Kültürel miras, geçmişten günümüze dek toplumları bir arada tutan ve bireylere aidiyet hissi kazandıran bir unsur olmuştur.
Hiç şüphesiz ki Anadolu coğrafyasının dünya tarihi üzerindeki rolü çok büyük. İmparatorlukların kurulup yıkıldığı Anadolu’yu, pek çok kültürün iç içe yaşayarak biriktirdiği anıları, inançları, yaşam deneyimlerini bilim insanları bir perdenin altından keşfetmeye çalışıyorlar.
Ortaya çıkan sonuçlar, insanoğlunun geçmişe duyduğu önlenemez merakını dindirmeye yetmiyor. Bilakis, her yeni keşif yeni yorumlara ve sorulara sebebiyet veriyor. O halde, bilim çevrelerinin dışında bir yurttaş için bütün bunlar ne ifade edebilir?
Kültür Bakanlığı’nın Haziran ayında açıkladığı verilere göre, geçtiğimiz Ramazan Bayramı tatilinde müze ve ören yeri ziyaretçi sayısı sadece bir günde 118.231’e ulaşarak rekora imza attı. Aynı artışın müzekart satışları için de geçerli olduğunun altı çizildi.
(Osmanlı’da Kültürel Mirasın Korunması)
Ulaşılan bu rakamlar, Türkiye’de insanların yaşadıkları ve tatil amacıyla bulundukları bölgelerdeki tarihi alanlara merak duyduklarını gösteriyor. Bilimsel bir kaygı içermeden sadece ziyaret amacıyla gerçekleştirildiğini düşündüğümüzde, insanların sınırları içerisindeki topraklarla bir paydaşlık hissettiklerini düşünebiliriz. Bu fikre karşı oluşturulabilecek en büyük antitez ise yabancı ülkelere gittiğimizde de ilk işimizin o bölgedeki müzeleri gezmek olduğunu söyleyebiliriz. Fakat insanoğlu için “tarihi” olan olgulara ilgi duyması içgüdüsel bir merak ve entelektüel açıdan doyum sağlayan bir aktivite.
Ortak kimliğin inşası: Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Tarihi eserlerin korunmasının en önemli nedenlerinden birisi “insanoğlunun hafızası” olmaları. Geçmişten bugüne geçen zaman arasında köprü kurarak bir bütünlüğe ulaşabilme çabası içerir. Bunun yanı sıra günümüzde çokça söz edilmeyen bir özelliği ise ortak bir kimlik oluşturması.
Bunun en iyi örneği, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1921 yılında Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni kurması. Dönemin zorlu şartlarına rağmen bu müzenin ilk adımlarının atılmış olmasının amacı tek başına bilimsel kaygılarla açıklanamaz. Ateşle barutun dans ettiği bu zor zamanlarda müze açma fikri, vatan savunmasındaki Anadolu’da bir toplumsal dayanışma ve kimlik oluşturma hareketiydi.
Müşterek bir mekan: Ayasofya
Yapımına İmparator Justinianos tarafından 532 yılında başlanan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle camii olarak yeniden düzenlenmişti. Ayasofya’yı bu kadar özel kılan özelliklerinden birisi de, hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar için manevi bir mekan olması.
Önemli olan hususlardan birisi de Fatih Sultan Mehmet tarafından camii olarak yeniden tasarlanan yapının fetihten sonra tahrip edilmemesiydi. Osmanlı üslubu ile süslenen camiinin her iki inancın da dokusunu taşıyarak harmoni oluşturması, her iki dine mensup olan insanlar için manevi bir ortak nokta oluşturmakta.
Avrupa’nın Anadolu eserleriyle köken arayışı
Arkeoloji ve tarihi eserler ile ilgili ülkelerin bakış açısını anlayabilmemiz için 1800’lü yıllara gitmemiz gerekir. Avrupalıların koleksiyon sevdası ile başlayan süreç, özellikle Osmanlı topraklarından eser kaçırmalarıyla devam etti. Bu eserlerin ülkelerine götürülmesini sağlayan kişiler için bu “hırsızlık”, bir gurur kaynağıydı.
Aslında yukarıda bahsettiğimiz gibi, Anadolu eserlerinin bir kısmı Avrupalılar için bir “kimlik” arayışıydı. Köklerini Antik Yunan’da aramaları, bir şekilde onları Anadolu üzerinde kültürel hak aramaya itmiş durumdaydı.
Osmanlı İmparatorluğu- Avrupalıların deyimi ile Turquie- , bu eserlerin sahibi ve koruyucusu olamazdı. Bu nedenle, özellikle 1800’lü yıllarda Anadolu toprakları açık bir hedef haline gelmişti. Dönemin Osmanlı yönetiminin dünya siyasetinde zayıflamaya başlaması ve yeterli ilginin gösterilmeyişi işlerini kolaylaştırmıştı.
Toplumsal hafızanın korunması: Mali örneği
El Kaide bağlantılı Selefi grupların 2012 yılında Mali’yi ele geçirerek, buradaki el yazmalarını yakmasıyla başlayan tahribat, birkaç kütüphanecinin yazmaların bir kısmını Bamako’ya gizlice götürmeyi başarmaları toplumsal dayanışma ve belleğin korunması çabasının en önemli örneklerinden biri.
Bu örnekte görüldüğü gibi terör örgütlerinin ana hedeflerinden birisi de insanların geçmişi ile bağını koparmak. Benzer bir yok edişi IŞID, Palmira Antik Kenti’nde yapmıştı.
Kültürel miras ve aidiyet
İnsanlık yaşadığı topraklarda geçmişten ve şu andan beslenerek gelişmekte. Gözlerimizi kapatıp, bulunduğumuz topraklarda sadece kendi varlığımızı ve çevremizdeki birkaç insanın varlığını düşündüğümüzde kendimizi nereye konumlandırabiliriz?
İnsanın toplumsal bir varlık olabilmesi için aidiyet duygusu hissetmesi gerekir. Kültürel mirasın korunmaması; insanı yaşadığı coğrafyaya karşı yabancılaştırırken, dünyayı da sıradanlaştırıyor.
You must be logged in to post a comment Login