Stonehenge Nasıl İnşa Edildi?

Akıllarda soru işaretleri yaratan önemli arkeolojik yapılardan biri olan Stonehenge’i kim, neden, ne zaman ve nasıl inşa etti? Arkeolog Mike Pitts, bu ünlü alanın nasıl inşa edildiğine ve insanların devasa taşları buraya nasıl taşıdıklarına dair sorulara cevap bulmak için Stonehenge’i çok daha yakından inceliyor.

Stonehenge’in kendine özgü silüeti 4.500 yıl önce gerçekleştirilen inşaat ile 20. yüzyıla kadar oluşan hasar, parçalanma ve çökmenin bir karışımından oluşuyor. C: Mike Pitts

British Museum’un The World of Stonehenge (Stonehenge’in Dünyası) adlı sergisi, bu dünyaca ünlü anıtı oluşturan insanlar hakkında düşünmek için şahane bir fırsat yaratmakla birlikte merak edilen soruların cevapları hakkında ipuçları da taşıyor. Ziyaretçiler Kuzey Avrupa boyunca keşfedilen farklı dönemlere ait hazineler ve günlük kullanıma özgü nesneler ile çevrili galeride gezinebilir ve bir zamanlar bazı şeylerin günümüzdekinden ne kadar farklı olduğunu hissedebilirler. Sergi tarihinin yaklaşmakta olduğunu bilen Arkeolog ve Gazeteci Mike Pitts, Stonehenge’deki ilk kazısından ve anlatılmamış çok fazla hikaye olduğuna dair keşfinden beri yani neredeyse 40 senedir yazmayı düşündüğü kitabı sonunda yazması gerektiğine karar verdi. Fakat söze nasıl başlamalıydı?

(İlgili: Stonehenge Niçin İnşa Edildi?)

Stonehenge hakkında o zamana dek pek çok kitap yazılmıştı ve bu kitapların birçoğu da aynı şeyi yapıyordu: Arkeoloji ile arkeologlardan bahsediyor, Stonehenge’in bulunduğu doğal ortam, dört ya da beş bin yıl önceki insanlar ve alandan gelip geçen diğer bütün yapılar hakkında neler bilindiğini anlatıyordu. Ayrıca bu kitaplar, Stonehenge’in neden inşa edildiğini özellikle ve büyük bir özgüvenle ele alıyordu.

Görünüşte cevaplanması en zor soru olan Stonehenge’in neden inşa edildiği sorusu, Mike Pitts’e göre cevaplanması en kolay olan soruydu. Sıradan insan çabasının ve Taş Devri’nin sınırları içinde hemen hemen her şey mümkün olabilirdi; alanın arkeolojisi doğru bir şekilde anlaşıldığı sürece bu soruya verilen hiçbir cevabın yanlış olduğu kanıtlanamazdı. Bu durum, bu soruyu Mark Pitts için en az ilgi çekici olan soru haline getiriyordu.

Stonehenge’deki taşlara vuran ışık, Salisbury Ovası’nın engin gökyüzünün altında sürekli değişime uğruyor. C: Mike Pitts

Peki ya “Nasıl?” sorusu? İşte şimdi üzerinde düşünülecek bir konu vardı! Stonehenge’i oluşturan taşlar, İngiltere’nin farklı farklı bölgelerinden Salisbury Ovası’na nasıl getirilmişti? Güney Pasifik ülkesi Tonga’daki küçük ve Stonehenge’le tamamen bağlantısız olan yapı bir kenara koyulduğunda, belki de dünya üzerinde birbirine geçen taşlara sahip tek megalitik anıt olan Stonehenge’in taşları nasıl şekillendirilmişti? Tonlarca ağırlığa sahip bu taşlar, daha önce böyle bir şey yapmamış insanlar tarafından ipler ve keresteler kullanılmadan nasıl havaya kaldırılmıştı?

