Arkeoloji bilimi her bilim dalı gibi hedefe ulaşmak için belirli bir rota izler. Yapılan işin doğasından dolayı izlenecek metot oldukça zahmetli olabilir. Yaşadığımız yerin sadece 1 yıl içinde geçirdiği değişimi göze alırsak buna hak verebiliriz. Fakat belirli prensiplerden hareketle işler daha kolay hale getirilebilir.
Arkeologlar kazı alanı tespitinde birçok alet kullanır. Bunların içinde eski haritalar, yazılı belgeler oldukça önemlidir. Diğer bir unsur ise insandır. Kazı yapacak ekibin o yörenin insanlarıyla yapacağı bilgi alışverişi o bölgede eskiden hangi yapıların bulunduğunun öğrenilmesi açısından oldukça avantaj sağlar. Çalışmaya başlayacak ekip, alanı daraltmak için öncelikli tercih olarak su kaynaklarını ve yüksek yerleri seçerler. Eski medeniyetlerin yaşamak için aynı bölgeleri seçtiği düşünürsek oldukça makul bir rota izlendiğini söyleyebiliriz.
Teknolojinin gelişimiyle bu bilimin izlediği metotların da geliştiğini söylemek yanlış olmaz. Arkeologlar GIS ve GPR adı verilen iki teknolojik yöntem kullanır. Bunlardan GIS(Coğrafi Bilgi Sistemi) adı verilen yöntem, kazı yapılacak coğrafi bölgenin verilerinin toplanıp incelenmesini, mekansal analizini, bölgede meydana gelen topografik değişimleri tespit eder. GPR yaydığı radyo dalgalarıyla toprağın yüzeyinde ve altında var olabilecek mezar, bina temelleri gibi duvar kalıntılarını tespit etmekte kullanılır. Radyo dalgaları kil, taş, tuğla gibi her bir malzemede farklı frekans yayar. Yayılan bu frekanslar bilgisayarda derlenir ve tekrar yorumlanır ki ileride yapılacak kazılarda faydalı olsun.
Araştırmacılar metal detektörü de oldukça etkin biçimde kullanabilir. Kullanılan detektör eski yapılarla ilişkili olabilecek çivi, askeri ekipman gibi malzemeleri tespit edebilir. GPR’da kullanıldığı gibi bunda da detektörden yayılan dalgalar ilgili parçaya temas ederek yansır. Yansımanın frekans boyutuna göre yerin altında bakır mı, gümüş mü, demir mi, çelik mi olduğu tespit edilir. Demir ve çelik tüm diğer maddelerden daha farklı bir frekans boyutuna sahiptir.
Kazı yapacak ekip, teknolojik yöntemler ve kaynak taramasıyla birlikte, kazıya başlamadan önce oldukça önemli olan iki yöntem daha kullanırlar.
Arkeolojik çalışmalarda arazi yapısının temelini oluşturan oldukça önemli bir basamaktır. Yüzey araştırması, ekibin kazıya başlamadan yüzeyde görülen bulgulara göre bir ön-değerlendirme yapması olarak tanımlanabilir. İlk zamanlarda amatör olarak bu işle uğraşan gezginler ve arkeologlar belirli bölgeleri gezerek toprağın üstünde var olabilecek kalıntıları gözlemlemişlerdir.
19. yy’a gelince her alan gibi bu alanda belirli bir değişime uğrayarak kendini çağa uydurmayı başarmıştır. Yüzey araştırması konusunda en kapsamlı çalışmalardan birisi 1926 yılında Almanya’da Alfred Tode’un geliştirdiği yüzey araştırma ve belgeleme yöntemidir. Tode’un çalışmaları Schleswig-Holstein Eyaleti’ndeki çalışmaların esasını oluşturmuştur. Çalışmalarda, kültürel farklılığı belirlemek için yüzeyden toplanan taş aletler, çömlek kırıkları vasıtasıyla kültürün bölgeye yayılımı tespit edilmeye çalışılmıştır. 1960’lı yıllara gelince “yöntemli ve yoğun yüzey araştırması” olarak bilinen daha ayrıntılı modellemeler ortaya çıkarılmıştır. Yüzey araştırmasının esası, eğer bir bölgede yerleşim yeri var olduysa, kalıntılar toprak altında kalsa da, yüzeyde izlerinin görülebileceği ön bilgisine dayanır. Yüzeyde bulunacak parçaların yapısından ve şeklinden hareketle hangi döneme ait olduğunun çıkarımı yapılabilir. Bu yöntem bir bölgede başlangıçta uygulanması açısından hayati önem taşısa da, sadece bu yönteme dayanarak kesin çıkarımlar yapmak hata olur.
Uydu görüntüleri her alanda olduğu gibi arkeologlar için de büyük kolaylık sağlar. Bilinen en eski görüntüleme 1913 yılında bir Roma kenti olan Ostia’da yapılmıştır. Gelişen hava araçlarına paralel olarak kullanılan araçlar da değişti tabii doğal olarak. Bugün ulaşılması zor olan bölgelere gidilip uçaklar yardımıyla havadan gözlem yapılıyor. Yapılan gözlem sıradan bir görüntü ve belge olarak kalmayıp farklı filtre, farklı ışık kullanılarak farklı açılardan çekimler yapılabiliyor. Kapsam açısından da bu özellikleri taşıyan gözlem 1949 yılında İskoçya’da ki Roma dönemine ait kalelere yapılmıştır. Havadan gözlem sayesinde farklı açılar kullanılarak olağan koşullarda yerde görüntülenemeyecek kalıntılar tespit edilmiştir.
En yaygın örnek, eğer toprak altında hendek var ise bu bölgede yetişen bitkiler gür ve uzun, tam tersi bir durum var ise bitkiler daha seyrek olur esasına dayanır. Farklı filtre ve ışık açıları, bugün Mezopotamya’da Babil ve Asur Uygarlıkları’nın bugün görülemeyen sulama şebekelerinin belirlenmesini sağlayarak yöntemin doğruluğunu kuvvetlendirmiştir.
Karada yöntem böyleyken denizde kullanılan metot da pek farklı değil. Sualtı arkeologları magnetometre adı verilen bir cihaz ve balinalarda ve yarasalarda bulunan sonar teknolojisinden esinlenilerek yapılmış yandan taramalı sonar cihazını kullanarak araştırma yaparlar. Sonar cihazından yayılan dalgalar sualtında, kazıya konu olabilecek batıklara temas ederek araştırmacılara avantaj sağlar. Her sıradışı sinyalde sualtı arkeologları devreye girerek olayı daha yakından inceler.
Bütün bu yöntemler bir kazı sürecinin sağlıklı olarak ve bilimsel metotlara uyularak yapılması açısından büyük önem arz eder. Böylece kazı yapılacak coğrafi bölge tanımlanmış, ön-değerlendirme aşaması yapılmış bir şekilde kazıya başlanılabilir.
You must be logged in to post a comment Login