Tarihsel kaynaklar Tanis, Helike ve Roanoke gibi yerlerin isimleriyle dolup taşıyor, ancak arkeologlar hala bunların tam yerlerini arıyorlar.
Atina, Teb, Roma ve diğer büyük şehirler kültürel, eğitimsel ve siyasi egemenliklerinin kanıtlarını günümüze kadar ulaşan yapı ve eserlerde bıraktılar. Ancak zenginleşip daha sonra ortadan kaybolan başka tarihi medeniyetler de vardı. Mısır hanedanlarının eski bir başkenti, bir Yunan dini ve kültürel merkezi, Amerika’daki ilk İngiliz ayak izi ve daha fazlası, hepsi iz bırakmadan yok oldu.
(İlgili: Bu 5 Antik Merkez, Kuzey Amerika’ya Hükmediyordu)
Arkeologların uzun süredir kayıp olan bu sırları keşfetmeye başladığı zamana kadar varlıkları hakkında yüzyıllar boyunca efsaneler dönüp durdu. Yavaş yavaş, bu merkezlerin anlaşılması zor hikayeleri ortaya çıkıyor. İşte bulgulardan bazıları.
1- İndus Vadisindeki Bereketli Metropoller
Güç bakımından Mezopotamya ve Mısır’a eşit olan İndus Vadisi uygarlığı, yaklaşık MÖ 2.500 ile MÖ 1.700 yılları arasında, günümüzde Hindistan alt kıtasında çoğunlukla Pakistan’ın bulunduğu bölgede hüküm sürmüştü. Mezopotamya ve Mısır zaman içinde gelişti, fethettiler ve fethedildiler, diğer kültürlerle birleştiler. Ancak üçünün en büyüğü olan İndus Vadisi uygarlığı çöktü ve yok oldu. Kimse nedenini bilmiyor.
İndus Vadisi halkı, İndus Nehri taşkın yatağının son derece verimli topraklarından ve yakın Mezopotamya’dan gelen ticaretten yararlandı. Bir zamanlar 40.000 ila 50.000 kişiye ev sahipliği yapan iki şehir, Harappa ve Mohenjo-Daro, gelişmişliklerinin ve merkezi planlamalarının kanıtı niteliğinde. Onlar çiftçi, tüccar ve zanaatkârdı. Bu kültür, büyük ölçüde çözülememiş olan ayrıntılı bir yazıya sahipti ve okur-yazar bir kültürdü. Önemli yenilikler arasında standartlaştırılmış ağırlık ve ölçüler ile taş mühür oymacılığı yer alıyordu.
Böyle bir uygarlık, çevresindeki verimli bölgelere yayılmaya hazır görünüyordu. Ancak MÖ 1.900’lerde istilacılar büyük Mohenjo-Daro şehrini yok ettiler. Ve yakın zamanda Umman Denizi’nde analiz edilen nehir tortularına göre, kutup donması sırasında şiddetli musonlar medeniyeti tepelere sürüklemiş olabilir. Arkeologlar bu gizemli kültürün hikâyesini bir araya getirecek ipuçlarını aramak üzere kazılara devam ediyor.
2- Mısır’ın Başkenti ve Gelişen Ticaret Merkezi
Kahire’nin kuzeydoğusundaki Nil Deltası’nda yer alan Tanis antik kentinden çıkarılan zenginlikler arasında altın maskeler, mücevherler, gümüş tabutlar ve Kral Tutankamon’unkilere rakip diğer eserlerle dolu bir kraliyet mezar kompleksi bulunuyor. Yine de çok az insan bu muhteşem arkeolojik alanı duymuştur. Günümüzde Sân el-Hagar olarak anılan bu kasaba, küçük ve olaysız bir yer.
Geçmişte, tarihi Tanis kenti 21. hanedan Mısır’ının başkenti ve İskenderiye’nin yükselişinden çok önce zengin bir ticaret merkezi olarak hüküm sürüyordu. Ve sonra nehir yatağını değiştirdiğinde kumların altında kayboldu.
Avrupalı araştırmacılar 19. yüzyılda şehrin bazı bölümlerini ortaya çıkarmaya başladılar, ancak en görkemli buluntular 1939 yılında Fransız arkeolog Pierre Montet’in üç sağlam ve bozulmamış mezar odası içeren bir kraliyet mezar kompleksini ortaya çıkarmasıyla geldi. Ne yazık ki, İkinci Dünya Savaşı araya girdi ve onun keşiflerini gölgede bıraktı. Tanis’in eserlerinden bazıları artık Kahire’deki Mısır Müzesi’nde bulunabiliyor ve 2009 yılında tanrıça Mut’a adanmış kutsal bir gölün yeri tespit edilmiş olsa da, bilim insanları keşfedilecek daha çok şey olduğunu biliyor. Kızılötesi uydu görüntüleri ortaya çıkarılmayı bekleyen daha fazla yapıyı gözler önüne seriyor.
