Kafatası bulguları, çoğu zaman tartışmaya sebep olsa da insanlığın kökeni hakkındaki fikirlerimizi değiştirebilir.
Bu aralar, paleoantropologlar için oldukça çalkantılı bir dönem. 21. yüzyılın erken yıllarındaki yeni keşifler, insanlık evriminin tarihini daha önce görülmemiş bir hızda değiştirdi ve geliştirdi. Araştırmacılar, Homo türüne dört yeni tür daha ekledi: Güney Afrika’nın Homo naledi’si, Asya’nın Denisovalıları, Endonezya’nın “hobbit” takma lakaplı Homo Floresiensis’i ve onun, Filipinler’de geçen yıl bulunan komşusu Homo luzonensis. Antik DNA ve korunmuş proteinlerin izolasyonundaki ve incelenmesindeki gelişmeler, hem bireyler hem de türler arasındaki ilişkileri belirleyebilen moleküler düzeyde araçlar oluşturdu.
Yeni yapılan araştırmaların çoğu parçalanmış fosilleri ya da genetik kodu, ileri teknolojinin yardımıyla inceliyor fakat tek bir diş, parmak kemiğinin ufak bir parçası ya da parlak bir laboratuvar ekipmanı parçası, dikkatimizi bir kafatası kadar çekmiyor.
Nature Ecology & Evolution dergisinde 2019 yılında bir araştırmanın yardımcı yazarlığını yapan, Tübingen Üniversitesi paleoantropologu Katerina Harvati, insan yüzünün evrimsel tarihi hakkında: “Baş, özellikle yüz, bir insanın en fazla yakın ilişki kurduğu ve aynı zamanda genellikle kendiyle özdeşleştiği bir parçasıdır.” diyor.
Fosil kafatasları, “türler hakkında çok fazla bilgiyi bilim insanlarına iletmekle kalmaz, aynı zamanda bir bireyin hayattayken bir insan olarak nasıl biri olduğuna dair doğrudan ve sezgisel bir izlenim verebilir, böylece hem bilim insanlarının hem de halkın hayal gücünü daha kolay etkileyebilir.
Doğrusunu söylemek gerekirse, işlerin karıştığı yer de tam olarak burası.
Zürih Üniversitesi antropologu Christoph Zollikofer, fosil kafataslarının ve binlerce hatta milyonlarca yıl önce yaşamış biriyle yüz yüze olmanın verdiği büyüleyici havanın, profesyonelleri bile yoldan çıkarabileceği konusunda uyarıyor.
Zollikofer, “Zihniyetimiz, bizi mankenlerden ayıran mağaza vitrinlerinin camına benziyor: Bu fosil kafataslarına, kendimizin yansı görüntüsüne ve hayal gücümüzle bakıyoruz.” diyor.
Farklı görüşlere sahip araştırmacılar aynı antik kafatasına baktığında, genellikle hararetli tartışmalar patlak veriyor. Bu tür tartışmalar, 21. yüzyılda homininlerin, insanların ve en yakın atalarımızın ve akraba türlerimizin evrimi hakkında geleneksel düşünceye meydan okuyan her yeni fosilin keşfiyle daha yaygın hale geldi. Paleoantropologlar ne kadar çok fosil bulur ve onları incelemek için ne kadar çok yöntem kullanırlarsa, insan evriminin tarihi o kadar çok anlaşılması güç bir hale bürünüyor.
Fransa’daki Aix-Marseille Üniversitesi paleoantropologu ve A Pocket History of Human Evolution: How We Became Sapiens kitabının yardımcı yazarı Silvana Condemi, “Az sayıda fosil varken bir çizgi çizip, doğrusal giden bir evrim olduğunu göstermek çok kolaydı.” diyor. “Günümüzde ise çok daha fazla fosilimiz var ve bunun o kadar basit olmadığını, çok daha karmaşık olduğunu görüyoruz ancak yine de her şeyi anlamak için yeterli fosilimiz yok.”
