Arkeoloji bilimine 50 yılını veren İstanbul Üniversitesi Prehistorya Ana Bilim Dalı emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Sevil Gülçur, Türkiye Arkeolojisinin önemli isimlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Kariyerinin başlarında farklı bölgelerde arkeolojik çalışmalara katılan Gülçur, daha sonraları hocası Ufuk Esin’in de etkisiyle Orta Anadolu bölgesine yöneldi ve 96 yılında keşfettiği Güvercinkayası’nın uzun yıllardır kazı başkanlığını yapıyor.
Anadolu’da en kapsamlı araştırılan Kalkolitik merkezlerden biri olan Güvercinkayası ve Kalkolitik Dönem üzerine Prof. Dr. Sevil Gülçur ile röportaj yaptık.
Güvercinkayası kalibre edilmiş radyokarbon tarihlerine göre MÖ 5200 – MÖ 4820 tarihleri arasında yerleşilmiş bir alan. Güvercinkayası’nda yerleşim boyunca 2 tane ana tabaka var; Bir tanesi Orta Kalkolitik olarak adlandırılan döneme denk düşen tabaka, diğeri ise MÖ yaklaşık 4600 – MÖ 4500, bu da Post Obeyd yahut Geç Obeyd dediğimiz döneme denk geliyor.
Güvercinkayası, Orta Anadolu’da en kapsamlı araştırılmış Kalkolitik merkez. Çünkü 22 senelik çalışma sonucunda yerleşmenin hemen hemen %99’unu kazdık. Böylece biz bir yerleşmeyi bütünüyle, daha doğrusu günümüze kadar ulaşabilmiş kısmını bütünüyle ortaya çıkarmış oluyoruz. Bizim kazının bir kötü tarafı, Mamasın Barajı’nın içinde yer alıyor olması. Bu durumdan dolayı maalesef geleceğe dönük herhangi bir koruma, onarım yapamıyoruz burada. Çünkü her yıl baraj yükseldiğinde yerleşmenin çok büyük bir kısmı su altında kalıyor. Bu sene eğer bakanlıktan yeterli bütçe ayrılırsa, iç kaleyi biraz daha sağlamlaştırıp alanı öyle terk etmek istiyoruz.
Kalkolitik dönem için önemi yahut Türkiye arkeolojisi içindeki önemine gelirsek; Güvercinkayası, Yumuktepe höyüğü Kalkolitik tabakaları ile paralellik gösteriyor. Her iki yerleşmede de bir iç kale var. Güvercinkayası’nda yer alan iç kale tümüyle ayakta ve 2 metreye ulaşan 2 tane kulesi de mevcut. Bu durumda Güvercinkayası dönemsel bazda da oldukça önemli bir yerleşim.
Güvercinkayası’nın bir diğer önemi de, ilk defa yerleşmenin bütününü açtığımız için o dönemin yerleşme dokusunun nasıl olduğunu bilebiliyor olmamız ve aşağı yukarı bütün katmanlarıyla yerleşmeyi bütünüyle çalışabiliyor olmamız. Bahsettiğimiz iç kalenin varlığı, yerleşmenin aşağı ve yukarı yerleşme olarak ayrıldığını gösteriyor. Yani bu toplumsal bir dinamiğin olduğunu gösteriyor. Buna ek olarak yerleşim anlayışı ve onlara eklemlenen buluntular, elitlere doğru giden bir sınıfla, daha az elit veya daha kırsal bir kesimin de varlığını kanıtlamakta.
Buluntular da bu toplumsal dinamiği destekliyor. Sur duvarının arkasındaki konutlar, yani yukarı yerleşmede yer alan konutlar, aşağı yerleşmedeki konutlara göre çok daha büyük. Aynı zamanda kiler odalarında çok daha fazla malzeme bulunuyor ve depolama için daha büyük mekânlara sahipler. Pınar Çaylı’nın bu konu ile alakalı gerçekleştirdiği tez çalışmasına göre, yukarı yerleşmede yer alan bizim 13-14 numaralı evler dediğimiz yapılarda bir silo alanı var. Bu iki evde bulunan bütün kaplar dolu olduğu takdirde 8 tona yakın tahıl depolamak mümkün, tabi her kabın içinde ne olduğunu bilmek ise pek mümkün değil. Tahıl olması sadece bir varsayım. Sınıfsal farklılaşmayı gösterebilecek bir diğer durum da bu evlerin diğer evlere göre çok daha kalın duvarlarının olması.
