El Fayyum’da keşfedilen cenaze portrelerinde gerçekçilik göze çarpıyor.
Koyu, dolaysız, duygu dolu: Fayyum portelerinin seyirciye dikilmiş gözleri, sizi binlerce yıl önce, Yunan Ptolemaioslar’ın Roma’ya boyun eğdiği dönemde yaşamış Mısırlıların yüzlerine yakından bakmaya davet ediyor. Ölüyü süslemek için yapılmış bu cenaze portreleri; Mısır, Roma ve Yunan geleneklerinin nasıl birbirine karışarak arkeolog ve müze ziyaretçilerini binlerce yıl sonrasında şaşkına uğratacak melez bir kültür yarattığını gözler önüne seriyor.
1887’de İngiliz arkeolog Flinders Petrie, MÖ 3. binyıla ait mezarlar bulma umuduyla, Mısır’ın El Fayyum Vahası yakınlarında yer alan Hawara’daki piramidi kazmaya başladı. Kazının başlarında, MÖ birinci yüzyıldan bir Roma dönemi mezarı keşfederek hüsrana uğradı. Ancak, bu hayal kırıklığı yerini meraka ve giderek artan bir heyecana bıraktı zira tuğla mezarların birinde keşfedilen mumyanın üzerinde, daha önce benzerine rastlanmayan “güzelce çizilmiş, yumuşak gri tonlara boyanmış, tarz ve üslubu tamamen klasik bir kız” portresi vardı.
El Fayyum’daki kazı boyunca, Petrie ve ekibi benzer 60 portre daha keşfetti. Portrelerdeki gerçekçi üsluptan çok etkilenen Petrie tuttuğu notlarda, yaşayan, nefes alan insanlara benzettiği portrelerden şu şekilde bahsetmiş :“25 yaşlarında, tatlı ama oturaklı bir ifadesi olan genç güzel evli bir kadın.”
(Mısır Portresinde Eleştiri: “Gözleri Daha Yumuşak Boya”)
Petrie, Mısır’ın boyalı mumya panolarıyla karşı karşıya gelen ilk Batılı değildi. 17. yüzyılın başlarında, İtalyan gezgin Pietro della Valle de, günümüz Kahire’sinin hemen güneyinde yer alan Saqqara nekropolisinden geçerken canlı gibi görünen bu portreleri görmüştü.
Yine de, bu portreleri akademik çalışmalara arz ederek, Mısır, Yunan ve Roma üslup ve geleneklerinin MÖ 1. yüzyıldan başlayarak MS 4. yüzyıla kadar birbirine karıştığı eşsiz bir dünyanın parçalarını bir araya getirme görevini de başlatan ilk arkeolog Petrie’dir. Bu kültürel karmaşıklığı sahip oldukları sanatsal üslupta yansıtan mumya portrelerinin daha sonraki Hristiyan sanatını etkilemiş olması muhtemel.
Günümüz El Fayyum şehri, Kahire’nin yaklaşık 97 kilometre güneybatısında, Batı Sahra Çölü ve Nil’in arasında, yer alıyor. Firavunlar zamanında, şehir, yakınlardaki vaha ve bunları çevreleyen bölge, Büyük İskender’in MÖ 332’de Mısır’ı fethetmesiyle dönüşüme uğradı, böylelikle Mısır, modern Yunanistan, Türkiye, Filistin toprakları, İsrail, Suriye, İran, Irak ayrıca Orta ve Güney Asya’nın büyük bir bölümünü kaplayacak kadar büyüyen devasa bir imparatorluğun parçası oldu.
İskender’in ardından gelen Ptolemaios kralları, Mısır’a neredeyse 300 yıl boyunca hâkim oldu. El Fayyum’u çevreleyen bereketli topraklar dikkatlerini çekmişti. İnşa edilen sulama kanalları bu toprakları Mısır’ın çeşit çeşit meyve, sebze ve üzüm asması üretilen en verimli tarım bölgesi haline getirdi.
Bölgedeki refah arttıkça, farklı kökenlerden çok sayıda insan vahada toplanarak Mısırlı, Yunan ve Romalılardan oluşan multikültürel bir nüfus meydana getirdi. Yunanların veya Helenlerin birçoğu bölgeye İskender’le birlikte fetih için gelmişti.