“Yeni araçlarımız var. Özenli olmaya çalışıyoruz. Elimizden gelenin en iyisini yapıyoruz. Ancak yine de tek bir keşif, her şeyi değiştirebilir.” diyerek ekliyor.
Her biri kendi içinde tartışmaya sahip bu beş fosil kafatası bulgusu, kökenimiz hakkında ne kadar öğrendiğimize ve nelerin hala belirsiz kaldığına dair bizlere bir fikir veriyor.
1- Bir başlangıç mı yoksa çıkmaz mı?
2001 yılında Kuzey Çad’ın bir çölünde, neredeyse eksiksiz bir kafatasının yanında, birçok kemik ve kemik parçası yığının keşfi olağanüstüydü. Araştırmacılar kafatasına, yerel dilde “yaşam umudu” anlamına gelen Toumaï adını verdi. Özellikleri eskinin ve yeninin bir birleşimiydi, örneğin şempanze büyüklüğünde bir beyne ama küçük köpek dişlerine sahipti ve bu özellikler homininlerde, yaşayan en yakın akrabalarımız olan şempanzelerde olduğundaki boyutundan genel anlamda daha küçüktü.
Bununla birlikte, fosilin yaşı daha da şaşırtıcı. Toumaï, 6 milyon ila 7 milyon yıl öncesine dayanıyor. O zamanlar paleoantropologlar, şempanzelerle paylaştığımız son ortak ataların en az bir milyon yıl daha genç olduğunu düşünüyordu. Toumaï, soyumuzdaki bölünmenin düşünülenden çok daha önce gerçekleştiğini ileri sürdü. Toumaï’nin bilhassa bir özelliği sebebiyle birçok paleoantropolog onun bizden biri, ilk hominin, olduğunu öne sürdü. Omuriliğin yer aldığı, kafatasının alt kısmında bulunan deliğe foramen magnum adı veriliyor. Deliğin açısı, omurganın dört ayaklı hayvanlarda olduğu gibi kafatasının arkasında mı yoksa iki ayaklı homininlerde olduğu gibi önde mi konumlandırıldığını gösterebiliyor.
(İnsanlığın Doğuşunu Anlatan Göl: Turkana)
Condemi, Toumaï hakkında: “Yapılan canlandırma çalışmalarına göre, foramen magnum’un konumu iki ayak üzerinde yürüyebildiklerini öne sürüyor.” diyor. “İki ayaklılık, Homo’nun temel özelliklerinden biri. Görünüşe göre bu tür de, bu evrimsel çizgide yer alıyordu.”
Toumaï’nin bilinen en eski hominin olarak kabul edilmesi araştırmacıların, atalarımızın diğer maymunlardan ayrıldığı Geç Miyosen dönemindeki soyumuzun kökenini incelemesine yol açtı. Londra’daki Doğa Tarihi Müzesi paleontologu Fred Spoor, “Kafatası ortaya çıktığında paleoantropologlar onu ‘biricik kafatası’ olarak nitelendirdi.” dedi. “Daha sonra, Miyosen maymunları araştırma topluluğundan gelen itiraz, olaya bir ‘dur’ dedi.”
Daha fazla Miyosen maymunu fosili ortaya çıktıkça, genel tablo daha da karmaşık bir hale geliyor. Örneğin, tam bir hominin olmayan Avrupa Miyosen maymunları Danuvius ve Rudapithecus’un 2019 yılında yapılan kalça ve gövde canlandırmaları, iki ayak üzerinde yürüyebildiklerini öne sürdü.
“İki ayak üzerinde yürüyebilenlerin sadece homininler olup olmadığı belirsiz.” diyor Spoor. “Tüm bunlar, Miyosen maymunlarının iki ayak üzerinde yürüyebildiğini öğrenmemizle bile sonuçlanabilir… Geçmişteki her şeyin, günümüzde devam eden bir soyu olduğunu varsaymamalıyız.”
