MS 415 yılında Hıristiyan fanatikler, İskenderiyeli Hypatia’nın kara büyü kullanan bir sapkın olduğunu iddia ederek onu acımasızca öldürdüler.
Hypatia, MS 4. yüzyılın sonları ve 5. yüzyılın başlarında sadece memleketi İskenderiye’nin en büyük filozofu olarak değil, aynı zamanda geç antik çağın en büyük düşünürlerinden biri olarak da anılıyordu. Sadece bu başarıları bile adının yüzyıllar boyunca korunmasına yetse de, tarih onu çok daha farklı bir bağlamda anlatıyor.
Hypatia, bu başarıları yerine, daha çok MS 415 yılında fanatik bir Hıristiyan güruh tarafından korkunç bir şekilde öldürülmesiyle hatırlanıyor. Çağdaş kaynaklar cinayeti ayrıntılı olarak anlatıyor.
Hıristiyan yazarlar Sokrates Skolastikos ve Nikiû piskoposu (John) İoannis’in yanı sıra Yunan Yeni Platoncu filozof Damaskios’un da aralarında bulunduğu pagan yazarlar, Hypatia’nın ölümüyle ilgili tasvirlerinde hemfikirler: Hypatia, İskenderiye’de zorla arabasından sürüklenerek Caesareum adlı kiliseye götürülür. Orada çırılçıplak soyulup derisi yüzülerek vahşice öldürülür ve cesedi parçalanır. Sonrasında, kalıntıları bir kalabalık tarafından yakılır.
(İlgili: Antik Makedonya’nın Kalbi: Aigai’nin Yeniden Keşfi)
Diğer anlatılara göre ise öfkeli bir grup onu bulduğunda Hypatia bir konuşma yapıyordu ve kiliseye götürüldükten sonra sokaklarda sürüklenmişti. İskenderiye Patriği (başpiskopos) Kiril onun öldürülmesini planlamış ve gerçekleştirilmesini emretmişti. Hangi versiyon daha doğru olursa olsun, genel kanı Hypatia’nın, felsefi inançları nedeniyle – yani Hıristiyanlarla paganlar arasındaki çatışmalı dönemde Hıristiyanlığı desteklemediği için – bir grup Hıristiyan fanatik tarafından öldürüldüğü yönünde. Ancak, hikaye bunun çok daha ötesinde.
Antik İskenderiye
Hypatia’nın MS 360 civarında doğduğu dönemde, memleketi İskenderiye’nin önemli kültürel ve entelektüel merkezi konumu giderek zayıflıyordu. MÖ 331 yılında Büyük İskender tarafından kurulan bu büyük şehir, antik dünyanın yedi harikasından biri olan Pharos deniz fenerinin ve antik dünyanın en iyi yazarları, doktorları, bilim insanları ve filozofları için bir eğitim alanı olarak hizmet ettiği söylenen ünlü İskenderiye Kütüphanesi’ni içeren Mouseion’un bulunduğu yerdi.
Iulius Caesar’ın MÖ 48 yılında İskenderiye’yi ele geçirmesi ve şehrin büyük kütüphanesinin bir kısmını yakmasının ardından İskenderiye yavaş yavaş gerilemeye başladı. MS 364 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölünmüş ve İskenderiye, Konstantinopolis (modern İstanbul) tarafından kontrol edilen doğu kısmında kalmıştı.
Bu sıralarda kentteki Hıristiyan mezhepleri arasında anlaşmazlıklar patlak verdi. Bir antik yazar, İskenderiyeliler kadar kavgayı seven başka bir halk olmadığını belirtmişti. Ardından, MS 380 yılında İmparator I. Theodosius, Hıristiyanlığı İskenderiye de dahil olmak üzere Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak ilan etti ve inanmayanların cezalandırılmasını emretti. Hıristiyanlar ve Hıristiyan olmayanlar arasında gerilim iyice yükseldi.
İlk yıllar
Bu dini ve siyasi çekişme ortamında Hypatia, Mouseion’da öğretmenlik yapan babası, ünlü matematikçi ve astronom Theon’un rehberliğinde mükemmel bir eğitim aldı. Babası onu matematik, astronomi, felsefe ve edebiyat gibi çok çeşitli konularla tanıştırdı. Hypatia erken yaşlarda olağanüstü entelektüel yetenekler ve öğrenme tutkusu sergiledi. İskenderiye’de yüzyıllar önce Ptolemaioslar zamanında (MÖ 305’ten MS 30’a kadar) üretilmiş olan büyük matematik ve astronomi eserleri üzerine ayrıntılı yorumlar yaptı.