Bunlar, kolayca cevaplanabilecek sorular değildi fakat ortada geçen yüzyıl boyunca yapılmış olan araştırmalar ile yeni yapılan bir araştırmanın da dahil olduğu, genellikle pek bilinmeyen raporlarda yer alan birçok güçlü kanıt vardı. 1924 yılından beri hiç kimse, bu taşları konu alan bir kitap yayımlamamıştı. Mike Pitts, kendi kitabını yazarken Stonehenge hakkında birçok yeni bilgi edindi.

Stonehenge’in Tüm Yönleriyle Harika Olmasının Nedeni

Stonehenge ile yakından ilgilenen Mike Pitts gibi arkeologlar için küçük detaylar hakkındaki tartışmaların içine çekilip değişen ve büyüyen bir anıtta tam olarak ne olup bittiği üzerinde kafa patlatarak, yüzyıllık kazı günlüklerine dalarak ve tozlu müze kutularının kapaklarını kaldırarak taşlar hakkındaki asıl meseleyi gözden kaçırmak çok kolay. Binlerce yıldır orada duran, ilk düzenlendiği zamanlarda yepyeni olmasına rağmen şimdi tanıdık birer harabeye dönen bu devasa, yıkık dökük taşlar; arkeologlardan ziyade sanatçılar tarafından incelendi. Taşların şekilleri ve yüzeyleri hakkındaki ilk eksiksiz makale, 2012 yılı gibi yakın bir zamanda yayımlandı.

Sarsen adlı taşların alt kısmında, dikey taşların üstündeki çıkıntılar ile birleşmeleri için oyularak delikler açılmıştı. C: Mike Pitts

O çalışma sayesinde bu Neolitik yüzeylerde orijinal yüzey desenlerine dair şimdiye dek fark edilenden çok daha fazla işaret ile birlikte Tunç Çağı’na ait oymalar olduğu biliniyor. Taşlar tek başına çok şey anlatıyor; ayrıca kısmen kayıp hikayelerinden kısmen ise birer form olarak saf mevcudiyetlerindan gelen heyecanlandırıcı bir güce sahipler. Her taş bir diğerinden farklı: Kimisi küçük şekilsiz bir kaya parçası kimisi ise devasa, farklı şekillerle işlenmiş büyük bir taş levha. Taşların birbirine geçmesi için oyulmuş ek yerleri ile doğal çukurlar ve çatlaklar, her megalit ve lentonun (yapılarda kapı ve pencere gibi dikey boşlukların üzerine yatay olarak konulan blok) kendine özgü olmasını sağlıyor.

Bunların tümü; -günlük ziyaretçilerin anıtın orta kısmına girmesinin yasak olduğu kırk yıl içinde- narin ve kırılgan bahçelere dönüşen, taşların yüzlerini yol yol yapan ve onları açık yeşil, mor ve koyu kahve renkleri ile boyayan likenlerle kaplanmış durumda. Alana her bakıldığında farklı bir manzara görülüyor: Yağmur karartıyor ve keskinleştiriyor, güneş canlandırıyor ve günler ile mevsimlerin her bir zamanı kendine özgü ışığı ve gölgeyi taşıyor.

Taşlar Nereden Geldi?

Stonehenge, antik dünya göz önünde bulundurulduğunda ve özellikle de bluestone olarak bildiğimiz megalitler dikkate alındığında, kendisini oluşturan materyallerin alana taşındığı mesafeler bakımından oldukça sıra dışı bir yapı. Farklı volkanik kayalardan yapılan bu taşların çoğu, Güneybatı Gallerdeki bir taş ocağından çıkarılmıştı.

Mike Pitts, bu taşların yolculuğunun yaklaşık 350 km olduğunu tahmin ediyor. Bununla birlikte Stonehenge’e karakteristik silüetini kazandıran büyük taşlar ise İngiltere’nin güneyinde bulunuyordu. Sarsen taşları adı verilen bu taşlar, sert kum taşından yapılıyordu ve bunların hiçbiri, alanın yaklaşık 30 km kuzeyindeki Marlborough Tepelerinden daha uzak bir yerden gelmemişti.

