MS 1. binyılda altın çağını yaşayan köklü Maya uygarlığının geride bıraktığı eserler, günümüz Orta Amerika’sının her tarafında görülebilir.
“Maya” terimi; farklı bölgelerde yaşayan modern bir halkı ve bu halkın Orta Amerika’ya yayılmış antik bir uygarlığa hayat veren atalarını ifade eder. Maya uygarlığı MS birinci binyılda altın çağını yaşadı; bu antik uygarlıktan geriye kalan yapılara, günümüzde, Orta Amerika’nın farklı yerlerinde rastlanabilir.
Maya uygarlığı hiçbir zaman tek bir devlet olarak var olmadı; aksine, krallar tarafından yönetilen şehirler ve bu şehirlerin etrafına kurulmuş devletlerden oluşuyordu. Bazen, güçlü bir Maya devleti daha zayıf bir devlet üzerinde hakimiyet kurup onları haraç ödeyip iş gücü sağlamaya zorluyordu.
Kökenler
Göçebe avcı toplayıcılar Orta Amerika’da binlerce yıldır varlıklarını sürdürmekteydi; arkeologlar tarafından Klasik Öncesi olarak adlandırılan dönemde (MÖ 1800 – MS 250), bu göçebe topluluklar mısır ekmeye ve kalıcı köyler inşa etmeye başladılar. Bu durum erken Maya şehirlerinin ortaya çıkışını sağladı.
Yale Üniversitesi’nden antropoloji profesörü Michael Coe, “Mayalar” adlı kitabında, “Yoğun nüfusa sahip köylerde görülen çiftçilik, Klasik Öncesi dönemde ortaya çıktı.” diye belirtiyor.
(Dışkılar, Mayaların İklim Değişikliğinden Etkilendiğini Gösteriyor)
Coe’ya göre, çiftçilik bu dönemde daha etkili bir hal aldı, bunun sebeplerinden birisi daha verimli mısır türlerinin ıslah edilmesiydi; hatta, belki daha da önemlisi, “nikstamalizasyon” işleminin keşfiydi. Bu işlemde, mısır; limon ya da benzeri bir şeye batırılıp pişiriliyordu; böylece mısırın besin değeri büyük oranda artıyordu. Böylece, Mayalar tarafından halihazırda kullanılan kabak, fasulye, çili biberi ve manyoka mısır da eklenmiş oldu.
Bu dönemlerde, Mayalar büyük ihtimalle batılarındaki Olmec uygarlığının etkisi altındaydılar. Hatta, Coe; günümüzde Meksika’sının Veracruz ve Tabasco eyaletlerinde yaşamış olan Olmec halkının, Mayaların meşhur uzun sayım takviminin esas mucitleri olabileceğini düşünüyor. Ancak, antik bir Maya yerleşimi olan Ceibal’da keşfedilen MÖ 1000 yılından kalma bir tören yerinin, Mayalar ile Olmecler arasındaki ilişkinin tahmin edilenden çok daha karmaşık olduğunu gösterdiğine inanılıyor. Söz konusu tören yerinin Olmeclerin inşa ettiği sitelerden 200 yıl daha eski olması, aslında Olmeclerin Mayalara ilham olmadığını gösteriyor olabilir.
Arkeologlar, erken Maya şehirlerinin dikkatli bir planlamanın ürünleri olduğunu ortaya koydular. Günümüzde Guatemala’nın Petén şehrinde yer alan Nixtun-Ch’ich, piramitleri, tapınakları ve bir ızgara sistemi ile tasarlanmış farklı yapıları bünyesinde barındırarak bir şehir planlamasının varlığını gösteriyor. Nixtun-Ch’ich şehri MÖ 600-300 yılları arasında gelişti.
Maya takvimi
Maya yazı sistemi, sözcüklere ve seslere denk gelen, glif adı verilen, sembollerden oluşuyordu. Bu yazı sistemi, kısa zamanda binalarda, dikili taşlarda, mimari eserlerde ve “kodeks” olarak adlandırılan kitaplarda kendine yer buldu.
