Bir zamanlar krallara ev sahipliği yapan ve gündelik hayatla uğuldayan, uzun zaman önce yok olmuş şehirlerin gömülmüş harikaları, günümüz arkeolojisi sayesinde yeniden keşfediliyor.
Uruk, Ur, Megiddo, Babil ve Ninova; saraylar, tapınaklar, pazarlar ve incir şarabı sunan tavernalarla gelişen, gezegenin ilk büyük şehir merkezleri arasında yükseldiler. Bir zamanların bu büyük medeniyetlerinden geriye çok az şey kalmış olsa da, modern arkeoloji, bir zamanlar orada yaşayan sakinleriyle ilgili büyüleyici hikayeleri bir araya getirerek, onların parçalanmış geçmişlerinin parçalarını ortaya çıkarıyor.
Spoiler: Bu hikayeler arasında diş plağı, uyku iksiri ve kıyamet savaşı yer alıyor.
Uruk: Yazının beşiği
“O bir firavun faresinin pis kokusu. . . kendini önemli yapan abayı yakmış bir adam.” Hayır, bu düşük bütçeli bir filmden bir diyalog değil. Güney Mezopotamya’da (bugünkü Irak Samava yakınlarında) bilinen en eski uygarlık olan Sümerlerin ana şehri olan Uruk’ta, arkeologların kil tabletlere kazınmış olarak keşfettiği birçok yazışma parçasından biri.
MÖ 4. binyıl civarında aktif olan şehir, MÖ 3. binyıl civarında doruk noktasına ulaştı. Zanaatkar, yönetici ve rahip olarak çalışan yaklaşık 40.000 kişi surlarla çevrili şehirde yaşıyordu. Rahipler ve yazıcılar tarafından keskin kenarlı şekiller ve sembollerle yazılmış kil tabletler, oluşturulduğu kama şeklindeki izler nedeniyle, çivi yazısı adı verilen dünyanın bilinen ilk yazı sistemini içeriyor.
Arkeologlar dikkatlerini Sümer gök tanrısı Anu’ya ve Sümer doğurganlık ve savaş tanrıçası İnanna’ya adanmış iki kutsal bölgeye odakladılar. Bazı tapınakların, rahiplerin tapınağın tanrısına adaklar sunduğu, tuğladan inşa edilmiş devasa basamaklı kuleler olan zigurat şeklini aldığını belirlediler. Binlerce isimsiz işçi, bu yapıları inşa etmek için yıllarca ağır iş gücü harcadı ve günlük varoluşlarına dair çok az şeyi geride bıraktı.
Ur: Refah içerisindeki liman
Uruk’un gücü MÖ 3. binyılın sonlarında zayıflarken, başka bir antik Mezopotamya şehri hakimiyet kazandı. Uruk’un güneyinde, Dicle ve Fırat Nehirlerinin Basra Körfezi’ne döküldüğü yerde Ur (günümüzde Irak’taki Tell el-Muqayyar), MÖ 4. binyılda kuruldu.
MÖ 2.000 yılına gelindiğinde, diğer Mezopotamya şehirlerinde görülmeyen bir zenginlik düzeyine sahip olan yaklaşık 60.000 kişinin yaşadığı varlıklı bir liman haline geldi. Pazarları, Akdeniz’den Basra Körfezi’ne ve Hindistan’a kadar tüm antik dünyanın ticaretini kendisine çekti. Sümerlerde güç merkezinin el değiştirdiği dönemler oldu ama en parlak döneminde Ur, hükümdarların ve güçlü rahiplerin evi olan imparatorluğun merkeziydi. Yüzyıllar boyunca gözlerden kaybolan Ur, esas olarak İncil’deki İbrahim’in doğum yeri olarak hatırlanıyor.
19. yüzyılda İngiliz arkeolog Leonard Woolley, lapis lazuli saplı altın bir hançer, oyun tahtaları ve altından dövülmüş bir miğfer dahil olmak üzere muhteşem eserlerle dolu bir ziguratın yakınında yüzlerce mezar keşfetti. Ayrıca erken dönem kraliçesi Puabi de dahil olmak üzere kraliyet ailesinin mezar yerlerini ortaya çıkardı. Müzik aletleri, arabaları ve silahlarıyla düzgün bir şekilde düzenlenmiş, Puabi ile birlikte daha birçok insan gömülmüştü. Bunlar hizmetkarlar, savaşçılar ve yöneticileriyle birlikte kurban edilen ve gömülen diğer insanlardı. Büyük bir çukurda altı silahlı muhafız ve 68 hizmetkar kadın vardı – içlerinden birinin aldığı uyku iksiri onu yeraltı dünyasına götürmeden önce saçında hâlâ gümüş bir kurdele vardı.
Megiddo: Savaş alanları
İsrail’de bugünkü Hayfa yakınlarındaki Megiddo, MÖ 6.000’den MÖ 500’e kadar gelişti, akabinde geriledi ve yeniden gelişerek MS 1600 civarında doruk noktasına ulaştı. O zamanlar, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu’yu birbirine bağlayan ticaret ve askeri yolların hayati kavşağında yer alan surlarla çevrili etkileyici bir şehirdi. Arkeologlar, lüks sarayların, devasa surların ve özel konutlarla iç içe geçmiş kutsal yapıların kalıntılarını keşfettiler.
Bir sarayın altında altın ve lacivert taşından mücevherler, fildişinden plakalar, mobilyalar ve altın kaplardan oluşan bir buluntu grubu açığa çıkarıldı. Başka bir mezarda, aralarında altın ve gümüş takılarla süslenmiş bir çocuk, kadın ve erkeğin de bulunduğu insan kalıntıları ortaya çıkarıldı.