Yerli Mısırlıların birçoğu, ülkenin diğer bölgelerinden göçmüş köylü ve zanaatkârlardı. MÖ 30’dan sonra, Roma varlığı, yakında İmparator Augustus olacak Octavian, Mısır’ı Ptolemaios hükümdarlarının sonuncusu, Julius Sezar ve Mark Antony’nin sevgilisi Kleopatra’nın ölümünün ardından bir Roma vilayeti haline getirdi.
El Fayyum’un mültikültürel yapısı kendini birçok alandan dışa vuruyordu, bunlardan en dikkat çekenleri ise sanat, din ve dildi. Arkeolojik deliller, gelişmekte olan nüfusun Yunanca konuşup yazdığını ayrıca, Ammonius gibi Mısır etkisi taşıyan adların yanı sıra, Antinoüs, Polion, Soter ve İrene gibi Yunan adları aldığını gösteriyor.
El Fayyum ve Kuzey Mısır’ın diğer kısımlarındaki kültürel olarak Yunan olan ailelerinin Mısır gelenek ve dini ritüellerini rahatlıkla benimsediği görülüyor. Yunanca konuşan birçok kişinin öte âlemin tanrısı Osiris’e taptığı ve cenaze törenlerinde Mısır geleneklerine doğru bir eğilim gösterdiği biliniyor.
Greko-Roma dünyasında kremasyon ve gömülme yaygın olsa da, sonradan El Fayyum’a gelenlerin birçoğu Mısırlıların mumyalama ritüellerini benimsemişti. Yapılan güncel araştırmalar, portrelerin, ölünün özünü bütün tutmak ve kişinin yaşamdan ölüme ve Osiris’in krallığına geçiş anını yakalamak için yapıldığını öne sürüyor.
Üst tabakadan kimseler için yapılan özenli ve ayrıntılı mumyalama ritüelleri Mısır tarihinin çok erken dönemlerinde, MÖ yaklaşık 2130’de sona eren Eski Krallık zamanında ortaya çıkmıştı. Bu gizemli uygulama Orta Krallık dönemi boyunca daha geniş nüfuslara yayılmaya başladı. Bu dönemden mumyalarda alçıyla sertleştirilmiş kumaştan yapılma cenaze maskeleri görülüyor. Böylesi maskelerin ciddi ölçüde stilize edildiği ve birbirlerine çok benzediği göze çarpıyor.
Prolemaios döneminin sonu ve Roma hâkimiyetinin başlarında El Fayyum’da, Yunan ve Roma etkisi mumya portrelerinde kendini göstermeye başlıyor. Geleneksel maskelerin tek tip benzerliğinden ziyade, bu maskelerde Yunan ve Roma sanat eserlerinde mevcut olan aynı gerçekçilik dışa vuruluyor. Portreler doğal bir şekilde resmedilerek ölenin hayatını, erdemlerini ve başarılılarını öven canlı bir imge yaratılıyor.
El Fayyum’daki mumya portrelerinde geniş bir zanaat çeşitliliği mevcut. Üstünkörü bir renklendirme ve inceliksiz bir yapıyla bulunan örnekler, yoksul kimselerin portrelerini kendilerinin yaptığını gösteriyor. El Fayyum portrelerinde resmedilen yüzlerinin birçoğu toplumun varsıl ve meslek sahibi kesimine ait. Bazı uzmanlar bu olağandışı gerçekçi imgelerin, ait olduğu kimseler hala hayattayken yapıldığını ve mumyalarını süslemeden önce evlerini süslediğini öne sürüyor.
Portreler, sanatsal üslup ve yöntem açısından Yunan tarzını yansıtıyor. Bu dönemden günümüze kalan Yunan pano boyamaları oldukça nadir olsa da araştırmacılar, coşkulu edebi betimlemelerden nasıl olduklarını bilebiliyor. Fayyum portrelerinin keşfi, tarihçilerin MÖ birinci yüzyıl zanaatkârlarının sanatsal becerilerini birinci elden görmesine imkân sağlıyor. Portesi yapılan kimseler tam olarak önden değil, dörtte üç oranından yandan resmediliyor. Konturları ve yüzün kıvrımlarını belirtmek için gölge ve aydınlatmalar kullanılıyor.
İmgeler ciddi ölçüde kişiselleştirilmiş gibi gözükse de, bu etki yanıltıcı olabiliyor. Sanat tarihçileri, resimlerden birçoğunun aslında, bireyselleştirilmiş özelliklerin haritalandırıldığı şematik çizimler olduğunu fark etti. Çeşitli portrelerin yakından incelenmesiyle, temel bir yapı olduğu ortaya çıkarıldı. Bu yapıya göre yüzün şekli oval; ağzın ve burnun konumu ve hatta pozlar bile çoğu zaman birbirinin aynı. Kişileri birbirinden ayıran unsurlar ise kaşlar, gözler, saç ve aksesuarlar.