Ancak Hypatia’nın en büyük etkisi matematik ve astronomi alanındaki yeteneği, hatta icatları değildi. O, her şeyden önce bir filozof olarak ün kazanacaktı. Hypatia, Neoplatonizm (Yeni Platonculuk) olarak bilinen bir düşünce ekolünü benimsemişti. Antik Yunan filozofu Platon’un fikirlerini yeniden yorumlayan bu öğreti MS 3. yüzyılda ortaya çıkmıştı. Maneviyat ve bilimi birleştiren bu öğreti, evreni ve bireyin evrendeki yerini anlamanın bir yolu olarak matematik ve astronomiyi felsefeye uyguluyordu.
Bu bilimsel disiplinlerin hepsi, her şeyin kendisinden çıktığı yüce varlık olan Bir’in bilgisine giden yollardı. Hypatia’nın felsefesi pagan olarak görülürken, Hıristiyanlar “Bir”i kendi tanrılarıyla özdeşleştirdiler ve bu nedenle hem paganlar hem de Hıristiyanlar bu felsefi çerçeveye uyabilirlerdi.
(İlgili: Antik İskenderiye’nin Büyük Kadın Bilgini Hypatia Kimdi?)
Yeni Platoncu Felsefe Okulu’nda ders veren Hypatia, derslerine pagan ve Hıristiyanlardan oluşan büyük kalabalıkları çekiyordu. Dindar bir pagan gibi görünmüyor ve birçok Neoplatonistin Bir’e giden başka bir yol olarak gördüğü büyü ve kehanet kullanımı olan teurjiyi de uygulamıyordu. Etrafındaki Hıristiyanlar ve paganlar İskenderiye şehrini parçalayan çatışmalara karışırken, o görünüşe göre tarafsız konumunu koruyordu.
Hypatia, MS 391 yılında İskenderiye’deki antik Serapeum tapınağının Hıristiyanlar tarafından yıkılmasıyla sonuçlanan olaylardan kesinlikle uzak durmuştu. Bu arada diğer pagan entelektüeller tanrı Serapis’e adanmış büyük tapınağın savunulmasında aktif rol oynamışlar ve hatta Hıristiyanları öldürmekle övünmüşlerdi.
(İlgili: İmparator Marcus Aurelius’un Kişisel Gelişim Düşünceleri Neydi?)
Dolayısıyla Hypatia’nın vahşi ölümünün paganlar ve Hıristiyanlar arasındaki ideolojik çatışmanın bir sonucu olduğuna dair geleneksel görüş hikâyenin tamamını anlatmamaktadır. Bunun yerine, daha mantıklı olan başka bir bakış açısı var.
Şüpheliler
Hypatia’nın öldürülmesiyle ilgili olarak bir şey açıkça göze çarpıyor. Bu eylem son derece ritüelleştirilmişti ve bu özelliğiyle İskenderiye patriklerinden ikisinin vahşi ölümleriyle ortaktı: MS 356 yılından 361 yılında öldürülene kadar İskenderiye’nin Ariusçu piskoposu olan Kapadokyalı Aziz George ve MS 451 yılından 457 yılında öldürülene kadar İskenderiye patrikliği yapan Proterius.
Bu piskoposların her birinin ölümünü çevreleyen koşullar Hypatia’nınkinden farklı olsa da, her üç cinayet de benzer kalıplara uyuyor. Hypatia’nınki gibi patriklerin cesetleri de katilleri tarafından İskenderiye’nin ana caddesi olan Kanopik Yolu boyunca teşhir edilmişti. Kurbanların cesetleri parçalara ayrılmış ve kalıntılarının bir kısmı daha sonra yakılmak üzere şehrin çeşitli bölgelerine nakledilmişti.
MS 391 yılında, antik Serapeum tapınağına yapılan saldırının ardından, Greko-Mısır tanrısı Serapis’in heykelinin de aynı ritüelleştirilmiş şiddete maruz kalmış olması ilginç.
Bu bağlamda bakıldığında, Hypatia’nın ölümü kana susamış bir güruhun spontane bir eyleminden ziyade önceden planlanmış bir suikast olarak yorumlanabilir. Mevcut siyasi çekişmeler ışığında, bir piyon olarak kullanılması muhtemel ve bu duruma dair açık işaretler bulunuyor. Hypatia, ikisi de Hıristiyan olan iki adam arasındaki hesaplaşmaya dahil olmuştu: İskenderiye Patriği Kiril ve İskenderiye’nin Romalı valisi Orestes.
Gerekçeleri
O dönemde Kiril, İskenderiye’deki pagan etkilerini ortadan kaldırmak için acımasız bir güç politikasına girişmişti. Hedeflerine ulaşmak için şiddet kullanmaktan çekinmiyordu. Hıristiyanlara yönelik saldırılarının ardından Yahudilerin İskenderiye’den kovulmasında da rol oynamıştı.
İmparatorluk yönetiminin İskenderiye’nin istikrarını koruma çabalarında devreye giren Roma valisi Orestes, çoğunlukla pagan tanrılara tapan kent aristokrasisinin desteğine güvenmek zorundaydı. Orestes’in ayrıca, Kiril’e ve onun şiddet içeren yöntemlerine karşı çıkan Hıristiyanların desteğini toplarken Yahudilerin muhalefetine yol açmaktan da kaçınması gerekiyordu. Kısacası Orestes’in, Kiril’in aksine, farklı gruplardan insanlara hitap etmesi gerekiyordu.