Zollikofer, yüksek çözünürlüklü BT taramaları uygulanan Toumaï kafatasının Nature dergisinde yayınlanan 2005 yılındaki canlandırmasının başyazarıydı. Ekibi, Toumaï’nin türü Sahelanthropus’un, maymunlardan ziyade homininlerle daha yakın akraba olduğu sonucuna vardı. Ancak araştırmacılar nasıl hareket ettiği konusunda emin olamıyordu.
Zollikofer, “Kafatası, bu türün bir şekilde dik durduğunu ve iki ayak üzerinde hareket ettiği gösteriyor,” diyor. “Sahelanthropus’lar bizim atamız mı? Asla bilemeyeceğiz! Evrimsel bir çıkmaz olan ‘iki ayaklı maymun’ nüfusunun bir parçası da olabilirler.”
Spoor, Toumaï’nin soy ağacımızda yer alıp almadığına bakılmaksızın onu önemli bir örnek olarak görüyor. “Kafatasının önemi çok büyük. İyi korunmuş 7 milyon yıl öncesine dayanan bir fosil.” diyor. “Bu kafatasını tanımlamanın en doğru yolu, mümkün olan en eski veya potansiyeli olan hominin demek olur. Eğer bir hominin değilse bile büyük olasılıkla ona oldukça yakın bir şey.”
2- Yüzü Bulmak ve Zaman Çizelgesine Meydan Okumak
Yaklaşık 4,2 milyon yıl önce, kendi Homo türümüzün öncüleri olan ilk australopithler ortaya çıktı. Beyinleri bir şempanzeninkinden biraz daha büyüktü ama çok fazla değildi ve iki ayak üzerinde durabiliyorlardı. En ünlü hominin fosili ve türünün daha geç bir üyesi olan 3,2 milyon yıllık “Lucy”, Australopithecus afarensis’in türüne ait. Afrika’nın çoğu yerine yayılmış diğer Australopith türlerine dönüşenin A. afarensis olduğu düşüncesi devam etti.
Birçok araştırmacı, A. afarensis’in yaklaşık 3,9 milyon yıl önce ilk Australopith olan A. anamensis’ten evrimleştiğini düşünüyordu. Bu türün önceki fosillerinin parçaları Doğu Afrika’nın birçok yerinde bulundu ancak paleoantropologlar, bu yüzü bir türlü isimlendiremedi. A. anamensis’in parçalar halindeki kafatası fosilleri bile azdı.
Ancak Ağustos ayında, araştırmacılar Etiyopya’da dudak uçuklatan bir bulgu ortaya çıkardı: A. anamensis’in neredeyse eksiksiz bir kafatası bulundu.
(3,8 Milyon Yıllık Kafatası İnsan Atasının Yüzünü Ortaya Çıkardı)
Araştırmada yer almayan Condemi, “Anamensis’i yıllardık biliyoruz fakat ilk kez kafatasını görüyoruz,” diyor. “Neye benzediğine dair bir fikir edinmek harika.”
Hayvanlarda daha belirgin olan ibiğe bağlı güçlü çene kaslarına sahip kafatasının, baş kısmı boyunca uzanan kemik çatısına atıfta bulunarak, “Kafatasının çok küçük olduğunu, Sahelanthropus’tan biraz daha büyük olduğunu öğrendik. Yüz hatları, büyük bir sagittal ibik bulundurmakla beraber, şempanze özellikleri taşıyor.” diyerek ekliyor.
Sadece bir sorun var: MRD adı verilen kafatası 3,8 milyon yıl yaşında. A. afarensis olarak tanımlanan en eski fosilden yaklaşık 100.000 yıl daha genç. MRD’yi keşfeden araştırmacılar, zamanla A. Anamensis’in, A. Afarensis’e evirildiği fikrini reddetti. Görünüşe göre iki tür birlikte yaşamış.
Ekipte yer almayan Spoor, “Anamensis’in, afarensise evirildiği fikri artık tamamen olmasa da kısmen üzerinde düşünülmekten vazgeçildi.” dedi.
Sıradan bir gözlemci için aradaki ayrım küçük gibi görünebilir ancak australopith evriminin gidişatını anlamak, kendi hikayemizi çizebilmemiz için doğrudan sonuçlara sahip.