Güvercinkayası’nda artı ürün idaresine doğru bir gidiş var. Ancak malzemeyi depolayanların bunu köy için mi yaptıkları, yoksa bu depolama alanlarında kendi malzemelerini mi depoladıklarını bilemiyoruz. Belki de Güvercinkayası’nda köy ağalığı benzeri bir sistem gelişmeye başlamıştı, belki yukarı yerleşimde sur duvarı ile korunan yapılar bu ağalık sisteminin tepesindeki aileye aitti ve o aile belki daha fazla araziye sahipti, o araziden çıkan ürünleri de belirli şekilde kendi amaçları için depoluyorlardı.
Aşağı yerleşmede de farklı boyutlarda konutlar var, fakat bir diğer taraftan hem yukarı hem de aşağı yerleşmede bütün evlerin iç taşınmazları aynı. Tabi evlerin içinden çıkan buluntular ve evlerin boyutları size bazen bazı farklılıkları gösterebilir.
Mesela aşağı yerleşmede bir tane konut ortaya çıkardık. O konutta çok büyük bir tane öğütme sekisi var ve arkasında da gene iki tane büyük silo var. Belki de burada geniş bir kitleye un öğüten bir -bugünkü söylemiyle- değirmenci oturuyordu.
Evet, bir meslek kolu gibi olabilir ama aynı şekilde her evde ufak öğütme sekileri var. Tabi bir tanesinin diğerlerinden daha büyük olması o yere başka bir işlev yüklememize neden oluyor.
Bu uzmanlaşma konusu ile alakalı bir başka durum ise Güvercinkayası’nda yoğun bir şekilde karşımıza çıkan geyik boynuzları ile alakalı. Şunu da eklemekte yarar var; Anadolu’daki diğer Kalkolitik yerleşimlerde de bu boynuzlardan görülmekte. Güvercinkayası’nı bu konuda özel kılan ise, yaban keçisinin, yaban koyununun, yaban sığırının, evcil sığırın ve evcil koyunun da boynuzlarının bulunuyor olması. Fakat özellikle geyik boynuzları çok fazla. Bu boynuzlar hammadde olarak depolanmış. Bu da bize gösteriyor ki burada bu işle ilgili olasılıkla gelişmiş bir organizasyon var.
Yine bu konu ile alakalı Güvercinkayası’nda obsidyenin değişik anlamlarda kullanıldığını biliyoruz. Şöyle ki; Güvercinkayası çanak çömleğinin çoğu siyah açkılıdır ve daha çok depo kapları vardır. O depolama kaplarının üstünde de muhtemelen stilize edilmiş hayvan başlarını görüyoruz. Yani boynuz, kaş, göz şeklinde, kulplar da hep burun niyetine yahut yüz niyetine kullanılır ve bunların bazılarının gözleri ise obsidyen kakmadır. Yani obsidyen Güvercinkayası’nda sadece alet yapımında kullanılmıyor, aynı zamanda da prestij malzemesi olarak da kullanılıyor. Bunların çok güzel örnekleri bizde mevcut. Pek çok yuvarlak ayna bulduk. Bu aynaların üretim aşamalarını gösterecek yarı hazırlanmış hallerini de bulduk. Bu da Güvercinkayası’nda ayna üretimine dair bir faaliyetin olduğunu gösteriyor. Aynı zamanda obsidyen çekirdekler veya hammadde şeklinde de obsidyen buluntular mevcut.