Maya takvimi ise karmaşık bir sistemdi. New Mexico Devlet Üniversitesi’nden Profesör Weldon Lamb, “Maya Takvimi: Aylar Kitabı” adlı eserinde, “1.700 yıl önce, günümüzde hala konuşulan üç Maya dilinin atası olan Ön-Ch’olan dilini konuşanlar 20 günlük 18 aydan ve fazladan 5 günden oluşan bir takvim geliştirdiler.” diye belirtiyor.
Bu sistem, bilim insanlarının “uzun sayım” takvim dediği, farklı üniteler kullanarak, bir günden milyonlarca yıla kadar zamanı ölçebilen takvimi de barındırıyordu.
(Mayalar Top Oyuncularını Kurban mı Ediyordu?)
Takvimin 144.000 günlük, yani neredeyse 400 yıllık, döngüsüne B’ak’tun deniyordu; Mayalar, 13 b’ak’tunun, tam bir yaratılış döngüsüne denk geldiğine inanıyorlardı. Hatta, dünyanın sonunun 21 Aralık 2012 tarihinde geleceğine yönelik inanış da 13. B’ak’tun o tarihte sona erdiği için ortaya çıkmıştı. Fakat, bu yanlış sanının aksine, uzun-sayım takvim dünyanın sonunun 2012 yılında geleceğini bildirmiyordu. Longwood Üniversitesi’nden arkeolog ve Maya uzmanı Walter Witschey, “Mayaların, b’ak’tunlardan daha uzun zaman dilimlerini ölçmek için nadiren kullandıkları birkaç birimleri vardı; bu birimler sayesinde milyonlarca yıllık zaman dilimlerini ölçebiliyorlardı.” diye belirtiyor. Milyonlarca yıla tekabül eden birimlerin varlığı; Mayaların, kıyametin 13. B’ak’tunda kopacağı inancına sahip olmadıklarını gösteriyor.
Kanada’daki çevrim içi Athabasca Üniversitesi’nden doçent Meaghan Peuramaki-Brown’a göre, Maya takvimi modern takvimlere pek çok açıdan benziyor. Peuramaki-Brown, “Birkaç döngülü takvimler (örneğin, ayların Ay’a, yılın ise Güneş’e göre ölçüldüğü Miladi takvim) ile doğrusal yıl hesabı (örneğin 2020, 2021, 2022), antik Mayalara tanıdık gelebilirdi. Bu sistemlerin arkasındaki mantık ve mekaniği anladığınızda, aradaki benzerlikleri o kadar da şaşırtıcı bulmuyorsunuz. Ne de olsa, Miladi takvim ile uzun sayım takvim aynı gözlemlenebilir doğal olayları temel alıyor.” diye söylüyor.
Maya uygarlığının parlak çağı
Coe’nun belirttiğine göre, Antik Mayalar, altın çağlarını MS 250 ile 900 yılları arasında yaşadılar. Arkeologların “Klasik Dönem” adını verdiği bu zaman diliminde, Orta Amerika’da çok sayıda Maya şehri gelişti.
Coe’ya göre, Mayaların ulaştığı entelektüel ve sanatsal seviyenin, o dönemde, Yeni Dünya’da bir benzeri yoktu, Avrupa’da ise sadece birkaç örneği bulunuyordu. “Kalabalık bir nüfus, gelişen bir ekonomi ve yaygın ticaret Klasik Dönem’in karakteristik özellikleriydi.” diye belirten Coe, savaşların da bu dönemde gayet yaygın olduğunu ekliyor.
Modern Meksiko Şehri’nin 50 kilometre kuzeybatısında yer alan Teotihuacán şehri 15. yüzyıldan önce Batı Yarımküre’nin en büyük şehri olup Maya Uygarlığı üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Günümüz Guatemala’sında yer alan Maya şehri Tikal’da bulunan yazıtlar Teotihuacán’ın Maya üzerindeki etkisini kanıtlar nitelikte.