Spoor ve diğer uzmanlar, hominin soy ağacının en az altı australopith türünü ve nihayetinde Homo cinsini de içerecek şekilde nasıl geliştiğini daha büyük bir resimde görebilmek için elmacık kemiği çıkıntısının açısı gibi en küçük ayrıntılara kadar üzerinde çalışıyor.
Spoor, “Soy ağacının nasıl oluştuğunu anlamak için, neyin yeni evrimleştiğini ve neyin kalıtsal olarak aktarıldığını anlamalısınız.” diyor. “Yeni kafatası bize tüm bunlar üzerine düşünme ve tüm bu [sonraki] grupların afarensis’ten değil de anamensis’ten ortaya çıkışını yeniden ele alma fırsatı veriyor.”
Spoor önemli bir uyarı ekliyor: MRD ekibinin yayımladığı sonuçlar bu örtüşen iki türün, 3,9 milyon yıl öncesine ait kafatası parçası olan ve en eski fosil olarak sınıflandırılan A. afarensis’in aslında o türe ait olduğu varsayımına dayanıyor.
“Aynı anda iki türün olduğu yorumu, yalnızca iki örnek olmasından kaynaklanıyor. Burada grup içi ve türler arasındaki varyasyonun nasıl olduğunu kesin olarak nasıl bilebiliriz? Bilemeyiz. ”
Araştırmacılar, hem A. anamensis’ten hem de A. afarensis’ten başka kafatasları ortaya çıkana kadar, MRD’nin sadece güzel bir yüzden ibaret olacağını söylüyor.
3- Afrika Dışında: Bir ya da Birçok
Gürcistan’daki Kafkas Dağları’nın güneyinde arabayla bir gün uzaklıktaki, yıkık bir ortaçağ kalesinin ve küçük bir manastırının yanı sıra, dünyanın en önemli ve kafa karıştırıcı paleoantropolojik alanlarından biri olan Dmanisi, Afrika dışındaki en eski hominin fosillerine ev sahipliği yapıyor.
1980’lerden beri araştırmacılar yaklaşık 1,8 milyon yıl öncesine ait binlerce fosili ortaya çıkardı. Etrüsk kurtlarının kalıntıları arasında kılıç dişli kaplanlar, geyikler ve diğer hayvanlar, eksik ve tam kafatasları da dahil olmak üzere çeşitli homininlerin kemiklerinden oluşuyor.
(Afrika’dan İlk Çıkan Hominidler: Küçük Beyinli, Çelimsiz İnsanlar)
Özellikle sağlam bir alt çene 2000 yılında bulundu ve başlangıçta tamamen yeni bir tür olan H. georgicus olarak tanımlandı. 2013 yılında Science dergisinde araştırmacılar, şimdilerde Skull 5 olarak bilinen bireyin kafatasının geri kalanını bulduklarını açıkladı. Kafatasının tamamının bulunmasıyla araştırmacılar, fikirlerinden yüz seksen derece döndü. Araştırmacılar, Dmanisi homininlerinin, cinsimizin Afrika’nın ötesinde bulunan en eski üyesi H. Erectus’un grubuna dahil olduğu sonucuna vardı.
Peki araştırmacıların beklenmedik bir şekilde fikirlerinin değişmesine ne sebep oldu? Zollikofer’ın dediği gibi, “Skull 5 yalnız değil… Dört tane daha arkadaşı var ve hepsi birbirinden oldukça farklı görünüyor.”
Zollikofer, diğer kafataslarından biri üzerine yazılan The Anatomical Record Part A gibi 2006 tarihli bir makale de dahil olmak üzere birçok Dmanisi hominin çalışmasında yardımcı yazar olarak yer aldı. Bu örnek, tüm hominin fosil kayıtları içinde en benzersiz olanı: Birey, ölümünden birkaç yıl önce dişlerini kaybettiği için yiyecekleri çiğneyemiyordu. Başkalarının yardımıyla hayatta kalmış olabilir, bu da insan evriminin bu kadar başında bilinmeyen sosyal davranışların olabileceğini gösteriyor.
