Balta sallayan kapüşonlu cellat görüntüsünü unutun; Ortaçağ figürleri hakkında bildiğimizi düşündüğümüz çoğu şey doğru değil.
1573 Mayıs’ında, 19 yaşındaki Frantz Schmidt isimli bir adam, babasının Almanya’nın Bavyera eyaletindeki evinin arka bahçesinde dikildi ve kılıcı ile bir sokak köpeğinin kafasını kesmeye hazırlanıyordu. Kısa süre önce canlı hayvanlar üzerinde pratik yapmak için cansız balkabaklarının “başını kesmek”ten mezun oldu. Eğer bu final aşamasını geçseydi Schmidt, insan cellatı olarak göreve başlamaya hazır olacaktı.
Bu korkunç sahnenin detaylarını biliyoruz, çünkü Schmidt bir cellat olarak, 16. yüzyılda bu mesleğin nasıl olduğunu anlatan bir dizi günlük yazarak hayatını titizlikle kaydetti. Onun sözleri, şiddetin arkasındaki insanların hayatına nadir bir bakış açısı sağladı, işini ciddiye alan ve kurbanlarına sıklıkla empati kuran bir adamı açığa çıkardı. Fakat dahası, Schmidt her zaman olağandışı değildi; tarihsel anekdotlar, kapüşonlu, kana bulanmış, kaba cellatların yaygın klişelerinin gerçeklerin çok gerisinde kaldığını açığa çıkarıyor.
(Ortaçağ’da Avrupalılar Neden Sivri Burun Ayakkabılara Düşkündü?)
Öyleyse, bu mesleği yüzlerce yıl önce yapmak nasıl bir şeydi? Ve asıl olarak “cellat” nasıl yasal bir ünvan haline geldi?
Tarihçi ve “The Faithful Executioner: Life and Death, Honor and Shame in the Turbulent Sixteenth Century” (Picador, 2013) adlı Schmidt’in hayatı hakkındaki bir kitabın yazarı olan Joel Harrington “Zamanında Avrupa’da bütün ülkelerde ortak olan şey, hepsinin daha iyi bir kanun yaptırımına sahip olmaya çalışması.” diyor.
Harrington, “Problem, çoğu suçlu kaçtığı için, işlerin biraz Amerikan vahşi batısına benzemesiydi. Bu yüzden onları yakaladıklarında, gerçekten iyi bir örnek olmaktan ve halka açık bir gösteri yapmaktan hoşlanıyorlardı.” Bu nedenle bu işleri yürütmesi için bir cellata ihtiyaç duyuldu.
Fakat insanlar tam olarak tehlikedeki suçluları idam etme, yakma, onların başını kesme işi için sıraya girmiyorlardı; çoğu insan anlaşılabilir bir şekilde bunu arzulanamaz bir iş olarak görüyordu. Aslında en nihayetinde cellat olan kişiler, bu mesleği kendileri için seçmediler, bu iş onlara verildi.
Bazı durumlarda kasaplar cellat olmaları için ikna edildiler, ya da hükümlülere, kendi ölümlerine bir alternatif olarak bu iş teklif edildi. Harrington’un açıklamasına göre, tipik olarak cellatlar mesleğe aile bağları aracılığıyla geldiler; kendilerinden önce babaları cellat olarak görev yapan erkekler, meslekteki çoğunluğu oluşturuyordu. Hatta günlük tutan Schmidt bile bir cellattan geliyordu. Schmidt’in babası, bir prens tarafından gelişigüzel bir şekilde atanınca, kraliyet cellatı olarak gönülsüz bir şekilde mesleğe geldi.
Zamanla, bu babadan oğula değneğin geçmesi, Harrington’un uzun süredir devam eden “infaz hanedanlığı” olarak adlandırdığı şeyi yarattı ve bu Ortaçağ boyunca Avrupa genelinde yayıldı.
Fakat bu hanedanların varlığı ayrıca o zamandaki cellatların zavallı görüntüsünü ortaya koyuyor. İnsanlar, bu aile döngüsü içinde kapana kısıldı çünkü çalışmak için sadece birkaç iş seçenekleri vardı. Ölüm ile ilgili mesleğe sahip olan insanlar, toplumun geri kalanları tarafından ilişki kurulmak istenmeyen kişilerdi. Böylece cellatlar, tipik olarak toplumun kenarlarına itildi ve hatta kelimenin tam anlamıyla kentin kenarında yaşamaya zorlandı.
Harrington, insanların cellatları evlerine davet edemediğini, birkaç celladın kiliseye girmesine izin verilmediğini, evliliğin cellatların evinde yapılması gerektiğini söyledi ve bazı okulların cellatların çocuklarını okula almadığını ekledi.
Bu toplumsal izolasyon, cellatların fahişe, cüzzamlı ve suçlu gibi -istenmeyen- toplumun yeraltı dünyasını işgal etmeye zorlanan diğer kimselerle arkadaşlık etmeleri gerektiği anlamına geliyordu. Bu sadece cellatların ve ailelerinin şüphe duyulmasına yardım etti.