Sanat tarihçisi John Montgomery’nin “Tikal: Maya Başkentinin Resimli Bir Tarihi” (Tikal: An Illustrated History of the Mayan Capital) adlı kitabına göre, yazıtlarda, Tikallı olduğu düşünülen, erken dönem Maya hükümdarlarından, Siyaj K’ak’ın 13 Eylül 379 tarihinde tahta geçtiği; Teotihuacán’la özdeşleşen tüyler ve kabuklar giyip bir atlatl (mızrak fırlatıcı) taşıdığı geçiyor. Tikal yakınındaki bir Maya yerleşimi olan El Achiotal’da keşfedilen bir dikili taş da Teotihuacán kralının Tikal liderini devirip yerine uyruklarından birini geçirmesiyle Tikal’ın bir dönem Teotihuacán tarafından kontrol edildiği ya da etkisi altında kaldığı fikrini destekliyor.
Maya dünyasının farklı yerlerinde bulunan şehirlerin her biri onları diğerlerinden ayıran harikalara sahip. Örneğin, Tikal, piramitleri ile ünlü. En erken MS 672 yılından itibaren şehrin liderleri her K’atun’un, yani 20 yıllık dönemin, sonunda bir ikiz piramit kompleksi inşa ettirdiler. Bu piramitlerin her biri düz bir tepeye sahip olup ikizine bitişik bir şekilde inşa edilmişti, dört köşesinde birer merdiven bulunurdu. İkiz piramitlerin arasında kuzey ve güneye doğru uzanan bir platform yer alıyordu.
Bir başka eşsiz şehir ise günümüzde Honduras’ta bulunan, “Hiyeroglifik Merdiven Tapınağı” ile ünlü olan Maya şehri Copán’dı. 63 basamaklık piramit benzeri yapıyı 2.000’den fazla gliften oluşan, varlığı bilinen, en uzun Antik Maya yazıtı süslüyor. Tapınaktaki gliflerde şehrin hükümdarlarının tarihi anlatılıyor.
Günümüz Meksika’sında bulunan Maya şehri Palenke ise hükümdarlarından Pakal’ın bir piramidin içinde yer alan olağanüstü mezarı ve kireçtaşı heykeli ile tanınıyor. Kral Pakal öldüğünde 80 yaşındaydı, beş ya da altı insan kurban ile birlikte (yeşim bir cenaze maskesi de dahil olmak üzere) yeşimle doldurulmuş bir mezara gömüldü. Lahit, kralın yeniden doğumundan sahnelere ve atalarının bitki şeklinde tasvirlerine yer veriyor. Mezarı 1952 yılında yeniden keşfeden arkeolog David Stuart, Kral Tutankamon’un mezarının Amerikalı bir eşi varsa bunun ancak Kral Pakal’ın mezarı olduğunu söylemişti.
Ancak, tüm Maya yerleşimleri bir kral ya da toplumun elit bir üyesi tarafından kontrol edilmiyordu. Arkeologlar, 1400 yıl önceki volkanik bir patlama ile yok olan Maya şehri Cerén’de herhangi bir elit sınıfın kontrolde olmadığına ve yerleşimin komün şeklinde, belki de yerel yaşlılarca, yönetildiğine işaret eden kanıtlar buldular.
Mayaların sonu?
Sanılanın aksine, Maya Uygarlığı ortadan kaybolmadı. Tikal, Copán ve Palenke gibi bazı güney şehirleri 1100 yıl önce terk edildi. Bu olayın sebebi olarak kuraklık, ormansızlaşma, savaş ve iklim değişikliği gibi sebepler gösterildi. Özellikle kuraklık bu durumda önemli bir rol oynamış olabilir; zira, Belize’de bulunan bir sualtı mağarasındaki mineraller üstüne yapılan araştırma MS 800 ila 900 arasında Orta Amerika’da kuraklık olduğunu gösteriyor.
Ancak, Chichén Itzá gibi diğer Maya şehirlerinin 9. yüzyılda büyüyüp geliştiğini ve bir süre daha gelişmeye devam ettiğini belirtmekte fayda var. 5. yüzyıl civarında kurulan Chichén Itzá, güç dengesi güney ovalarından kuzeydeki Yucatan Yarımadası’na kaydığında Maya dünyasının en önemli şehirlerinden birisi haline geldi.
