Antik dünyadan günümüze binlerce parmak ve ayak izi kaldı, suçluları saptamak amacıyla yapılan modern parmak izi incelemeleri ise görece daha yeni ve ırkçı kökenlere sahip.
Antik parmak ve ayak izlerinin bizi herhangi bir yer ve zamandan insanlara bağlamak gibi bir gücü var. Günümüzde antik dünyaya ait parmak izleri insanlığın seramiklere, mumlu yüzeylere ve hatta kozmetik kremlere bıraktığı izler olarak yorumlanıyor. Peki, nasıl oldu da biz bu izleri suçluları yakalamak veya kayıpları bulmak için kullanılan bilimsel imzalar olarak görmeye başladık? Parmak izi analizleri günümüz arkeolojisinde ne gibi bir rol oynuyor? Parmak izinin incelenmesi ve bunu konu alan bilimin oldukça uzun bir tarihi var.
(Mağaralardaki 40.000 Yıllık Semboller En Erken Yazılı Dil Olabilir)
Temelde insanların kimliğini saptayabilmek için kullanılan modern parmak izi bilimine daktilografi deniliyor. Bu teknik alan, ismini parmak anlamına gelen Yunanca kelime δάκτυλος’tan alıyor. Mezopotamya ve ötesine dayanan nesneler üzerinden günümüze ulaşan yüzlerce antik parmak izi bulunuyor. Bunlar arasında Eski Babil Dönemi (MÖ 2000-1600 dolayları) boyunca çivi yazısı yazacak kâtiplere eğitim veren yazı okulları “eduba”lardan gelen tabletler üzerindeki bir takım parmak izleri de var. Oxford Üniversitesi’nden Araştırma Görevlisi Moudhy Al-Rashid, çivi yazılı tabletler üzerindeki parmak izi sıklığı hakkında şunları söylüyor:
“Kil tabletleri üzerilerine leke bulaştırmadan şekillendirmek veya yazmak kolay değil. Nippur’da, “F Evi” olarak kayıtlara geçen yazı okulu Babil’deki fiziksel eğitim çevresi hakkında önemli arkeolojik bilgiler sağlıyor. Öğrenciler burada kabataslaklar hazırlamış. Özellikle de kâtiplik kariyerlerinin başında, orta katı kille mücadele ederlerken, kil üzerinde çivi izleri kadar parmak izi bırakmış olmalılar. Yazı yazmak en nihayetinde fiziksel bir iş.”
Kil tabletler üzerine hızlıca yazılmış senetler veya alınan notlar kilin çoğu zaman, Kraliyet Kütüphanesi’nde muhafaza edilen üzerinde Gılgamış Destanı’nın yazılı olduğu tabletler kadar pürüzsüz ve perdahlı olmadığını gösteriyor. Dr. Al-Rashid’in belirttiği gibi, deneyimli kâtiplerin bile elleri kayabiliyor böylelikle belge üzerinde parmak izleri kalabiliyordu. Hatta, sinirleri bozulan katipler kimi zaman kili ısırabiliyordu. Nippur’da bulunan Eski Babil Dönemi’ne ait bir tablet üzerinde yalnızca sözcüksel bir metin değil, aynı zamanda 12-13 yaşlarında bir öğrenciye ait diş izleri de bulunuyor. Al-Rashid, öğrencinin tableti ortadan ikiye kırmak için ısırmış olabileceğini söylüyor.
Geçmişin yankılarını aktarmaktan çok daha fazlasını yapan bu izler, onları bırakan insanların bize ne anlatabileceğini öğrenmek için yeniden inceleniyor. Rutgers Üniversitesi’nden adli arkeolog Kimberlee S. Moran gibi araştırmacılar, arkeolog ve araştırmacıların antikiteden eserler üzerine bırakılmış parmak izlerini saptama ve kaydetme gerekliliklerini vurguluyor. Moran, antik Mezopotamya’ya ait kil mühür ve tabletler üzerine yazılmış bir makalede, veritabanlarında karşılaştıkları parmak izlerini belirleyip kayıt altına alan dijital arkeologların önemine dikkat çekiyor. Parmak izini bir kimlik belirteci olarak kullanma, görece daha yeni bir uğraş ve bilim olsa da modern parmak izi teknolojisinin arkeologlara büyük yardımı oluyor.
