İnsanlar zihin değiştiren maddeleri uzun süredir tüketiyor. Karayip Denizi’nde yer alan bir adalar topluluğu olan Küçük Antiller’de burundan halüsinojen madde çekmek için kullanılmış 2.500 yıllık kaplar keşfedildi.
Amerikalar’dan Afrika’ya kadar birçok geleneksel kültürde spiritüel amaçlarla halüsinojen madde kullanıldığı biliniyor. İşte size zihni bulandırıp garip sanrılar görmeye yol açan bu halüsinojenlerin tarihi.
(Prehistorik Dönemde Halüsinojenik Madde Kullanımı)
Halk arasında “asit” olarak bilinse de LSD’nin ağız dolduran bir ismi var: liserjik asit dietilamid. Bu halüsinojen ilk olarak 1938’de ergotamin denilen bir kimyasaldan sentezlenmiş. Ergotamin ise çavdar üzerinde gelişen bir tahıl fungusundan üretiliyor.
LSD ilk olarak, Delysid adı altında faaliyet gösteren bir ilaç firması tarafından üretilmişti, ancak 1950’lerde CIA maddenin zihin kontrolü üzerindeki etkilerini araştırmaya karar verince adı kötüye çıktı. CIA tarafından zihin kontrolü ve bilinçaltı kullanımı üzerine yürütülen sayısız deneyden oluşan MK-Ultra projesindeki deneklerin birçoğu bu halisünojen maddeyi eğlence (veya sözde bir aydınlanma) uğruna almaya başladı.
Ayahuasca, Amazonlar’da yetişen Banisteriopsis caapi bitkisinin kaynatılması ve demlenmesi ile elde edilen halüsinojenik bir karışım. Güney Amerika kabileleri tarafından uzun yıllardır spiritüel ritüeller ve şifacılıkta kullanılan ayahuasca, tıpkı diğer halüsinojenler gibi, kişiye çok yoğun duygusal deneyimler yaşatmakta. Bulantı ve kusma da çay gibi demlenip içilen bu ilginç maddenin yaygın etkileri arasında. 2006’da, National Geographic yazarı Kira Salak, Peru’da ayahuasca içtikten sonra yaşadıklarını dergideki yazısında okurla paylaşmıştı.
Salak, yazısında, yaşadığı deneyimi şu sözlerle yazıya dökmüş: “Nasıl olduğunu asla unutamayacağım. O ezici perişanlığı. Sonu gelmeyecek ıstırabın kesinliğini. Yardım edecek kimse yok, kaçacak yer de yok. Baktığım her yer öylesine yoğun bir karanlık içinde ki küçücük bir ışık bulma fikri dahi akıl almaz duruma geliyor. Derken birdenbire, ateşten bir girdaba düşüyorum çevredeki figürler can çekişircesine sesleniyorlar bana, onları kurtarmamı istiyorlar. Diğerleriyse korkutuyor beni. ‘Buradan asla çıkamayacaksın’ diyorlar. ‘Asla. Asla’.”
Peyote, halüsinojenik etkisini meskalinden alan bir kaktüs. Diğer birçok halüsinojen gibi, meskalin de beyindeki serotonin reseptörlerini birbirine bağlayarak coşkulu hisler ve kaleydoskopik bir görüş yaratıyor.
Meksika’daki yerel gruplar binlerce yıl boyunca, bu dikensiz kaktüsü törenlerde kullanmış. Meskalin üreten diğer kaktüsler de Güney Amerika kabilelerince rütüelistik amaçlarla kullanılmış. Peyote, bu grup ve kabilelerin dinsel uygulamalarında da önemli bir role sahip. Günümüzde Arizona, Colorado, New Mexico, Nevada ve Oregon eyaletlerinde, yalnızca dinsel törenlerde kullanılmak amacıyla, peyote bulundurmaya müsaade ediliyor.
Halüsinojen mantarların içindeki “sihir”, vücutta psilocin haline gelen “psilocybin” adlı etken maddeden gelmekte. Psilocin, beyindeki tüm serotonin reseptörlerini birbirine bağlayarak, halüsinasyonlara veya sineteziye, diğer bir deyişle iki farklı duygunun birbirine karışmasına, sebep olabiliyor. Örneğin, bu maddenin etkisi altındaki bir kimse renkleri koklayabildiğini veya sesleri görebildiğini hissediyor.