3- Nüfuzlu Bir Yunan Şehir Devleti
Antik Yunan şehir devleti Helike önemli bir ekonomik, kültürel ve dini merkez olarak hüküm sürmüştü. İlyada’da Agamemnon’un müttefikleri arasında sayılan Helike, MÖ 4. yüzyılda koruyucu bir kentler konfederasyonu olan (bugün hala varlığını sürdüren Aigo’nun da dahil olduğu) Akha Birliği’ne liderlik etti. Hatta Güney İtalya’da Sybaris de dahil olmak üzere koloniler kurdu.
Klasik tarihçilere göre, MÖ 373 yılında Helike bir felakete uğradı. Beş gün boyunca yılanların, farelerin ve diğer canlıların şehri terk ederek daha yüksek yerlere gittiği söylenir; ardından bir deprem meydana gelmiş, şehir yerin dibine batmış ve okyanus şehri yıkarak tüm sakinlerini öldürmüştü.
Kaybolan şehir efsane haline geldi ve tam olarak nerede olduğu bilinmiyor. Aralarında Jacques Yves Cousteau’nun da bulunduğu pek çok 19. ve 20. yüzyıl kâşifi Korint Körfezi’nin sularında şehri boşuna aradı. 2001 yılında bir arkeoloji ekibi dikkatlerini iç kesimlere, körfeze akan nehirlerin oluşturduğu deltaya çevirdi. Sonunda onu buldular: MÖ 4. yüzyıla ait duvarlar, sikkeler ve çanak çömlekler yüzyıllar süren alüvyonun altına gömülmüştü. Atlantis masalının muhtemel ilham kaynağı olan uzun süredir kayıp şehir bir kez daha ortaya çıkmıştı. Kazılar günümüzde de devam ediyor.
4- Efsanevi Altın Şehir
Güney Amerika’daki İspanyol kaşifler 1500’lerde El Dorado efsanesini duydular. And Dağları’nda bir yerlerde, yerli Muisca halkının yeni bir şefi baştan ayağa altınla kaplayarak ve kutsal bir göle altın ve zümrütler atarak göreve başlattığı söylendi. Şef El Dorado, yani Altın Kişi olarak biliniyordu.
Açgözlülükle yanıp tutuşan İspanyol, Alman, Portekizli ve İngiliz maceracılar bu efsanevi hazineyi bulmak için Kolombiya, Guyana ve Brezilya’nın acımasız vahşi doğasına -ve kulağa umut verici gelen başka yerlere- yılan sokmalarına, hastalıklara ve açlıktan ölüme katlanarak girdiler. Zamanla El Dorado bir insandan, bir şehre, altınla döşenmiş ve keşfedilmeyi bekleyen bir vadiye dönüştü. Altın hazinesi hiç bulunamadı.
Yine de efsanede bazı gerçekler olabilir. Muisca hikayesinde bahsedilen göl, Kolombiya’nın Bogota kenti yakınlarındaki And Dağları’nın yükseklerinde bulunan Laguna Guatavita olabilir. Bu su kütlesinden ve yakınlardaki bir başka su kütlesinden bazı altın nesneler ve mücevherler çıkarıldı, ancak gölü boşaltma ve sözde zenginlikleri geri kazanma girişimlerinin hepsi başarısız oldu.
5- Talihsiz Kayıp Koloni
Ağustos 1587’de 115 kadar İngiliz kolonistten oluşan bir grup, bugünkü Kuzey Carolina kıyılarında bulunan Roanoke Adası’na ayak bastı. Koloni valisi John White tarafından yönetiliyorlardı ve aralarında oğlu, gelini ve nihayetinde Amerika’da doğan ilk İngiliz çocuk olan torunu Virginia Dare de vardı. Birkaç ay sonra White malzeme almak için İngiltere’ye yelken açtı. Üç yıl sonra nihayet döndüğünde, orada kimse yoktu. Hiçbir mücadele izi yoktu; tek ipucu ahşap bir direğe ve bir ağaca oyulmuş “Croatoan” ve “Cro” kelimeleriydi. Kayıp koloniciler asla bulunamadı.
2012 yılında John White tarafından çizilen “Virginea Pars” bölgesinin haritasının bulunması, Roanoke’un 80 km batısındaki Albemarle Sound’un sonunda gizli bir kalenin planlarını ortaya çıkardı. Orada, 3.2 km arayla bulunan iki alanda, araştırmacılar Kızılderili köyü Mettaquem yakınlarında, kaybolan 1587 kolonisine ait olduğu konusunda ikna edici bir durum oluşturan Avrupa eserleri ortaya çıkardılar.
Bundan birkaç ay önce de bir arkeolog, Roanoke’un yaklaşık 80 km güneyindeki modern Hatteras Adası’nda, o zamanlar Croatoan kabilesinin yaşadığı ve sığınmış olabilecekleri Croatoan Adası’nda kayıp kolonistlerle ilgili eserler bulduğunu iddia etmişti. Buluntular arasında bir kılıç kabzası, kırık İngiliz kaseleri ve üzerinde hala bir mektup yazılı olan bir arduvaz yazı tableti parçası yer alıyor. Amerika’nın ilk “kayıp” kolonisi bölünmüş ve yerli köyleri içinde asimile olmuş olabilir. Arkeologlar ipucu aramaya devam ediyor.
National Geographic. 27 Aralık 2022.
You must be logged in to post a comment Login