Bununla birlikte, Zollikofer’in Skull 5 üzerine kıdemli yazar olarak 2013 yılında yazdığı çalışması, akademik camiaya bir ateş gibi düştü. Dmanisi homininlerini H. erectus olarak yeniden sınıflandırmanın yanı sıra, ekip bir adım daha ileri gitti: Beş Dmanisi kafatası arasındaki farklılıkların, H. erectus içinde önemli farklılıklara sahip olduğuna dair kanıt olduğunu öyle ki Afrika’nın H. habilis gibi diğer erken Homo türlerinin, H. erectus olarak yeniden sınıflandırılabileceğini öne sürdü.
Bu, paleoantropolojinin en uzun süren savaşlarından birine düşen yeni bir bomba oldu: Homo soyunun erken evrimi, zaman içinde yeni bir türe dönüşen tek bir tür müydü? Yoksa bazen tek başına gelişip sonra tekrar melezleşmek için bir araya gelen, karışan ve kaynaşan çok sayıda nüfustan, türden ve alttürden mi ibaretti?
Spoor’un Nature dergisinde kışkırtıcı bir başlıkla yayımladığı, “Küçük beyinli ve boşboğazlı” başlıklı yazısı da dahil, ekibin vardığı sonuca birçok eleştiri yağdı.
Spoor, Skull 5’ın önemini tamamen farkında, “Bu kafatası, çok erken bir Homo erectus’un güzel bir örneği.” Ancak ekibin tüm erken Homo türlerini, H. erectus olarak yeniden sınıflandırdığı “radikal önerisine” karşı çıkıyor. Ekibin sonuçlarının, aynı kaya tabakasındaki beş Dmanisi kafatasının, aynı zamanda yaşadığı varsayımı üzerine kurulu olduğunun altını çiziyor.
Spoor, “Yapılan bir kazı, 10.000, 20.000 yıl öncesini yansıtabilir.” diyor.
Skull 5 ile diğer Dmanisi homininleri arasındaki çeşitliliği belgelemek, fosillerle ilgili yapılan en önemli gelişme olabilir. Bununla birlikte, kafatasının önemin ne olduğu bir araştırmacıdan diğerine göre değişebiliyor.
4- Yeni Başlangıç Noktamız
On yıllar boyunca, H. sapiens’in yaklaşık 200.000 yıl önce ve Doğu Afrika’da ortaya çıktığı düşünülüyordu. Daha sonra bir ekip, Fas’taki küçük bir fosil alanında tekrardan bir çalışma yürüttü.
1961 yılında yapılan madencilik çalışmaları sırasında, bir yamaçta kazı yapan işçiler eski bir kafatası buldu. Akabinde yapılan kazılarla daha fazla fosil parçası bulundu ancak tahmini yaşları, 40.000 ila 160.000 yıl arasında değiştiğinden türlerinin ne olduğu belirsizdi.
Jebel Irhoud olarak bilinen alandaki en son kazı çalışması, bulunan fosil parçalarının tarihlendirilmesi konusunda daha titiz bir yaklaşım getirerek 2004 yılında başladı. Sonuçlar çarpıcıydı: Irhoud 10 olarak bilinen eksik bir yüz ve kafatası içeren homininler yaklaşık 315.000 yıllıktı.
(Fas’ta Bulunan 300.000 Yıllık Homo Sapiens’ten Öğrendiğimiz 7 Bilgi)
2017 yılında Nature dergisinde araştırmacılar, Irhoud 10’un yüz özelliklerinin modern insanın özellikleriyle benzer olduğunu açıkladı. Araştırmacılar Faslı homininlerin, 100.000 yıldan fazla bir süredir fosil kayıtlarındaki en eski H. sapiens olduklarını söyledi.
Baş araştırmacı Jean Jacques Hublin o dönemde basına, “Bu bulgu, türümüzün kökenini temsil ediyor.” dedi.
Diğer paleoantropologlar ise ekibin sonuçlarını abartılı buldu.