Stonehenge’deki bluestone adlı taşlar. C: Mike Pitts

Bu farklı taşların getirilmiş olabileceği belli rotaları haritalandırdıran ve hemen hemen tüm taşların ağırlıklarını hesaplayan Pitts, bluestone ve sarsen adlı taşlar arasındaki mesafenin aslında düşünülenden çok daha önemli olduğuna inanıyor. Her bir mesafede taşınan toplam ağırlık miktarı düşünüldüğünde, teorik ton/km hesabına göre bluestone adlı taşlar kulağa sarsen adlı taşlardan daha etkileyici gibi geliyor. Fakat bu durumda iki önemli faktör göz ardı ediliyor.

İlk olarak blusetone adlı taşlardan meydana gelen orijinal yapının, alandaki diğer bütün yapılardan beş yüzyıl önce yapılmış 56 taştan oluşan bir daire olduğu düşünülüyor. İnsanlar istedikleri takdirde Wiltshire’a 56 yıl boyunca her yıl bir taş getirebilirlerdi yani bir taş, diğerlerinden tamamen bağımsız olacak şekilde dikilebilirdi. Buna karşın sarsen adlı taşlar, üzerlerindeki ek yerleri ve şekillerden de anlaşılacağı üzere bir arada bulunmaları amacıyla oyulmuş ve tasarlanmıştı. Bir taşı taşımak ve işlemek, çok daha büyük bir projenin bir parçası olmalıydı; bu durumda daha çok insanın birlikte çalışması gerekirdi. Tabii bir de boyut konusu vardı.

Bir sarsenin işlenmiş yüzeyinin yakından görünümü. C: Mike Pitts

Ortalama bir bluestone taşı 2 ton, sarsen ise 20 ton ağırlığındaydı ve en büyük sarsen taşı bunun iki katı kadardı. Bluestone taşları akarsular boyunca taşınmış olabilirdi ki geçtiğimiz yüzyılda insanların bunlara benzer boyutlara sahip taşları ahşap birer kasa içinde Myanmar ve Hindistan sınırı boyunca taşıdıkları biliniyor. Sarsenleri taşımak için ise ağırlıkları doğrultusunda güçlü kızaklara ihtiyaç duyulmuş olmalıydı; bu, bu taşlar üzerindeki işlemelerin bazılarının, taşların Stonehenge’e ulaşmasından sonra yapıldığı anlamına geliyordu.

Meşe ağacından yapılma bir kızak üzerinde duran ve sayıları 70’i aşan diğer taşların gittiği rotayı takip eden büyük bir sarsen, yumuşak zeminin çökmesine sebep olabilirdi; bu nedenle ahşap bir yol yapmak gerekiyordu. Marlborough Tepelerinden kuzeye doğru 20-30 kilometrelik bir yol, anıtsal bir proje olmalıydı. Nesiller boyunca insanlar, bluestone adlı taşların çok uzaklardan, ufuk ötesinden, batı yönünden geldiğini biliyor olmalılardı. Fakat asıl hatırlanmaya değer başarı katedilen mesafeler değil, sarsen taşlarının yaptığı yolculuklardı.

Tüm bunlara ek olarak geçtiğimiz yüzyılın arkeologları, bazı çukurlarda megalitleri destekleyen “Chilmark kireç taşı” adını verdikleri taş öbeklerine rastladılar. Bu taşın elde edilebileceği en yakın kaynak, alanın yaklaşık 20 km güneybatısında yer alıyor fakat hiçbir modern jeolog, incelenebilecek bir numuneyi şimdiye dek bulamadı; dolayısıyla taşın varlığı gizemini korumaya devam ediyor.

Taşlar Nasıl Dikildi?