(Akıl Almaz 12 Orta Çağ Trendi)
Bu nedenle cellatlar bir bilmeceydiler: kanun ve düzeni sürdürmek için hayati öneme sahipti ancak tatsız işlerinden dolayı ise kaçınılırdı. Cellatların rollerini araştıran Hannele Klemettilä-McHale, “Profesyonel cellatlara karşı tutumlar oldukça muğlaktı. Onlar hem gerekli görüldü hem ahlaksız.” diyor.
Fakat bu dehşet verici iş için bazı profesyonel ikramiyeler vardı. Klemettilä-McHale, cellatların onlara market, pazar çalışanlarından bir miktar ücretsiz yiyecek ve içecek alma hakkını veren “havage” olarak adlandırılan bir tür vergiden faydalandığını söylüyor. Ayrıca yetkililerin cellatlara ücretsiz konaklama hakkı tanıdığını, giriş ücretlerinden ve vergilerden cellatları muaf tuttuklarını söylüyor. Bu küçük ödenekler, cellatların toplumsal izolasyonlarını telafi etmek ve işlerinde kalmalarını zorlamak amacıyla sağlandı.
Klemettilä-McHale, “Ancak onların düşük toplumsal konumlarına rağmen, işlerinde profesyonellik göstermeleri beklendi. İnfaz işi yaparken kaba kuvvet ve barbarlıktan biraz daha fazlası gerekiyor gibi görünebilirdi, fakat aslında cellatların bu işi sorunsuz bir şekilde yapabilmeleri için yüksek derecede uzmanlık gerekirdi.” diyor.
Klemettilä-McHale ayrıca, devlet memurunun her infazda başarılı olmayı umduğunu ve eğer cellat başarısız olursa sadece yeteneksizlikle değil aynı zamanda acımasızlıkla da suçlandığını ekliyor.
Klemettilä-McHale, bazı bölgelerde cellatların baş kesme için üç vuruş hakkı olduğunu ve eğer balta ya da kılıcın çok fazla sallanmasından korkunç bir sahne meydana geliyorsa, ciddi sonuçlar doğurabildiğini söylüyor. Eğer başarısız bir cellat, öfkeli seyirciler tarafından saldırıya uğrarsa ve hayatta kalırsa yetkililer tarafından işinden alıkoyulma, maaşının kısıtlanması ve hapis gibi cezalara çarptırılıyordu.
İnfazı mümkün olduğu kadar temiz bir şekilde uygulamak için oldukça güçlü bir teşvik vardı ve bu insan vücudunu nispeten iyi anlamak anlamına geliyordu. Popüler fikrin aksine cellatlar eğitimsiz değildi. Aslında nu mesleği yapanlar, temel insan anatomisi bilgisi ile birlikte, sosyal sınıfın üyeleri için alışılmadık derecede yüksek okuryazarlık oranlarına sahipti.
Bu durum işin şaşırtıcı bir ironisine yol açtı: Bazı cellatlar, doktor olarak da görev yapıyordu. Bu ilginç bir toplumsal paradoks yarattı. Harrington, “Bir cellatla sosyal olarak herhangi bir şey yapmak istemeyen insanlar onun evine gelir ve iyileşmek isterlerdi. Örneğin biz biliyoruz ki Schmidt, idam ettiği insanlardan daha fazla sayıda hasta iyileştirdi.”
Aslında Schmidt cellatlığa zorlanmasaydı, doktorluğun kariyeri olacağını yazmıştı.
Açıkçası, eski zamanlardan cellatlar, kan sıçratan zalimlerden çok daha fazlasıydı. Aksine tarih kitapları, infazın barışı korumak için gerekli görüldüğü bir zamanda, başka kimsenin yapamayacağı işlere zorlanan sıradan insanları anlatıyor.
Harrington, “Kapüşonunun görüntüsünü, isimsiz ve sadist olduklarını unutun, onlar kendilerini kanun uygulayan memur olarak görüyorlardı.” diyor.
Schmidt’in hikayesinde son bir dönüm noktası var. Kariyeri boyunca dikkate değer profesyonelliğinden dolayı sıradışı saygınlık derecesi kazandı ve bu onun Bavyera’nın Bamberg kasabasına atanmasına yol açtı. Schmidt cömert bir maaş kazandı ve ailesi ile birlikte geniş bir evde çok konforlu bir hayat yaşadı. Fakat o yine de çocuklarına geçmesini istemediği işinden dolayı kınandı.
Schmidt, ailesinin ismini eski haline getirme hedefini tamamladıktan sonra 70 yaşında emekli oldu. O, cesur bir teklifle, babasının işkence mirasından oğullarının muaf tutulması için Bavyera yetkililerine başvurdu.
Nihayetinde oğulları cellatlığın engelindeki bir hayattan kurtuldu ve onlara kendi kariyerlerini sürdürme hakkı verildi. Schmidt’in her zaman istediği oldu: cellat hikayesinde mutlu bir son.
Live Science. Emma Bryce. 24 Ağustos 2019.
You must be logged in to post a comment Login