlerden oluşuyordu. Bunların dışında son dönem Osmanlı sarayları, “Anıt Müzeler” ve “Müze Evler” ise arkeolojik ve etnografya ağırlıklı müzelerimizden farklı bir grup olarak bulunuyor.

Türk müzeciliğinin başlangıcında, “korunmaya ve toplanmaya” değer bulunan malzemeler çoğunlukla arkeolojik eserler olmuştu. Bu eserlerin imparatorluk sınırları içerisinde korunması amacıyla toplandığı ve bugünkü adı İstanbul Arkeoloji Müzeleri olan modern anlamda ilk müzemiz Müze-i Hümayun kuruldu.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri (Müze-i Hümayun)

Müze-i Hümayun’un temeli olan Aya İrini Kilisesi, İstanbul’un fethinden itibaren hem Osmanlı’nın kendi kullandığı hem de savaş ganimeti olarak ele geçirdiği askeri teçhizatın bulunduğu bir koleksiyonu içeriyordu. Buraya müdür olarak atanan Osman Hamdi Bey ile yeni bir döneme girilmiş oldu. Osman Hamdi Bey, burada toplanan eserlerin korunması için mimar Vallaury’e planlarını çizdirerek bugün İstanbul Arkeoloji Müzeleri olarak bilinen binayı yaptırdı.

Mecma-i Esliha-i Atika (Eski Silahlar Koleksiyonu) olarak anılan bu koleksiyonun modern anlamda bir müzede değerlendirilmesi II. Meşrutiyetin ilanından (1908) sonra Askeri Müze’nin kuruluşuyla gerçekleştirildi.

Bunun dışında 1897 yılında Müzehane (Müze Amirliği/Bahriye Müzesi Müdürlüğü) adıyla kurulan Deniz Müzesi de idari açıdan bir askeri müze olarak nitelendirilse de içinde bulundurduğu koleksiyon itibariyle Aya İrini’dekinden farklılık göstererek Türk müzeciliğinde koleksiyonlarının çeşitlenmesine katkı sağlayan bir diğer kurumdu. Müze’nin koleksiyonları denizci kıyafetleri, deniz ve denizcilikle ilgili tablolar, saltanat kayıkları, tarihi haritalar gibi,  denizcilik tarihimizle ilintili objelerden meydana geliyordu. İstanbul Tersane-i Amire’de kurulan müze bir dönem Dolmabahçe Sarayı’nın çeşitli mekanlarında yer aldıktan sonra, 1961 yılında bugün Beşiktaş’ta bulunan binasına taşındı.

Deniz Müzesi’nin Beşiktaş’ta bulunan binası.

“Elbise-i Atika” koleksiyonu arkeolojik ve askeri koleksiyonlardan farklı bir içeriğe sahip olarak Abdülmecid döneminde (1839-1861) sergilenmişti. Yeniçeri kıyafetlerinin yanı sıra Osmanlı Dönemi’nin belli başlı tüm görevlilerinin kıyafetlerini de tanıtan bu koleksiyon, Sultanahmet Meydanı’ndaki İbrahim Paşa Sarayı’nda sergilenmiş ve “Kıyafethane” ya da “Yeniçeri Müzesi (Museé des Janissaires)” olarak da anılmıştı. Daha sonraları, fazla uzun ömürlü olmayan bu koleksiyondan geriye kalanlar Aya İrini’deki Askeri Müze’ye devredildi.

İslami Döneme ait eserlerin bir müze çatısı altında toplanması ise 20. yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleşti. 1914 yılında İslam sanatı üzerine ülkemizin ilk müzesi olan Evkaf-ı İslamiye Müzesi (bugünkü adıyla Türk ve İslam Eserleri Müzesi) açıldı. Bu müze aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu zamanında açılan son müze olma özelliğini de taşıyor.

Elvah-ı Nakşiye olarak anılan resim koleksiyonu, sanat koleksiyonları için bir başlangıç olmuştu. Bu koleksiyon, 1883’te açılan Güzel Sanatlar Okulu öğrencilerinin eğitimini desteklemek amacıyla resim koleksiyonu ve bu koleksiyonun sergileneceği bir resim salonu oluşturulması düşüncesinden meydana gelmişti.

Bunula birlikte ilk sanat müzesi olma sıfatını, Cumhuriyetin ilanından sonra, 1937 yılında Atatürk’ün emriyle kurulan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi aldı.

Ülkemizde müzeciliğin başlangıcından Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar çoğunlukla arkeolojik, tarihi, etnografik, el sanatları ve İslam sanatlarına ait eserlerden oluşan müze koleksiyonları, 1980’li yıllara kadar hemen hemen aynı alanlarda gelişim gösterdi. Bu koleksiyonlar özel müzelerin kurulmasının önünü açan 1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun yürürlüğe konmasının ardından çeşitlendi.

Müze mekanları hangi kriterlere göre seçildi?

Türk müzeciliğinin ilk dönemlerinde çoğunlukla, mevcut yapılar restorasyon veya mekanın yeni bir düzenlenmesi ile müze olarak faaliyet göstermeye başladı.

Ankara Etnografya Müzesi

1891 yılında açılan İstanbul Arkeoloji Müzeleri (Müze-i Hümayun), ülkemizde müze binası olması adına tasarlanan ilk yapıydı. Cumhuriyetin ilanından sonra ise ülkemizde müze binası olarak tasarlanan ilk yapı Ankara Etnografya Müzesi (1925-1930) oldu.

Müze-i Hümayun örneği dışında Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, müzelerin mevcut yapılardan dönüştürülen binalar olması geleneği devam etti. Bu tutum şu an günümüz müzeciliğinde de zaman zaman kendini göstermeye devam ediyor.


Kaynakça

Özkasım, H., & Ögel, S. (2005). Türkiye’de müzeciliğin gelişimi. İtü Dergisi2(1). s.96-102

Kervankıran, İ., Eryılmaz, A. G. (2015). Müzelerin Türkiye Turizmindeki Yeri Nedir? Türkiye’de Müze Turizminin Mekansal Dağılımına Genel Bir Bakış. EITOC-2015, s. 602-614.

Önder, A., Abacı, O., & Kamaraj, I. (2009). Müzelerin Eğitim Amaçlı Kullanımı Projesiâ: İstanbul Arkeoloji Müzesiâ ndeki Marmara Örneklemi. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi25(25), 103-117.

İÜ Klasik Arkeoloji mezunu, MSGSU Arkeoloji Yüksek Lisans öğrencisi.

You must be logged in to post a comment Login