Stonehenge’in devasa taşlarının yerden kaldırılıp nasıl dikildiğine dair hemen hemen her akla yatkın senaryonun ardında, meşe direklerinden yapılmış büyük, A şeklinde bir çerçeve formundaki kaldıracın gücünden yararlanarak uzun halatları çeken kalabalıkların resmi yer alıyor. Bu resim, İngiliz Mirası El Rehberi’nde (English Heritage Guidebook) görülebilir; ayrıca BBC, 1990’larda yapılan bir filmde betondan yapılmış gerçek boyutlu megalitler kullanılarak yapılan olağanüstü bir canlandırmada bu tasviri konu aldı. Fakat bir sorun var: Bu yöntemin işe yaraması mümkün değildi.

Stonehenge’de gün batımı. C: Mike Pitts

Modeller, grafikler ve deneylerin hepsi, boş bir alanda duran bir ya da iki taşı konu alıyor. Fakat muhtemel Stonehenge, bir inşaat alanıydı. Trilithon (ikisi dik, birisi ise onların üzerinde yatay duran taşlar) olarak bilinen en büyük taşlar, kendilerini çevreleyen daireden daha önce dikilmiş olmak zorundaydı çünkü dairedeki boşluklardan içeri geçmeye imkan sağlamayacak kadar büyüktüler. Bu durum, daire üzerindeki taşların uzun ipler kullanılarak yükseltilmesini imkansız kılıyordu; taşları iç kısımda yere yatırıp dış kısma doğru çekerek dik duruma getirmek isteseler iç kısımda taşları yere yatıracak kadar boş alan bulamazlardı, taşları dışarıda yere yatırıp iç kısma doğru çekerek dikleştirmek isteseler bu sefer de kaldıraçlar, ipler ve çekme işlemini gerçekleştiren insanlar için yeterli yer kalmazdı. Dolayısıyla Stonehenge’deki dikey taşların çoğunun bu yolla dikilememiş olduğu fazlasıyla açık.

Bu konu üzerinde düşünen Pitts, aklındaki soruların çözümüne dair ilhamı Rapa Nui’de yani Paskalya Adası’nda, ada sakinlerinin 1950 yılında Thor Heyerdahl için yaptıkları gösteride bulmuşa benziyor. Bu gösteride adalılar, Stonehenge’deki büyük megalitler ile hemen hemen aynı ağırlıkta olan yerdeki heykeli, kaldıraçlarla bir yandan diğer yana devamlı bir şekilde sallamakla birlikte her seferde yükselen tarafın altına dikkatlice küçük taşlar yerleştirerek yerden kaldırmışlardı. Heykelin yükselen baş kısmının bir tarafının altında yavaş yavaş bir taş tepeciği oluşmuş ve heykel neredeyse dik konuma gelmişken birkaç ipin nazikçe çekilmesiyle iş tamamlanmıştı. Salisbury Ovası’nda da aynı şey yapılmış olabilirdi. Bu kez taş tepecikleri yerine tahtalar kullanılmış, yerden kaldırılan taşa bağlanan ve hatta belki de taşla birleştirilen kerestelerin yavaş yavaş eklenmesiyle 30 tonluk megalit sakince ve güvenli bir şekilde dik pozisyona getirilmiş olmalıydı.

Taşların Neredeyse Tamamı Düşmüş Durumda

20. yüzyılın başlarına gelindiğinde 5 büyük taş yere düşmüş ve 10’u ise ahşap direkler ile desteklenmişti. Başka bir taş ise 1963 yılında düştü. Bu tür yıkılmalar 1920’lerde, 1950’lerde ve 1960’larda yapılan büyük restorasyon çalışmaları ile engellenmeye çalışılmıştı; bu çalışmalar olmasaydı günümüzde ayakta kalan çok daha az taş olabilirdi. Maalesef ki bu çalışmalar sırasında zaten çok iyi şekilde kaydedilmemiş yer altındaki arkeolojik tabakalara bir hayli zarar verilmiş oldu. Her şeye rağmen hala Stonehenge’de gelecekte gün ışığına çıkarılacak çok şey ve öğrenilecek çok fazla hikaye var.


British Museum. 16 Şubat 2022.

Kocatepe Üniversitesi'nde Hukuk okuyor. Dil, tarih ve arkeoloji alanlarında kendini geliştiriyor.

You must be logged in to post a comment Login