Chichén Itzá’da birkaç top sahası bulunuyor, bunlardan birisi modern futbol sahalarından daha uzun olup Amerika kıtasındaki en büyük sahalardan birisi. Takımların sayı atmaya çalıştıkları 6 metre yüksekliğindeki çemberler ise modern bir NBA potasından iki kat daha uzun. Maya top oyununun kuralları günümüzde fazla bilinmese de Klasik Dönem’de bu sahaların sayıları giderek arttı.
Bir topluluktaki insanların toplandığı sosyal konutlar 9. yüzyıldan sonra gelişen bazı Maya yerleşimleri ile şehirlerinde önemli rol oynadı.
İspanyollar, 16. yüzyılda Orta Amerika’ya geldiklerinde beraberlerinde getirdikleri hastalıklar büyük bir felakete sebep oldu. Üstüne, İspanyollar; Mayaları Hristiyanlığa geçmeleri için zorlamaya başladılar, hatta Maya dini kitaplarını yakacak kadar ileri gittiler. Günümüzde çok fazla Maya kodeksinin bulunmamasının sebebi de bu.
Günümüzde ise Mayalara dünyanın her yanında rastlanabilir. “Milyonlarca Maya Orta Amerika’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşıyor. Maya, tek bir toplum ya da etnik grup değildir. Mayalar pek çok dil konuşurlar, buna Maya dilleri (Yukatek, Kiçe, Kekçi ve Mopan), İspanyolca ve İngilizce dahil. Ancak, Mayalar hem köklerine hem de geçtiğimiz birkaç yüzyıldaki olaylara sıkı sıkıya bağlıdır.” diye belirtiyor Richard Leventhal.
Mitolojik kökenler
Antik Mayaların uzun ve karmaşık bir yaratılış hikâyesi vardı; bu hikâye Kiçe Mayaları tarafından yazılan Popol Vuh, yani Zamanların Kitabı, adlı kitapta geçer. Popol Vuh 1554-1558 yılları arasında, yani, bölgenin İspanyol güçleri tarafından fethedildiği tarihlerde yazıldı. Kitaptaki hikayeler, ata tanrılar Tepew ve Q’ukumatz’ın dünyayı nasıl sudan çıkarıp hayvan ve bitkiler ile bezediklerini anlatır.
Duyguları olan varlıkları yaratmak diğerlerine kıyasla daha zor olsa da sonunda insanlar da yaratılmıştır; bu insanlardan ikisi ise Hunahpu ve Xbalanque adlı kardeşlerdir. Bu kardeşler çeşitli maceralara atılırlar, bu maceralardan birinde yeraltı efendilerini yenerler. Kardeşlerin yolculuğu mısır tanrısı olan babalarının dirilişiyle düğüm noktasına ulaşır. Coe, “Bu efsanevi döngünün mısır verimiyle yakından ilişkili olduğu görülüyor.” diye belirtiyor.
Maya tanrıları
Robert Sharer tarafından yazılan “Maya Uygarlığında Günlük Hayat” adlı esere göre, antik Mayalar; her şeyin bir miktar k’uh, yani “kutsallık” adı verilen görünmez güç ya da kutsal nitelik ile dolu olduğuna inanıyordu.
Antik Mayaların evreni; kab (dünya), kan (gök) ve xibalba (sudan oluşan yeraltı dünyası) olmak üzere üç bölümden oluşuyordu. Mayalar, gözle görünebilir “kab,” yani dünya aleminde; göksel tanrılar görünmez “kan,” yani gök aleminde; yeraltı tanrıları ise bir diğer görünmez alem olan “xibalba” aleminde yaşıyorlardı.
Yeraltı dünyasının girişi olarak görülen mağaralar Maya dininde önemli bir yere sahipti. Sharer’in yazdığına göre, mağaralar; ölülerin gömüldüğü, atalar için çeşitli ayinlerin yapıldığı kutsal ve tehlikeli yerlerdi.