Alanda, kentin gündelik insanlarına dair içgörüler sunan modern genetik tekniklerin kullanıldığı kazılar devam ediyor. Bölgedeki insan kalıntılarını inceleyen bilim insanları, fosilleşmiş diş plağı kişinin diyetinin kalıntılarını içerdiği için, bölge sakinlerinin dişlerini iyice temizlemedikleri için minnettarlar. Üst sınıf insanların yerel tahıl ve meyvelerin yanı sıra susam, soya fasulyesi, zerdeçal ve hatta muz gibi bölge dışından gelen önemli lezzetleri de yedikleri keşfedildi.
Ancak Megiddo aynı zamanda uzun tarihi boyunca sayısız savaşa sahne olan, savaşan bir şehirdi. III. Thutmose komutasındaki Mısırlıların Kenan ülkesini ele geçirdikleri, tarihin kaydedilen ilk savaşı olan Megiddo Muharebesi, MÖ 15. yüzyılda burada yaşandı. Belki de bu tarih yüzünden Vahiy Kitabı, Megiddo’yu iyi ve kötü arasında gerçekleşeğine inanılan gelecekteki kıyamet savaşının yeri olarak adlandırıyor – Armageddon, “Megiddo tepesi” anlamına geliyor.
Babil: Yapı bolluğu
Eski Mezopotamya’da Dicle ve Fırat Nehirleri boyunca yeşeren onca şehirden hiçbiri Babil’den daha görkemli değildi. Bugünkü Bağdat’ın güneyinde yer alan şehir, MÖ 1595’te Hititlerin eline geçmeden önce MÖ 2. binyılın başlarında gelişmişti. MÖ 7. yüzyılın sonlarına doğru, hükümdar II. Nebukadnezar altında bir kez daha bölgenin baskın şehir devleti oldu.
(İlgili: Babil’i Baştan Yaratan Kral: Nebuchadrezzar)
Başarılı bir askeri lider olan Nebukadnezar, aynı zamanda mimari eserlere ağırlık veren biriydi. 40 yılı aşkın hükümdarlığı sırasında, Babil’in surlarla çevrili şehri yaklaşık 7,5 km²’den fazla bir alana yayıldı. Muhteşem İştar Kapısı şehrin girişlerinden birini çevreliyordu. 11 metreden yüksek, mavi ve altın sırlı çinileri simetrik bir dizi fantastik yaratık tasviri içeriyordu (günümüzde Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde sergileniyorlar). Kapıdan uzaklaşıldığında, Nebukadnezar’ın sarayının ve bir dizi tapınağın yanından geçen düz bir alay yolu vardı – bunlardan biri, Etemenanki, İncil’deki Babil Kulesi hikayesinin ortaya çıkmasına neden olmuş olabilir.
II. Nebukadnezar’ın ölümünden sonraki bir nesil içinde Babil, Pers lideri Büyük Kiros’un eline geçti. Yine de şehir, Babil’i başkent yapmayı planlayan ancak bunun yerine MÖ 323’te orada ölen Büyük İskender’in zamanı boyunca ihtişamını korudu.
Ninova: Bahçelerin şehri
Dicle’nin doğu kıyısında yer alan (ve günümüzde Irak’ın Musul şehri tarafından çevrelenmiş olan) Ninova, ticaret yollarının ve verimli tarlaların ortasında yer alıyordu ve bir şekilde binlerce yıldır varlığını sürdürdü. Orada bulunan MÖ 3. binyıldan kalma ünlü bir bronz heykel başı, Akkad Kralı Sargon’u tasvir ediyor olabilir. Şehir, Asur kralı Sanherib döneminde MÖ 700 civarında doruğa ulaşmıştı. 8 km²’lik bir alanda saraylar, tapınaklar, pazarlar ve kanallar, çift surlar içerisinde gelişmişti. Sakinleri, tapınaklarda İştar (İnanna) gibi tanrı ve tanrıçalara tapıyorlardı.
Antik Dünyanın Yedi Harikasından biri olan Babil’in ünlü Asma Bahçeleri, Ninova’da yer almış olabilir. Bazı akademisyenler, bu bahçelerin büyük Assur başkentini süslediğine inanıyor; ustaca bir su yolları sistemiyle beslenen bir kraliyet yeşil alanının kalıntıları, bir zamanların muhteşem botanik zevkine işaret ediyor.
(İlgili: Biri Hariç Antik Dünyanın 7 Harikasının Nerede Olduğunu Biliyoruz)
Tüccarlar ve zanaatkarlar şehir dışından kumaş, bronz işleri, baharatlar ve şaraplar getirip satarken, tavernalarda yerel olarak yapılan incir birası servis edilirdi. Kraliyet zümresi, şehrin dışındaki yarış alanlarında arabalarıyla aslan avlardı. Daha sonraki hükümdar Asurbanipal, Gılgamış Destanı da dahil olmak üzere yasal belgeler, mitler, tarih kayıtları ve masallardan oluşan yaklaşık 30.000 tablet ve levhadan oluşan bir kütüphane kurdu.
Ninova Savaşı MS 627’de Doğu Roma İmparatorluğu ile 7. ve 8. yüzyıllardaki Müslüman hakimiyetinden önceki son İran imparatorluğu olan Sasaniler arasında gerçekleşti.
Arap kontrolü altındaki Ninova ise idari bir merkez haline geldi, ancak düşüşe geçerek 13. yüzyılda harabeye döndü.
National Geographic. 26 Temmuz 2022.
You must be logged in to post a comment Login