Bir müze, bağışlanmış antik eserlerden oluşan büyük bir koleksiyonu elde ettiğinde, küratörlerin bu eserler arasından en azından bir kısmının sahte olduğunu fark etmeleri alışılmadık bir durum değildir. Eser sahtekarlığı sıradan kabul edilirken bazı sahtekarlıklar orijinalliklerinin geçmişi değiştiren sonuçlara sahip olmasından ötürü oldukça ün kazanmıştır. Örneğin Kayıp kent Atlantis’ten olduğu (ya da uzaylılara ait olduğu) iddia edilen kristal kafatasından, Vikinglerin oyduğu söylenen bir germen yazıtına ve hatta “kayıp halka” hilesine kadar, burada yaygın olarak sahte olduğu düşünülen ve tarihi değiştirebilecek altı eser listeleniyor.
Sahte bir belge olan Konstantin’in Bağışı’nın, 8. yüzyıldan itibaren pek çok kez kopyalandığı biliniyor. Orijinal belge kayıp ancak bugüne ulaşan belgelere göre Roma İmparatoru I. Konstantin’in Papa I. Sylvester’e ve onun haleflerine Roma İmparatorluğu tarafından kontrol edilen topraklar üzerinde nihai otorite verdiği iddia ediliyor. “Sözü edilen en kutsal ruhani liderimiz, babamız evrensel papa Sylvester’a, sarayımız ve Roma şehrinin yanı sıra İtalya’nın tüm eyaletlerini, yörelerini ve şehirlerini ve dahi tüm Batı bölgelerini hediye olarak kendisinin veya ardıllarının iktidarına ve saltanatına teslim ediyoruz” diye aktarılıyor Latince metinden. (Latince’den Ernest F. Henderson’un çevirisi).
Belgenin ne zaman yapılmış olduğu tartışma konusu. Ancak, Ortaçağ boyunca, Papa’nın siyasi görüşmelerde Avrupa yöneticileri üzerinde otorite kurmasında kanıt olarak kullanıldığı biliniyor. 15. yüzyılda İtalyan bilgin Lorenzo Valla, belgenin nasıl ve neden bir sahtekarlık ürünü olduğuna dair uzun bir makale yayınladı.
Valla bu yaptığının büyük riskler taşıdığını biliyordu ve yazısının başına “Bana karşı nasıl öfkelenecekler ve eğer fırsatını yakalarlarsa memnuniyetle çabucak beni cezalandıracaklar!” diye belirtmişti (çeviri Christopher B. Coleman). Ancak, Valla, Papa’nın belgeyi öne sürerek kendi iç işlerine karışmalarından bıkan Avrupa’daki hükümdarlardan destek buldu.
1912’de Londra’da bulunan Doğal Tarih Müzesi’nde paleontolog olan Arthur Smith Woodward ve amatör bir antikacı olan Charles Dawson, İngiltere-Piltdown’da yeni bir insan türü keşfedildiğini bildirdi. Eoanthropus dawsoni olarak adlandırılan bur erken dönem insan türünün 1 milyon yıl öncesine ait olabileceğine inanıyorlardı.
O tarihlerde, 1 milyon yıl önce erken dönem insanların İngiltere’de yaşayıp yaşamadığı henüz belli olmamıştı ve bu keşif, bunun kanıtı olabilirdi.
Bulgular şüphe yarattı ve zamanla Eoanthropus dawsoni’nin, orangutan ve modern insan kemiklerinin bir karışımı olduğu ortaya çıktı. Bu keşif büyük şöhret yarattı. Bunu kimin ve neden yaptığı hala belirsizdir ancak Doğal Tarih Müzesi’nden Chris Stringer ve meslektaşları hala cevapları bulmaya çalışıyor.
İronik bir şekilde günümüz arkeologları İngiltere’de erken insanın kanıtlarını buldular. İlk insanın İngiliz Adaları üzerinde ilk ne zaman yürümüş olabileceği hala belirsizdir, ancak bu 1 milyon yıldan uzun bir süre önce de olabilir.
1898’de Olof Ohman adlı bir çiftçi, Minnesota’daki Kensington kasabasına yakın bir yerde üzerine runik harfler oyulmuş bir taşı ortaya çıkardı. Geçtiğimiz yüzyılda bazı araştırmacılar ve amatörler bu taşı analiz ettiler; bunların bir kısmı Kensington Yazıtının 14. Yüzyılda Minnesota’ya yaptıkları bir yolculuk sırasında bir grup Viking tarafından yapıldığına inanıyor.
Vikingler Grönland’da koloniler kurdular ve 11. Yüzyılda Newfoundland’daki L’Anse Aux Çayırlarında kısa süreli olarak bir yerleşim kurdular, ancak bu taş, Vikinglerin Minnesota’ya da seyahat etmiş olabileceklerinin tek kanıtı olabilir.