Güvercinkayası’nın bir diğer özelliği de hayvancılığın özellikle koyun ve keçi yetiştiriciliğinin çok gelişmiş olması. Tarlalar ekilip biçiliyordu, bir artı ürün idaresi vardı ama artı ürün idaresinde belki hayvancılık da çok büyük bir rol oynuyordu yani hayvanlardan elde edilen ürünler de bu artı ürünün içindeydi.
Neden savunmaya ihtiyaç duydular sorusunun cevaplarından biri de bu gelişmiş hayvancılıkla alakalı olabilir. Şöyle ki hayvancılıkla birlikte daha büyük sürüler oluşmaya başladı ve o bölgeye dışardan da büyük sürü sahipleri geldi. Onlar da bu bölgede kendi sürülerini otlatmaya başladılar. Sürülerin otlatılması için arazinin kullanılmasında göçebeler ile yerleşikler arasında her zaman bir çatışma momenti doğabilir. Belki bunun üzerine Güvercinkayası’nda yaşayanlar kendilerini dışarıya karşı savunma ihtiyacında hissettiler.
Bu savunma ihtiyacı belki de Anadolu’nun daha sonraki kentleşme modelini oluşturmuştur, yani bir iç kale ve bir aşağı yerleşmeden oluşan kentleşme modelini. Bu korunma iç güdüsü fikrine destek olan bir başka buluntu ise bahsettiğim iki kule ile korunan bu iç surun yanı sıra, Güvercinkayası’nda aşağı yerleşmenin etrafında da bir destek duvarının olmasıdır.
Bu sur sisteminden bahsetmişken Güvercinkayası’nın bir diğer özelliği de yerleşmenin çok düzenli olması. Konutlar yapı adaları içine yerleştirilmiş. Bugünkü bizim blok sistemine benzer şekilde sitelenmiş gibi düşünülebilir. Bunlar yanyana veya arka arkaya dizilen evlerden oluşmakta. Ama bu evlerde bütün fırınlar aynı yönde, bütün ocaklar aynı yerde, bütün evler aynı iç donanıma haiz. Sırt sırta olan evlerde fırınlar ve ocaklar sırt sırta. Bugünkü evlerin ıslak zeminlerini hatırlatır gibi. Bir de tabi bütün uzun ve yan duvarlarını ortaklaşa kullanıyorlar. Bu demektir ki burada yaşayanlar arasında belki de kan bağı var, belki de bir ada içinde oturan evlerdeki kişiler kan bağıyla da birbirlerine bağlı.
Doğal yapının elbette bir etkisi var ama Güvercinkayası planlı bir yerleşme. Bu konu üzerine Varlık İndere öğrencimiz yüksek lisans tezi yazdı ve yapı adalarındaki değişimlerin nasıl olduğunu belgeledi.
Belirli bir dönemde insanlar yerleşmelerin çoğunda yüksek konumları seçmeye başlıyor. Bunun sebebinin tam olarak ne olduğunu söylemek mümkün değil. Yani bu iklim midir? Ya da insanlar daha korunaklı yerlere gitme gereksinimini mi duydular? İlginçtir Avrupa’da da aynı böyle bir dönemde gene korunaklı yerlere gitme eğilimi var. Mesela 1600 metre yükseklikteki kayalıklara yerleşilmiş. Bizim kazı evimizin olduğu Demirci Kasabası’nda da iki tane böyle yerleşme var. Mesela Köşk Höyük de bir kaya üstü yerleşimi, ki bu örnekler daha da artırılabilir. Bu yerleşmeler ova yerleşimlerinden farklılar ve mutlaka yolları kontrol ediyorlar.
Tabi bir model oluşmaya başlıyor. Mersin Yumuktepe’de de aynı stadelli yerleşim anlayışını görüyoruz. Ama kesin bir şekilde Güvercinkayası bu yerleşim tipinin başladığı yerdir dememiz çok doğru olmaz. Belki çalışmalar arttığında bu şekilde daha eski yerleşimler ortaya çıkacaktır. Şimdilik yapılan çalışmalar doğrultusunda Güvercinkayası bu yerleşim tipinin öncüsü denilebilir.