Sharer ayrıca antik Mayaların birden fazla tanrıya taptıklarını, bunlardan en önemlisinin Itzamnaaj olduğunu da ekliyor. “Birden fazla açıdan, Itzamnaaj, evrendeki en temel zıt güçlerin -örneğin yaşam ile ölümün, gün ile gecenin, gök ile yerin- efendisiydi. Ayrıca, göksel dünyanın efendisi olan Itzamnaaj, Samanyolu ile ilişkilendirilirdi ve çoğunlukla yılan ya da iki başlı bir sürüngen olarak tasvir edilirdi.
Diğer antik Maya tanrıları arasında güneş tanrısı K’inich Ajaw, yağmur ve fırtına tanrısı Chaak ve yıldırım tanrısı K’awiil gibi pek çok tanrı yer alıyordu. Mayalar her kişinin “hayat gücüne” sahip olduğuna inanıyorlardı. Bu inanca göre kişinin kanını tapınakta akıtmak o kişinin hayat gücünü bir tanrıya geçirirdi. 2015 yılında, üzerinde kan izi olan bir ok temreni bulan arkeologlar, bu kanın bir çeşit kan akıtma ayinine katılmış birinden olabileceğini tahmin ettiler.
Su kıtlığı olduğunda, Maya kralları ve rahipleri, rüzgâr ve yağmuru çektiğine inanılan tütsü ayinleri yaparlardı. 2017 yılında, Belizeli arkeologlar, üzerinde 30 hiyeroglif bulunan bir Maya takısı keşfettiler; arkeologlar bu takının söz konusu ayinlerde kullanıldığına inanıyorlar. Mayalar, karşılaştıkları sorunlar karşısında yardım bulmak umuduyla ruhlarla iletişime geçecekleri zaman halüsinojen maddeler de kullanıyorlardı.
Antik Maya dininde deniz canavarı Sipak gibi tehlikeli yaratıklarla ilgili hikayeler de yer alıyordu. Soyu tükenmiş köpekbalığı Carcharodon megalodon’un fosilleşmiş dişleri de bazı Maya yerleşimlerinde kutsal hediyeler olarak kullanılıyordu. Ayrıca, araştırma, Sipak’ın geçtiği hikayelerde söz konusu soyu tükenmiş dev köpekbalıklarının fosilleşmiş kalıntılarından esinlenildiğini gösteriyor.
İnsan kurbanı
Sharer’e göre, sadece belli durumlarda insan kurban edilirdi. “Mayalar için, insan kurbanı her gün yapılan bir şey değildi; ancak, yeni bir hükümdarın tahta geçmesi, yeni bir tapınağın ya da top sahasının inşası gibi belli başlı olayları kutsamak için yapılırdı. Kurbanlar genellikle savaş esirlerinden seçilirdi.
Chichén Itzá’da, kurbanlar, Tanrı Chaak’ı onurlandırdığına inanılan mavi renge boyandıktan sonra bir kuyuya atılırdı. Ayrıca, şehirdeki top sahasının yakınında, birinin kurban edildiğini gösteren bir levha bulunmakta. Bu levhadaki tasvir, kazanan ya da kaybeden takımdan bir oyuncunun oyun sonrasında öldürüldüğünü gösteriyor olabilir.
Yazı ve astronomi
Sharer, kayıt tutmanın Maya dünyasının hayati bir parçası olduğunu, özellikle tarım, astronomi ve kehanet konularında önem arz ettiğini belirtiyor. Mayalar, kurak ve yağışlı mevsimlerin kaydını tutarak ekin ekip biçmek için en iyi zamanı saptayabiliyorlardı.
Ek olarak, Mayalar, gök tanrılarının (Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların) hareketlerini takip ederek kehanet için kullanılabilecek takvimler ortaya koyuyorlardı.