(Soy Geçmişi Parmak İzi ile Saptanabilir)
Moran, antikiteden nesneler üzerine bırakılmış tortul parmak izleri için Otomatik Parmak İzi Teşhis Sistemi (AFIS) kullanımını benimseyerek, antik Yakın Doğu’daki insanların belgelerini nasıl mühürlediğini daha iyi kavrayabileceğimize inanıyor. Bu tür analizlerin, topluluk içerisindeki birey kavramlaştırmasını daha iyi anlamamıza da yardımcı olabileceği düşünülüyor: “Bu araştırmalardan elde edilecek hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar mühür kullanımına, okuryazarlık derecesine ve genel olarak toplum ve topluluk içindeki aktif bireyler üzerine ortaya atılmış mevcut iddiaların dallanıp detaylanmasına yol açacaktır.”
Moran ve diğer araştırmacıların gösterdiği üzere, parmak izleri antikite, özellikle de cinsiyet hakkında sandığımızdan çok daha fazlasını ortaya çıkarabiliyor. Mezopotamya arkeoloğu Akiva Sanders Kuzeydoğu Suriye’de yer alan arkeolojik sit alanı Tell Leilan’daki erken seramik üretimini konu alan bir makalede, MÖ 3400 ve 1700 yılları arasındaki döneme ait çömlekler üzerine bırakılmış parmak izlerine dayanarak cinsiyet rollerini inceliyor.
“1999’dan beri, dünya çapındaki popülasyonlarda ortalama erkek ve kadın parmak izlerindeki kabartı yoğunlunda düzenli bir farklılık olduğunu doğrulayan birçok çalışma yapıldı. İncelemeler sonucunda seramiklerin hem erkek hem kadın çömlekçiler tarafından şekillendirilip tamamlandığı görülüyor. Bu sonuç, kentleşmenin ortaya çıkmasından önce çömlek üretiminin cinsiyetçi bir uğraş olmadığını gösteriyor”
Bu durum arkeologların, kildeki parmak izlerine bakarak farklı dönemlerdeki çömlekçilerin cinsiyetlerini inceleyebileceği anlamına geliyor. Sanders’ın araştırması, antik dönemlerde çömlek üretiminde erkeklerin ön planda olduğuna dair geleneksel algıyı sorgulayarak, kalıplaşmış yargılara bilimsel verilerle meydan okuyor.
Parmak izi üzerinden yapılan bilimsel cinsiyet analizi bize yalnızca Yakın Doğu’daki kadın ve erkek zanaatkarlar hakkında bilgi sunmakla kalmıyor, aynı zamanda Yunan ve Roma çömlekçiliğini daha iyi kavramamızı da sağlıyor. Kökeni klasik Akdeniz’e dayanan seramiklerde, çömlekçilerin ellerinden kalmış, gözle algılanması zor yüzlerce iz bulunuyor. Klasik çalışmalar araştırmacısı Julie Hruby’nin geçtiğimiz yıl, parmak izi analizindeki modern adli tıp tekniklerini antikiteye uygulayarak Girit ve Yunan seramikçilerin cinsiyetini saptamak için ciddi bir ödenek aldığı belirtiliyor.
Antik döneme ait nesneler üzerine bırakılmış diğer parmak izleri de bizlere geçmişteki insanların günlük yaşamına dair önemli bilgiler sunabiliyor. Örneğin, arkeologlar 2003’te Londra, Tabard Meydanı içerisindeki bir Roma tapınağında yapılan kazılar sırasında bulunan teneke kap karşısında büyük bir şaşkınlığa uğramıştı. Kabın içinde üzerindeki parmak izleri olduğu gibi duran binlerce yıllık bir krem bulunmaktaydı. Bunun yanı sıra, üzerinde antik dünyadan, hem hayvanlara hem de insanlara ait parmak izleri taşıyan çok sayıda kiremit, döşeme taşı ve duvar da bulunuyor. Bu parçalar, antik Akdeniz’in kent içi ve kent dışı alanlarındaki hayvan yaşamı hakkında değerli bilgiler edinmemize olanak tanıyor.
Sanatçıları parmak izleriyle saptamanın yarattığı büyü kolay kolay etkisini kaybedecek gibi değil. Geçtiğimiz tarihlerde rapor edildiğine göre, İngiltere Kraliyet Koleksiyonu’nda tutulan tıbbı bir çizimin üzerinde Leonardo da Vinci’ye ait bir başparmak izi keşfedildi, söz konusu çizimin ters yüzünde ise Da Vinci’nin sol işaret parmağından bulaşmış bir iz bulunuyor. Koleksiyon konservatörü Alan Donnithorne, Rönesans’ın önemli isimlerinden olan bu dünyaca ünlü ressam ve mucidin kağıdı mürekkepli parmaklarıyla tutmuş olabileceğini söylüyor. Donnithorne’un belirttiğine göre, kâğıtta dikkat çeken yalnızca el yazısı değil, parmak izinin eşsizliği de yoğun ilgi uyandırmış durumda.