Bizim başlangıçta da bahsettiğim gibi çok büyük bir avantajımız vardı. Yaptığımız uzun süreli çalışmalar sonucunda bütün bir yerleşmeyi açığa çıkarabildik. Aşağı ve yukarı tanımını böylece net bir şekilde yapabildik. Aynı yerleşim tipinin görüldüğü Mersin Yumuktepe’de yapılan erken kazılarda Garstang zamanında, 50’lerde yapılan kazılarda, bir sur yapısının varlığı biliniyordu. Ancak alanın yeterli şekilde açılamamasından dolayı bir aşağı yerleşme olduğundan haberleri yoktu ve o ekip o alanı başka türlü yorumladı.
Ben eşitlikçi köy kavramına hiçbir zaman inanmadım. Yani somut olarak bunu belgeleyemesek de bir köy idare edilecekse bu eşitlikçi olabilir ama eşitlik içinde de mutlaka daha fazla söz sahibi birileri olması lazım. Örneğin Göbeklitepe, eğer o şekilde anıtsal yapılar yapabiliyorsanız bu bir organizasyon işidir ve tabi burada uzmanlaşma da söz konusudur.
Tabi herkes yontma taş yapabilir, herkes çanak çömlek üretebilir biraz becerisi olması halinde. Ben çanak çömleği hızlı çarka kadar kadınların ürettiğine inanıyorum. Söylediğim gibi çanak çömlek yapımı çok büyük maharet gerektirmese de bana verseniz ve çanak çömlek yap deseniz, bulduğumuz örneklerdeki gibi çanak yapmak gibi, öyle bir yeteneğim olduğunu düşünmüyorum. Ama bazı kişiler o dönemde bu ve benzeri konularda daha yetenekli, bazıları tıpkı benim gibi daha az yetenekli olmalı. Daha çok yetenekli olanlar belki de o topluluk içinde daha çok söz sahibi oluyorlardı.
Bu bizim köylerimizde de öyle değil midir? Örneğin bir kadın eğer bilgeyse, o köyde daha fazla saygı görür, zora düşenler gider ona akıl danışır veya kadın ebelik yapar, ya da hastalıklara göre ilaç yapar. Bütün bunlar tabii eşitlikçi dediğimiz toplumda dahi bu kadınların veya bu insanların biraz daha öne çıkmasını sağlamıştır.
Takdir edersiniz ki bu yetenekli insanlara o zamanlarda verecek para yok. Belki de ilaç yaptığı zaman siz ona değiş tokuş yoluyla bir hediye götürüyordunuz ve o kadınlar ya da erkekler daha fazla yiyecek alıyordu etraflarından. (Aslında çok da uzak olmayan bir döneme kadar bu gelenek sürmüştür.)
Eşitlikçi diyoruz ancak mutlaka cinsiyete göre bir iş ayrımı da vardı. Mesela tarımla birlikte av sahnelerine baktığınız zaman erkekler daha fazla var. Yine Göbeklitepe’den çıkan heykellere baktığınız zaman erkekler daha ön planda. Yani bu tarımla, yerleşmeyle birlikte erkek egemenliğine doğru gidiş mevcut ancak kadının da temel yaşamsal ihtiyaçlar konusunda çok büyük rolü var. Onun için ben hiçbir zaman tam eşitlikçi topluma inanmıyorum.
Şimdi Neolitik döneme baktığınız zaman çanak-çömlekli Neolitikten İlk Kalkolitiğe geçiş denilen süreç aslında bir şekilde Neolitiğin bir diğer devamı şeklindedir. Yani ilk Kalkolitiği Neolitik’ten ayıran net bir gösterge mevcut değil. Orta Kalkolitikle birlikte ise mesela bu iç kale sistemi ortaya çıkıyor. Aynı zamanda da yerleşmelerde bir büyüme oluyor. Yani Orta Kalkolitikle birlikte kasabamsı yerleşmeler ortaya çıkıyor, tarım daha gelişiyor, tarımda artık ikinci evreye geçiliyor. Bu da Neolitik’ten esas farklılaşmanın İlk Kalkolitikte değil de Orta Kalkolitikte tam olarak görülmeye başladığı anlamına geliyor.