Günümüzde çoğu bilim insanı, taşın 19. yüzyılda yaratılmış olduğuna inanıyor ve taşın üzerindeki runik harflerin 14. yüzyıldaki veya diğer ortaçağ dönemlerine ait runik harfleri ile eşleşmediğini belirtiyorlar. Uppsala Üniversitesi’nden Profesör Henrik Williams’ın 2012’de İsveç-Amerikan Tarihi’nde yayınlanan bir makalesinde, bu runik harflerin 19. yüzyılda İsveç’teki gezginlerin kullandığı bir çeşit runik kodu andırdığını belirtir. Williams, bunları kimin yazdığına ve motivasyonlarının ne olduğunun belirlenmesine özellikle dikkat edilmesi gerektiğini belirtiyor. Yani taşı oyan yazarların niyeti, Vikinglerin Minnesota’ya ulaştığına inandırmak olmayabilir.
Sözde Orta Amerika’dan gelen bu kafatasları, 19. yüzyılda eski eser pazarlarında görülmeye başladı. Kafataslarının Olmek, Maya, Toltek ve Aztek uygarlıkları tarafından yapıldığı iddia edildi. Sınırdaki teorilere göre ise, kafatasları kayıp şehir Atlantis’ten ya da eski zamanlarda Dünya’ya inen dünya dışı varlıklardan gelmiş olabilir.
Bu kristal kafataslarından hiçbiri her hangi arkeolojik kazıda bulunmadı ve yakın tarihli araştırmalar, kafataslarının 19. ve 20. yüzyıllarda yapılan bir sahtekarlık ürünü olduklarını gösteriyor. Uzmanlara göre, sahtekârlardan bazıları büyük olasılıkla sadece para kazanmak istedi; bazıları ise çeşitli sınır teorileri geliştirmeye ilgi duyuyordu. 2008 filmi “Indiana Jones ve Kristal Kafatası Krallığı” bu kafataslarının uzaylılar tarafından yapıldığı fikrine odaklandı.
Mart 2011’de, akademisyenlerin de dahil olduğu bir grup, MS 1. yüzyıla ait olabileceği düşünülen birkaç öncü (ya da kurşun) kod buldular, ve bunların bilinen en eski Hıristiyan metni olduğuna inanıldı.
Bu iddia dünya çapında medyada yer aldı ancak bilim insanları, birkaç ay içinde kodların sahtekarlık ürünü olduğunu tespit ettiler.
“En az 2,500 yıllık eski Aramice formların olduğunu fark ettim, ancak bunlar daha genç olan diğer formlarla karışık olarak yer alıyordu. Bu sebeple onları daha yakından inceledim ve bulabileceğim tüm farklı biçimleri çıkardım.” diye aktarıyor Aramice çevirmen Steve Caruso Canlı Bilim’e verdiği demeçte. Kodların sayısız tutarsızlıklar ve anakronizm içerdiğini ve aceleyle kopyalanan işaretler barındırdığını keşfettiğini de ekliyor. Bilim insanları, bu kodları kimin ve neden yaptığını hala bilmiyor.
Bu papirüsün keşfi, Harvard Üniversitesi’nden profesör olan Karen King tarafından Eylül 2012’de ilan edildi.
Bir Mısır dili olan Koptik dilinde yazılmış olan bu parça, Hz. İsa’nın kimliğini Meryem olarak açıkladığı bir kişiye ”karım” diye hitap ettiği bir diyalog içerdiği iddia ediliyor: “İsa onlara, ‘Karım …’ dedi” ve aynı zamanda muhtemelen Mary Magdalene’e atıfta bulunulan Mary-Meryem sözcüğü geçiyor.
Birçok bilim insanı bu metnin sahte olduğunu düşünüyor. Papirüsün sahibi, anonim olarak kalmayı ısrarla sürdürüyor ve bu papirüsü 1999 yılında Hans-Ulrich Laukamp adlı bir adamdan satın aldığını belirtiyor. Hans-Ulrich Laukamp’ın ise 1963’te Doğu Almanya’daki Potsdam’dan aldığını ekliyor. Ancak yapılan araştırmalar bunun doğru olmadığını ortaya çıkardı.
Testler, papirüsü 1.200 yıl öncesine tarihlendiriyor ve mürekkebin eski zamanlarda yapılmış olabileceğini gösteriyor. Papirüsü ve metnin dilini inceleyen araştırmacılar, bunun bir sahtecilik olduğuna inanıyorlar. Ancak King ve birkaç başka araştırmacı hala papirüsün otantik olabileceğine inanıyor ve yayın için yeni bilimsel testler hazırlanıyor.
Live Science. 24.08.2015
You must be logged in to post a comment Login