Modern adli tıp yaklaşımlarının arkeolojik nesne ve el yazmalarına uygulanması büyük bir potansiyel barındırıyor olabilir, ancak bu yöntemlerin bazı sakıncaları da bulunuyor. Tarihi parmak izi analizlerinin potansiyelini kavrayabilmek için, bu analizlerin mevcut sınırlılıklarının yanı sıra kirli ve ırkçı geçmişinden de haberdar olmamız gerekiyor. İnsanların kimliğini saptamak adına parmak izi bilimini sistematikleştiren 19. yüzyılın sonlarında yaşamış, insan ırkını saflaştırmaya (öjenik) yönelik yaptığı çalışmalar sebebiyle adı kötü anılan Viktorya dönemi bilgini Sir Francis Galton’du. Adli antropolog ve biyoarkeolog Kristina Killgrove Galton hakkında şunları söylüyor:
“Parmak izlerinin temel kabartılı şekli ilk olarak 1823’de keşfedildi, ancak popülerleşmesi 19. yüzyılın sonunda, kalıtsallık, ırk ve insan ırkının saflaştırılmasıyla ilgilenen, Charles Darwin’in akrabası Francis Galton’la oldu. Galton parmak izini adli bir bağlamda ele almamıştı, nitekim parmak izi 20. yüzyılın dönümüne kadar bu yönde kullanılmadı. 1901 yılında, New York Sivil Hizmet Komisyonu iş başvuruları için parmak izi toplamaya başladı. 1920’lere gelindiğinde ise parmak izi, kimlik saptamanın hızlı ve kolay bir yolu olmuştu.”
Killgrove mevcut en geniş parmak izi veritabanının, arkeologların antik dünyadan verileri çapraz karşılaştırabilmek adına bir benzerini yapmayı planladığı otomatik parmak izi teşhis sistemi AFIS olduğunu belirtiyor. AFIS, detaylı çapraz karşılaştırmalara imkân tanısa da son kararı analiz uzmanı veriyor. İşlem, heyecanla izlediğimiz suç dizilerinde gösterildiği gibi tamamen bilgisayara bağlı değil.
Charles Darwin’in akrabası olan Galton “öjenik” terimini türetmiş; üstün ve alçak ırkların varlığına inanan bir ırkçıydı. Parmak izi araştırmalarını ırklardaki sözde farklılıkları vurgulamak için kullanmıştı. Galton, The Times’da yayımlanan bir baş yazıda, siyahîlerin yerini alması için Çinlilerin Afrika’ya götürülmesi gerektiğini ifade etmişti. 1892 tarihli Parmak İzleri (Finger Prints) kitabında ise, ırklar arasındaki, parmak izleriyle açığa vurulmuş farklılıklara dair görüşlerini belirtmişti.
Adli antropologlar parmak izlerindeki (ırksal olmaktan ziyade) kalıtsal farklılıklara güvenilip güvenilemeyeceğine dair çalışmalarına devam ediyor. 2015’de yapılan bir araştırmada, küçük bir örnek boyutu içerisindeki Avrupalı-Amerikalılar ve Afrikalı-Amerikalılar arasında bir takım zayıf farklılıklar saptandı. Bu güncel çalışmalardan elde edilen kanıtlar, kalıtsal mirasın parmağımızdaki kabartılarda kodlanmış olabileceğini gösteriyor, ancak bunu, Galton’un yaptığı gibi, bir ırkın diğerine üstünlüğünü belirtmek için kullanmak olası değil.
Parmak izi analizlerindeki tüm çalışma ve ilerlemeler arkeolog ve tarihçileri Ortaçağ’dan kalma balmumu mühürlerdeki parmak izleri üzerinde teknolojik yöntemler kullanmaktan Mezopotamya çömlekçiliğine dayanarak antik dönemlerde sanıldığından daha fazla kadın seramikçi olduğunu öne sürmeye kadar çeşitlilik gösteren yeni ve heyecan verici doğrultulara yöneltiyor. Ancak bu noktada, böylesi verilerin bizlere ne anlatabileceğini veya bir bilgisayarın doğru bir şekilde cinsiyet, köken ve yaş saptayabilme becerisini abartmamak da son derece önemli. Eğitimli sanatçılar, adli arkeologlar ve bilim insanları bu yeni parmak izi teknolojisiyle uğraşımızda hala çok büyük bir öneme sahip. Elimizdeki veriyi kullanarak eserlerini imzalamış erkek sanatçılardan çok daha fazlası olduğunu göstermek ve çoğu bilinmeyen zanaatkâr, kâtip ve öğrencilere hak ettikleri itibarı verebilmek mümkün.
Hyper Allergic. Sarah E. Bond. 27 Mart 2019.
You must be logged in to post a comment Login