İkinci evre dediğimiz konu, örneklendirmek gerekirse mesela Mezopotamya’nın güneyine bakarsanız 6 binden itibaren sulama başlıyor. Tabi biz aynı dönemlerde Anadolu’da kuru tarıma bağlıyız. Bu dönemle birlikte artı ürün idaresi daha gelişiyor. Ben kendi özelimde artı ürünün saklanma işinin Neolitikten itibaren var olduğunu düşünüyorum.
Tabii bazı şeyler de terk ediliyor, örneğin Orta Anadolu’da ok uçları ortadan kalkıyor yerini sapan taşları almaya başlıyor.
İlk Kalkolitiğin o şaşalı kap kacakları da ortadan kalkıyor, mesela güneyde Halaf boyalıları olarak adlandırılan bir çanak çömlek grubu vardır. Halaf’ta da hayvanlar betimlenir ama bunlar daha çok boyalıdır, çift renk, üç renk boyalıdır. Orta Kalkolitikten Orta Anadolu’da yani Aksaray, Nevşehir, Niğde, Kayseri bölgesinde bu boyaların yerini kabartmalar alıyor. Natüralist üsluptaki betimlemeler birdenbire stilize olmaya başlıyor. Doğu Anadolu Kalkolitiğine baktığınız zaman boyalılar daha uzun süre kullanılmıştır. Doğu Anadolu’da boyalıların ortadan kalkması Geç Kalkolitikle birliktedir.
Geç Kalkolitik de bir başka önemli konu. Ancak bu dönem Orta Anadolu’da yeterince çalışılmadığı için dönemin dinamiklerini tam olarak bilemiyoruz. Bilgilerimiz Güvercinkayası’ndan elde ettiklerimizle sınırlı. Buradan bildiklerimize göre, bu bölgeye Kuzey Mezopotamya ve Doğu Anadolu’dan gelen bir anlayışın olduğu. Geç Kalkolitik döneme düşen bu tarihlerde Orta Anadolu’da görülmemiş yabancı bir malzeme ve yabancı bir yapı sistemi görülüyor.
Biz buna üç kanatlı yapı sistemi diyoruz. Bunun kökünün de Güney Mezopotamya Obeyd kültürüyle başladığı düşünülüyor. Öğrencimiz Işıl Demirtaş Güvercinkayası Geç Kalkolitik malzemesi üzerine yani geç Obeyd malzemesi üzerine çalışıyor ve o diyor ki; en erken üç kanatlı yapı sisteminin bilindiği yerler gene Kuzey Mezopotamya. Çünkü Güney Mezopotamya’da kazı çalışmaları yetersiz olduğu için izi ancak buraya kadar takip edilebiliyor.
Güvercinkayası’nın ilk tabakalarının üzerine işte bu Kuzey Mezopotamya’dan, Doğu Anadolu’dan gelen Geç Obeyd Kültürü yerleşiyor. Güvercinkayası yapılarının ana malzemesi taşken birden bire kerpiç malzemeye geçiliyor. Güvercinkayası’na yerel kültürünün üzerine sonradan gelip yerleşen bu yerleşimciler, yanlarında Geç Obeyd, yani Kuzey Mezopotamya menşeili mühürlerini de getirmişler. Güvercinkayası’nda şimdilik yedi tane damga mühür, üç tane de mühür baskısı bulduk. Büyük olasılıkla çok daha başka malzemeler de vardı. Yani bu mühürler yeni yerleşimcilerin Güvercinkayası’na gelerek orada ticaret yaptığını gösteriyor. Aslında bu yerleşimciler burayı bir koloni gibi kullanmış. Bununla birlikte Güvercinkayası’nı Obeyd yayılımı için özel yapan esas konu ise şimdilik bilinen kaydı ile Geç/Post Obeyd kültürünün batıda geldiği son nokta olması.
You must be logged in to post a comment Login