Salgın hastalık, Atina demokrasisini yerle bir edecek tohumları ekerken savaşın seyrini değiştirdi ve arkasından gelen barışı şekillendirdi.
Bu bir salgın için doğru zaman değil. Salgın için doğru bir zaman olabileceğinden değil, ancak bazı zamanların tamamen yanlış olduğu da kesin. Ve bir ulusun hali hazırda kriz yaşadığı hem yöneticilerine hem de ülkeye güveninin sarsıldığı bir zamandan kötüsü olamaz. Öyle bir zaman ki, uluslararası ilişkilerin gerildiği ve iç çekişmelerin yaygınlaştığı bir dönem. Aslında bir toplumun sosyal ve ahlaki yapısı hali hazırda bir sınavdan geçiyorken görülemez bir katilin varlığından kaynaklanan ölüm korkusu her şeyi çok daha kötü bir hale getirir. Neyse ki (ya da belki de ne yazık ki; bu noktada anlamak gerçekten zor) tarih böyle bir salgının yanlış zamanda gerçekleştiği örnekler sunuyor.
Büyük Atina Vebası bu konuda mükemmel bir örnek. Bu ölümcül salgın Peloponez Savaşı’nın ikinci yılında, MÖ 430’da kentte hızla yayılmış, 100.000’e yakın can almış ve Atina yaşamı ve siyasetindeki çatlakları kesin bir şekilde açığa çıkarmıştı. Modern araştırmacıların büyük ölçüde tifüs ya da tifo olduğuna inandıkları bu salgın, büyük Atina komutanı ve devlet adamı Perikles’le birlikte eşinin ve iki oğlu, Paralos ile Ksanthippos’un da ölümlerine neden olmuştu. Sadece Peloponez Savaşı’nı değil, tüm Yunan ve dolayısıyla dünya tarihini değiştiren bir felaketti. Hastalığın ilk dalgasından 26 yıl sonrasına kadar savaş sürse de Büyük Veba’nın Atina demokrasisini zayıflatacak ve sonrasında yok edecek tohumları atarken savaşın seyrini değiştirdiğinden (en azından Atina’nın yenilgisinde payı olduğundan) ve sonrasında barışı şekillendirdiğinden şüphe yok.
(İnsanlık Tarihinin Seyrini Değiştiren 11 Salgın Hastalık)
Peloponez Savaşı için olduğu gibi Büyük Veba için de elimizdeki en iyi antik kaynak Thukydides’in Peloponez Savaşı adlı eseri. Thukydides korkunç yenilgiden sorumlu tutularak Atina’dan sürülen Atinalı bir generaldi. Sürgünde çok az kişinin sahip olduğu bir özgürlükle seyahat edebilmesi, içinde bulunulan çalkantılı döneme dair birinci elden eşsiz bir kaynak sunabilmesini sağladı. Kendisi de vebaya yakalanmış ve hayatta kalmayı başarmıştı. Bu da hastalığın belirtilerine ve hissettirdiklerine dair anlatımını sadece güvenilir kılmakla kalmıyor, aynı zamanda içselleştiriyordu.
Thukydides “siyasal gerçekçiliğin babası” olarak tanımlanıyor. Veba ve sonuçlarına dair değerlendirmesi de bu tanımı destekliyor. Kendisinden önceki ve sonraki birkaç kişi gibi Thukydides de ortaya konduklarında korku ve kişisel çıkarların bireysel güdüleri ve sonuçta da ulusların yazgılarını yönlendirdiğini anlamıştı.
Bu nedenle Thukydides, Büyük Veba’yı anlatımında hastalığın açığa çıkardığı nesnel ve ahlaki zayıflıkları dürüst bir bakış açısıyla değerlendiriyor. Yetersiz barınma ve hijyen koşullarıyla birlikte Atina’nın kalabalık oluşunun hastalığın hızla yayılmasına yol açtığını ve can kaybında artışa neden olduğunu keskin bir şekilde belirtiyor. Önemli kamu sağlığı ve güvenlik önlemlerine gereken dikkatin gösterilmemesinin vebanın kök salmasına ve etkilerinin normalden fazla olmasına yol açtığının farkında.
(Veba Doktorları Neden Garip Gagalı Maskeler Takıyordu?)
Ancak Thukydides sadece yurttaşlarının binlercesinin ölümüne neden olan zayıf kentsel planlama konusuyla ilgili değildi. Siyasal olduğu kadar ahlaki konularda da eleştiri yapmaktaydı. Vebanın tahribatını anlatırken diğerkamlık ve cesaret örnekleriyle birlikte bencillik ve korkaklık örneklerinin de hesabını dikkatli bir şekilde tutuyordu. Tıpkı savaşta olduğu gibi büyük bir salgın yüzünden çekilen acı ve ölümlerin hem kişilerin hem de toplumların ahlaki sağlığını test ettiği en azından Thukydides için açıktı.
Manevi açıdan güçlü olmayanlar korkuyu hissettiklerinde kanunsuzluk ve kutsal değerlere saygısızlığa meyletmektedirler: “Felaketin dehşeti öyle büyüktü ki nereye gideceğini bilemeyenler tüm insani ve kutsal yasaları umursamaz bir hale geldiler.” Thukydides’in bu ahlaksızlık içine düşüşün sadece vebanın sonucu olmadığını düşündüğü de açıktı. Şöyle ki “Şimdiye kadar zevk aldıklarını gizli tutanlar artık daha cesur hale geldiler.” diyor.