Sharer, “Uzun süreli kayıtlar ile Mayalar gezegen döngülerini, örneğin Ay ve Venüs’ün evrelerini hatta tutulmaları öngörebiliyorlardı.” diye yazıyor. “Bu bilgi ile ayin yapmak, kralları tahta geçirmek, ticari yolculuklara başlamak ya da savaş açmak gibi belli başlı eylemleri gerçekleştirmek için tanrıların en uygun konumda olup olmadığını anlıyorlardı.”
Venüs gezegeninin hareketleri antik Maya dininde önemli bir rol oynamışa benziyor. Dresden ve Grolier kodeksleri olarak bilinen iki Maya kitabında gezegen hareketlerinin detaylı kaydı yer alıyor. “Antik Mayalar, muhtemelen, Venüs’ün farklı evreleriyle ilişkili büyük ayinler düzenliyorlardı.” diye belirtiyor Kaliforniya Üniversitesi’nden sanat tarihçisi Gerardo Aldana.
Araştırma, Maya kodekslerinin yazarlarının en azından bir kısmının taaj adı verilen ayin uzmanlarından oluşan özel bir topluluğun üyesi olduklarını gösteriyor. Söz konusu araştırmayı yürüten grup, Maya yerleşimi Xultan’da, içinde yazıtlı freskler bulunan bir odayı incelediler; araştırmacılar, kodekslerin inceledikleri odada yazıldığını ve onları yazanların “taaj” olduğunu keşfettiler.
Maya rahipleri tarafından eğitilen katipler, muhtemelen elit tabakadan geliyordu, zira sıradan insanlar okuma-yazma bilmiyorlardı. Maya yazı sistemi bir çeşit resim-hece yazısıydı, yani (sözcükleri temsil eden işaretler) resim yazısı ile (heceleri temsil eden işaretler) hece yazısının bileşimiydi. 1000’in üzerinde Maya işareti vardı, ancak katipler bir seferde yalnızca 500 kadarını kullanırdı. Bugün, hala tam olarak çözülememiş ya da anlaşılamamış işaretler bulunuyor.
Ekonomi ve güç
Maya uygarlığı birbiriyle bağlantılı birkaç şehir devletinden oluşuyordu. “Elit ve kraliyet düzeyinde, bu bağlantı, resmi ziyaretler, ara sıra yaşanan galibiyetler, evlilikler, savaş ya da genel ideolojik ilişkiler şeklinde karşımıza çıkıyor.” diye belirtiyor Peuramaki-Brown.
Sharer’e göre, ekonomi söz konusu olduğunda, tarım ve yiyecek toplayıcılığı günlük hayatın merkezinde yer alırken; Mayalar, uzmanları desteklemeye yetecek kadar karmaşık bir ekonomiye ve ticaret rotaları sistemine sahipti. Mayalar basılı sikkeye sahip olmasalar da farklı dönemlerde farklı nesneleri para olarak kullandılar. Bu nesneler arasında diyorit boncuklar, kakao çekirdekleri ve bakır ziller bulunuyordu.
Sonuç olarak, kralların gücü, kaynakları kontrol etme becerilerine bağlıydı. “Maya hükümdarları, prestijlerini ve güçlerini pekiştirmek kullandıkları ürünlerin üretimini ve dağıtımını kontrol ediyorlardı. Ayrıca, her ailenin ihtiyaç duyduğu, tuz gibi, yerel olmayan malları da kontrol ediyorlardı.” diye yazan Sharer, Maya hükümdarlarının zamanla ekonominin daha büyük bir kısmını kontrol etmeyi başardıklarını da ekliyor. Maya hükümdarları tek başlarına hüküm sürmüyorlardı; kendilerine, Maya sanatında sık sık karşımıza çıkan yardımcılar ve danışmanlar hizmet ediyorlardı.
Sharer, antik Maya işçilerinin saray, tapınak ve kamu yapılarını inşa etmek için bir iş vergisine tabi olduklarını belirtiyor. Savaşta başarılı olan bir hükümdar daha fazla işçiyi kontrolü altına alıp yenilen düşmanlarını haraca bağlayarak ekonomilerini güçlendiriyorlardı.
Live Science. 22 Ekim 2021.
You must be logged in to post a comment Login