Portrede görülen kişiyi belirlemek oldukça zor. Üzerinde Yunanca yazılar olan az sayıdaki portreden kişinin ismini ve mesleğini öğrenmek mümkün, ancak portrelerin çoğunluğunda herhangi bir yazı bulunmuyor. Görsel detaylar, ölünün kimliği hakkında ipuçları sunabiliyor. Örneğin, askerler genellikle kuşak takarken atletler çıplak omuzlu betimleniyor. Kadınlar göz alıcı mücevherler, kıyafetler ve özenli saçlarıyla resmedilirken çocuklar sıklıkla Roma’da yaygın bir çocukluk simgesi olan amuletli altın kolyelerle gösteriliyor.
Üslupsal ve kültürel çeşitlilik, resimlerdeki sembolizme ilişkin alt detaylarda da gözlemlenebiliyor. Örneğin, portrelerden birinde, resmi çizilen kişi Greko-Mısır tanrısı Serapis’i işaret eden yedi köşeli bir yıldız takıyor diğerlerinde ise Makedon, Yunan ve Roma asillerine atfedilen bir sembol olan altın yapraklı taç bulunuyor. Çarpıcı görüntülerinin yanı sıra, bu cenaze portreleri araştırmacılara El Fayyum bölgesinin çeşitlilikli nüfusu ve kültürlerin birbirlerini nasıl etkilediği hususunda önemli bilgiler sunuyor. Portrelerde, kişi en iyi haliyle resmedildiğinden giysiler, saç stilleri ve aksesuarlar dönemin modasını yansıtıyor. Fayyum portrelerinde insanların Mısır değil Roma tarzında giyindiği göze çarpıyor, bu da Roma hâkimiyetinin ne denli etkili olduğunu gözler önüne seriyor.
Mumya portreleri genellikle ahşap üzerine çiziliyordu, ancak sertleştirilmiş keten üzerine çizilmiş portrelere rastlamak da mümkün. Birçok sanatçı, boyasını eritilmiş balmumu ve boyar maddeyi karıştırarak elde ediyor ve boyayı ankostik olarak bilinen bir yöntemle kat kat uyguluyordu. Yunanca olan “ankostik” terimi “yanmış” anlamına geliyor, ancak boyaları veya portreleri yapmak için herhangi bir şey yakmaya gerek yok. Yunan kökenli olması muhtemel bu yöntemin Mısır’a İskender’in fetihleri sırasında geldiği düşünülüyor. Farklı renklerin tabaka tabaka uygulanması resme yoğunluk ve derinlik katacak çeşitli alt tonlar yakalamaya yardımcı oluyor.
Ankostik portreler, parlak bitişleri sayesinde kolaylıkla seçilebiliyor. Bazı sanatçıların portre yaparken yumurta sarısı ve boyar maddenin karıştırılmasına dayanan tempera tekniğini kullandığı görülüyor. Ankostik çalışmaların yansıtıcı yüzeyinin aksine, tamamlanmış tempera portrelerin düz ve mat bir bitişi oluyor. Daha masraflı bazı portrelerdeki bir diğer önemli detay ise taç ve mücevherlere zenginlik ve ışıltı veren altın varak uygulaması.
MS dördüncü yüzyılın sonlarında, İmparator I. Theodosius, Hristiyan ortodoksluğu imparatorluk boyunca güçlendirmek amacıyla mumyalamanın kaldırılmasını emretti. Bin yıldır Mısır kültürünün bir parçası haline gelen bu ritüelin ortadan kalması mumya portrelerinin günümüze kadar uzanmasını engelleyemedi.
Fayyum portrelerinin yankısı, erken Hristiyan sanatında olduğu kadar Bizans dönemi ve Ortaçağ Avrupa’sının sanat eserlerinde de görülebiliyor. Bireysellikleri, iri gözleri ve altın varak kullanımı yüzyıllar sonra Bizans ikonalarında ayrıca Ortaçağ ve Rönesans dönemi sanatında kendini gösteriyor. Mısır’dan Londra’ya oradan Los Angeles’a kadar çeşitli müzelerde kendilerine yer bulan bu portreler modern insanın gözlerini geçmişlerin gözlerine dikmesine olanak tanıyor.
National Geographic. 11 Ekim 2018.
You must be logged in to post a comment Login