Öyleyse bu, hem Atina hem de bizim için gerçek bir tehlike. Ve sonuçları daha büyük olamaz. Atina demokrasisinin Peloponez Savaşı’nın en büyük kaybı olduğu iddiası oldukça mantıklıd. Atina’nın teslim olmasının ardından Otuz Tiran olarak bilinen Sparta yanlısı bir yönetim kentin idaresini ele geçirdi. Her ne kadar Thrasybulos’un (Atina’nın yenilgisinin demokrasinin sonu olduğuna inanmayan demokrasi yanlısı bir Peloponez Savaşı gazisi) liderliğindeki bir darbeyle indirildilerse de, Atina demokrasisi bir daha eski güvenini kazanamadı.
Bu Sokrates’i sürgüne gönderen Atina’ydı (Sokrates’in demokrasi ve demokratik ilkelerle ilişkisi de karmaşıktı). Ayrıca Platon’un binlerce yıl boyunca totaliter yapı için bir şablona dönüşecek eseri Devlet’i (Politeia) yazdığı dünyaydı. Sonunda Atina demokrasisinin sonu Makedonya Kralı Aleksandros’un (Büyük İskender) işgaliyle gelmişti. Atina’nın Aleksandros’a sağladığı öğretmen Aristoteles demokrasinin, özellikle insanlardaki ahlaki eksikliklerin sonucu olarak ortaya çıkan, aşırılıklarıyla ilgili endişelerini asil öğrencisine aktarmıştı.
Büyük Veba’nın yarattığı panik içerisinde Atinalılar kendi dünyalarına dair asla arınamayacakları bir deneyim yaşadılar ve kendileriyle ilgili asla unutamayacakları bir bilgi edindiler. Veba kendisini şanlı olmayan bir ölüme götürmeden önce Peloponez Savaşı’nın başında Perikles’in ünlü cenaze konuşmasında kendilerini bulabildikleri günler geride kalmıştı: “Birbirimizden şüphemiz yok… toplumsal hareketlerimize saygı hakimdir; yönetime ve yasalara duyduğumuz saygı yanlış yapmamızı önler.”
Büyük Veba, Atina’nın bu benlik kavramını test etmiş ve yetersiz bulmuştu. Toplumun kitle olarak kim olduğu inancı özellikle halkın yönetim üzerinde önemli sorumluluklara sahip olduğu demokraside çok önemli. Kendini yönetme kendine güven gerektirir. İnsanlar kendilerinden, liderlerinden, yasa ve kurumlarından şüphe etmeye başladıklarında demokrasinin hayatta kalması mümkün değildi.
Thukydides’in vurguladığı başka bir nokta hastalıkların zengin ve fakiri, dindar ve dinsizi aynı oranda etkilediğiydi. Sahip olunan ayrıcalıklar ya da umursamamak bizi salgından koruyamaz. Virüs herhangi bir sebebi ya da dürtüsü olmadan yayılıyor. Tam anlamıyla bir yarı-canlı. Kazanacağı ya da kaybedeceği bir şey yok. Kendisine dair bir algısı yok. Hayvanların hatta bazı gezegenlerin sahip olduğu gibi bir yaşama arzusu yok. Bu yüzden bize getirdiği hastalıklar ve tehditler çok açık. Denklemdeki tek ruh bizimki. İşte bu gerçek test.
Bu sınavdan nasıl çıkacağımız asıl soru. Eski Atina halkı başarısız oldu. Bir yandan savaş ve kargaşa devam ederken insanlar daha önce hiç karşılaşmadıkları bir hastalık yüzünden ölmeye başladıklarında kendilerini yönetme yeteneklerinin merkezinde yer alan değerleri terk ettiler. Birbirlerine karşı sorumluluklarında başarısız oldular, çünkü artık önemli olmadığını düşünüyorlardı. Kriz öncesinde gelen ve kriz sırasında yaşanan her şey bu inancı kaybetmelerine yol açmıştı.
İşte karşı koymamız gereken budur. Büyük Atina Vebası Atina demokrasisinin sonunun başlangıcını yazmıştı, ancak bizim bu kaderi kabullenmemiz gerekmiyor. Geçmişle ilgili en iyi şey, nadiren izin versek de bizim yol göstericimiz oluşudur. Eski Yunanlar genellikle bunun deneyimlenen bir erdem olduğuna inanıyorlardı. Filozof Jean-Jacques Rousseau’dan önce yaşamış birçoğu gibi Thukydides ve çağdaşları da doğuştan iyi olduğumuza inanmıyorlardı. İyi davranmayı seçerek iyi oluruz. Cesareti seçerek cesur oluruz. Bencillik ve korkunun kusurlarından onları reddederek kurtuluruz. Eski Atinalılar veba salgınında bunda başarısız oldular ve demokrasilerini kaybettiler. Şimdi seçme sırası bizde.
The Atlantic. Katherine Kelaidis. 23 Mart 2020.
You must be logged in to post a comment Login