Tarihin ilk çağlarından beri zihin değiştiren her maddeyi kullanma eğilimi gösteren insanlar psilocybin içeren mantarları da binlerce yıldır araştırıyor. Sentetik psilocybin de şu an anksiyete, depresyon ve bağımlılığa muhtemel bir tedavi olarak incelenmekte.
Fensiklidin’in kısaltılmışı olan PCB daha çok “melek tozu” olarak bilinen halüsinojenik bir madde. Beyindeki nörotransmitter glutamat reseptörlerini bloke eden PCP, şizofreni benzeri semptomlar ve ağır yan etkiler yaratması sebebiyle diğer halüsinojenlerden daha tehlikeli olarak nitelendiriliyor.
Söz konusu yan etkiler PCP’nin tıbbi amaçlarla kullanılmayışının da sebebi. PCP, 1950’lerde anestetik madde olarak test edilmiş ve hayvanları operasyon sırasında kısa süreli bayılmak için kullanılmıştı. Ancak, 1960’lara gelindiğinde, PCP ameliyathanelerden sokaklara inmiş ve kişiye verdiği yoğun coşku ve yenilmezlik hissi sayesinde eğlence amaçlı olarak kullanılmaya başlanmıştı. Ne yazık ki, PCP’nin verdiği tüm o coşku kişinin kendini camdan atması veya kendini sakatlaması gibi gerçek anlamda yıkıcı davranışlara sebebiyet verebiliyor. Yüksek dozda alındığında istem dışı sarsılmalara yol açtığını söylemeye gerek bile yok.
Afrika kökenli iboga bitkisinden elde edilen ibogain, kabilelerce kullanımı uzak geçmişe dayanan bir diğer halüsinojen. Şaşırtıcı olarak, bağımlılık tedavisinde ümit vadeden sonuçlar gösteren bu madde ABD’nin aksine Meksika ve Avrupa’da yasak değil.
Yine de ibogainin tedavi amaçlı kullanılması yanıltıcı olabiliyor. Kalp ritim problemlerine yol açabilen ibogainin yaygın yan etkisi ise kusma. Massachusetts merkezli Multidisipliner Psikedelik Araştırmalar Derneği (MAPS)tahminen 300 kullanıcıdan birinin ibogain sebebiyle öldüğünü rapor ediyor. Ekip ibogainin Yeni Zelanda ve Meksika’daki uyuşturucu tedavi programlarına kayıtlı hastalar üzerindeki uzun süreli etkilerini araştırıyor.
“Kahinin adaçayı” olarak da bilinen salvia divinorum Meksika’nın Oaxaca eyaletindeki sisli ormanlarda yetişiyor. Yerli Mazatekler spiritüel törenlerde bu bitkinin yapraklarından demledikleri çayı kullanmışsa da bitkinin halüsinojenik etki yaratması için dumanının çekilmesi veya çiğnenmesi de yeterli.
Ulusal Uyuşturucu Bağımlılığı Enstitüsü’ne göre salvia, şu an kontrol edilen bir madde değil, ancak illegal duruma getirilmesi ve marijuana ile aynı sınıflandırılmaya sokulması düşünülüyor.
“E”, “X”, Ekstazi veya tam adıyla (sıkı durun) 3,4-metilenedioksimetamfetamin (MDMA), beyinde serotonin salınımına yol açan ve böylelikle coşku, enerji ve algı bozukluğu yaratan bir madde. Vücut sıcaklığını yükselterek sıcak çarpması riskini de artırabiliyor. Ulusal Uyuşturucu Bağımlılığı Enstitüsü’ne göre hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalar, MDMA‘nın beyinde uzun süreli ve tehlikeli değişikliklere sebep olduğunu gösteriyor.
MDMA ilk olarak 1912’de kanamayı durduracak maddeler arayışında olan bir kimyager tarafından sentezlenmişti. Sonraki yıllarda kimsenin dikkatini çekmeyen ekstazi 1970’lerde kendine sokaklarda alıcı bulmaya başladı. Çılgın partilerde, gece kulüplerinde ve özellikle psikedelik müzik severler arasında yaygındı. Ekstazi günümüzde de yaygınlığını koruyor. Araştırmacılarsa ekstazinin travma sonrası stres bozukluğu ve kanser kaynaklı anksiyete tedavisinde kullanılıp kullanılmayacağı üzerinde incelemeler yürütüyor.
Live Science. 29 Eylül 2011.
You must be logged in to post a comment Login