Zollikofer, “Paleoantropologların türlere, tür tanımlarına ve soylara dair sabit fikirleri var.” diyor ve Darwin’in akraba olan nüfuslar arasında çok daha fazla değişkenlik olduğuna inandığının altını çiziyor. “Jebel Irhoud’da, H. Sapiens’le benzerlik taşıyan bir sürü yüz özelliğini inceleyebilir ya da önceki insanlarla çok daha güçlü benzerlik taşıyan diğer özelliklerine odaklanabilirsiniz. Tahmin edin hangisi daha çok ilgi çeker?”
Irhoud homininlerinin arkaik özelliklerinin başında, modern H. sapiens’in ayırt edici bir özelliği olan yuvarlak şekilden uzak, daha alçak ve uzun bir kafatasına sahip olması yer alıyor. Ancak bu alanda çalışanlar, Irhoud homininlerini devam etmekte olan evrimin heyecan verici bir parçası olarak görüyor.
“Jebel Irhoud Homo sapiens’leri üzerinde düşünüyorum,” diyor Condemi. “Jebel Irhoud’da gördüğümüz, Neandertallerin evriminde gördüğümüze benziyor öyle ki 200.000 yıl önce gördüğümüz Neandertaller, 50.000 yıl önce gördüğümüz Neandertallerle aynı değil. Bir soyun içinde bile evrim var.” Spoor da bu konuda aynı fikirde. “Evrim sürekli devam eden bir olay. Kafanın farklı kısımları farklı bir tempoda gelişiyor. Modernitenin ortaya çıktığını görmek çok güzel.”
Irhoud fosillerinin yaşı önemi kadar konumu da önemli. En erken H. Sapiens’i Doğu Afrika’dan binlerce kilometre ötede bulmak, Irhoud homininlerinin yaşı kadar beklenmedik oldu.
Irhoud 10’u tanıtan 2017 yılındaki makalenin yardımcı yazarı ve Tübingen Üniversitesi çalışanı Harvati, “Bence bu bulgu bizlere modern insanların evrimleştiği, bir çeşit Cennet Bahçesi gibi, belirli bir coğrafi bölgeyi aramada kullandığımız eski modelin, tabiri caizse, çok basit olduğunu gösteriyor.” diyor. “Afrika genelinde yakın akraba olan birkaç nüfusun, çevresel koşulların onları birbirinden ayırması ya da birbirleriyle tekrar temasa geçirmesiyle, bazen ayrışarak, bazen de tekrar bir araya gelerek, soyumuza katkıda bulunmaları çok daha muhtemel.”
Condemi, “Bence Irhoud, Homo sapiens beşiğinin yalnızca Doğu Afrika olmadığını gösteriyor. Afrika’nın tamamındaydılar.” diye ekliyor. “Bu da Sapiens’in Pan-Afrikalı bir tür olduğu anlamına geliyor.”
5- Avrupa’ya Erken Gelenler
Misliya-1 olarak bilinen kısmen modern bir H. sapiens çenesinin 2018 yılında İsrail’de bulunması, modern insanların göç tarihini geriye çekti. 194.000 yıl öncesine dayanan çene, türümüzün Afrika’yı bir zamanlar düşünüldüğünden çok daha erken terk ettiğini gösteriyor.
Misliya-1’in çoğunluk tarafından kabul görüldüğü göz önüne alındığında, geçen Temmuz ayında Nature dergisinde açıklanan başka bir fosilin çok fazla tartışma yaratması şaşırtıcıydı. Apidima 1 olarak bilinen ve Yunanistan’da bulunan bu eksik kafatası 40 yıldan uzun bir süre önce bulundu ancak hiçbir zaman detaylıca incelenmedi. Bunun nedeni de bir Neandertal ve daha eksiksiz hominin kafatası olan Apidima 2’ye yakın bir yerde bulunmasıydı. Hatta o kadar çok yakınında bulundu ki Apidima 1’in de Neandertal olduğu düşünüldü.
Daha sonra Harvati ve ekibi her iki kafatasını da inceledi ve yaşlarını belirlemek için daha gelişmiş bir tarihleme yöntemi uyguladı. Sonuçlar araştırmacıları bile şaşırttı.
(Afrika Dışındaki Bilinen En Eski Modern İnsan Fosili Bulundu)
Apidima 2 yaklaşık 170.000 yıllıktı. Ancak ekip, yaklaşık 210.000 yıllık olan Apidima 1’in H. sapiens olduğu sonucuna vardı: Bu da onu, 160.000 yıl öncesine dayanan Avrupa’daki türlerimizin ilk kanıtı yapıyor.
Harvati, “Avrupa’nın, yaklaşık 45.000 yıl öncesine kadar Neandertallere ve onların atalarına münhasır olduğunu düşünüyorduk.” dedi. “Ancak bunun böyle olması için hiç bir neden yok. Çoktan Yakın Doğu’da bulunan erken modern insanların, Anadolu’nun kuzeyine ve Güneydoğu Avrupa’ya yayılmasını önleyecek bir engel yoktu.”
Harvati, Apidima 1’in kesin olarak bir H. sapiens olduğunu söylüyor: Her ne kadar sadece, modern insanlarda özellikle yuvarlak olan kafatasının arka kısmı korunmuş olsa da.
Fakat herkes onunla aynı fikir de değil.
Zollikofer, “Apidima 1 bir bilmece gibi. Erken Neandertal çeşitliliğinin kayıp bir yönünü temsil ediyor olabilir. Tür niteliği olmadan kayıp bir insan nüfusunu temsil ediyor olabilir. H. Sapiens’i temsil ediyor olabilir. Kafatası o kadar kötü muhafaza edilmiş ki bu sinir bozucu; diğer yandan da bu kadar kötü bir şekilde korunması bizi hayal gücümüzü kullanmaya itiyor.”
Aslında, Nature dergisinde Harvati’nin sonuçlarını yayımlanmadan hemen önce, daha küçük bir dergide Apidima 1 hakkında sadece Fransızca yazılmış başka bir çalışma yayımlandı. Bu yazarlar, eksik kafatasının Neandertal soyuna ait olduğu sonucuna vardı.
İki fosil arasındaki yaş eşitsizliğine gelince, sonuçlar aksini gösterinceye kadar Harvati bile ilk başta yaşıt olduklarını düşünmüştü. Eksik kafatasları ve diğer tanımlanamayan kemik parçaları, çakıl ve rastgele kalıntıların kendi içinde ve mağara sistemi yoluyla karışması ve zamanla birleşmesiyle bir breş içinde korundu.
Harvati, “Şu andaki hipotezimiz, örneklerin her ikisinin de mağaranın çeşitli yerlerinden tortuyla dolu bir tür kuyunun içine düştüğü ve birbirine karışıp, birlikte katılaştıkları.” diyor.
Harvati, yeni kazılar yapmak için mağaraya geri dönmeyi planlıyor. Yeni fosillerin bulunması eleştirmenlerin endişelerini azaltabilir ya da yeni tartışmalara yol açabilir.
Bu heyecan verici ve belirsiz zamanda, alandaki birçok kişinin düşüncelerini yansıtan Spoor, bir sonraki beklenmedik fosil bulgusu için hazır.
“Kesin bildiğimiz şeyler oldukça çabuk yok oluyor.” diyor. “Yeni şeyler ortaya çıktıkça, fikrimizi değiştirme konusunda panik yapmamalıyız. Hayat devam ediyor. Bilimde işler böyle yürüyor.”
Hominin’in Bilmecesini Çözmek
Soyumuzu anlamak söz konusu olduğunda, biz öğrendikçe paleoantropologlar da daha fazla keşfetmek istiyor.
Yaş aralıkları, mevcut fosil kayıtlarına göre yaklaşık olarak verilmiştir; tüm hominin türlerini içermez.
Gemma Tarsach. Discover Magazine. 15 Mayıs 2020.
You must be logged in to post a comment Login