Orestes arkadaşı Hypatia’ya başvurdu. Bir filozof olarak statüsü ve çok tanrıcılığı aktif olarak savunmaktan uzak durması nedeniyle uygun bir aracıydı. İskenderiye’nin seçkinleri arasında bir tarafı ya da diğerini kışkırtmayan ya da şiddetten yana olmayanlar tarafından iyi karşılanıyordu. Hypatia’yı öne çıkaran bir başka özellik de uzun yıllar boyunca bir çevre geliştirmiş olmasıydı. Bağlantıları arasında, hem Roma İmparatorluğu’nun merkezi Konstantinopolis’te hem de İskenderiye’deki güçlü Hıristiyan çevrelerden eski öğrencileri vardı. Kiril, bu nedenle, Hypatia’yı kentteki Hıristiyanlar üzerindeki hakimiyetine karşı olası bir tehdit olarak görüyordu.
Suikast
Hypatia’yı etkisiz hale getirmek için Kiril’in Hypatia’yı kara büyüyle suçlayan ve insanları derslerine çekmek için büyü yapan tehlikeli bir cadı olarak tanımlayan bir karalama kampanyası yürüttüğü görülüyor. Hypatia’nın, Orestes’i ayine katılmama ve evine Hıristiyan olmayanları kabul etme konusunda kandırdığı iddia ediliyordu. Sokrates Skolastikos’a göre, Hypatia’nın Orestes ile sık sık görüşmesi, Hıristiyan topluluğu içinde, Orestes’in Kiril ile arasındaki uzlaşmanın Hypatia’nın etkisiyle engellendiği şeklinde iftiraların ortaya atılmasına yol açmıştı.
Çağlar boyunca geleneksel eş ve anne konumları dışındaki konumları işgal eden kadınları gözden düşürmek için kullanılan tüm bu klişeler Hypatia’yı tehlikeli bir halk düşmanı olarak göstermeyi amaçlıyordu.
Kiril cinayeti tek başına işleyemezdi, işlemek zorunda da değildi. Bunun yerine “parabalani”sine güvendi. Başlangıçta, ruhani sınıftan olmayan bu Hıristiyan grup, şehrin en muhtaç insanlarıyla ilgilenen bir hayır kurumu olarak hareket ediyordu. Ancak Kiril’in görevde olduğu dönemde parabalaniler daha çok patriğin hizmetinde olan silahlı bir milis haline gelmişti. Kiril’in Hypatia’nın öldürülmesi emrini verdiğine dair hiçbir kanıt olmasa da, her şey Kiril’in onun ölümünden çok şey kazanacağını ve parabalanilerin bu işi onun adına yaptığını gösteriyor.
Hypatia’nın desteklediği Orestes’in hoşgörü politikasıyla Kiril’e karşı oluşturduğu tehdit, onun öldürülmesiyle sona erdi. Bu olay, Patrik Kiril’in somutlaştırdığı dini otorite ile Vali Orestes’in temsil ettiği sivil otorite arasındaki çatışmanın kırılma noktası oldu. Galip gelen Kiril oldu.
Ancak Hypatia’nın ölümü paganlar için bir yenilgi değildi. İskenderiye’de Hıristiyanlar ve paganlar bir asırdan fazla bir süre bir arada yaşamaya devam etti. Neoplatonizm, yedinci yüzyılda Arapların Mısır’ı fethine kadar gelişimini sürdürdü ve taraftarları arasında hem Hıristiyanlar hem de paganlar vardı.
Altıncı yüzyılda okulun yöneticisi pagan Ammonius Hermiae, yardımcısı ve eserlerinin editörü ise Hıristiyan John Philoponus’tu. Hypatia’nın öldürülmesinin ardından Orestes’ten bir daha ses çıkmadı. Her ne kadar Hıristiyan liderler şehirdeki pagan felsefesini kökten yok edememiş olsalar da sivil otoriteleri baskı altında tuttular.
Parlayan ışık
Hypatia’nın etkileyici hikayesi yaşamaya devam etti. Zekası ve karakteri, ona muhalif Hıristiyan yazarlar tarafından dahi takdirle anıldı. 18. yüzyılda Voltaire, onu bir kilise eleştirisi bağlamında anarken; İngiliz papaz ve yazar Charles Kingsley, onun yaşamını Viktorya dönemi romantizminin bir parçası olarak ele aldı. 2009 yapımı İspanyol filmi Agora’da ise, İskenderiye Kütüphanesi’ni Hıristiyan fanatiklerin elinden kurtarmaya çalışan başkahraman olarak yer aldı.
Hypatia’nın ataerkil topluma karşı gösterdiği direnç, onu feminist bir simge olarak günümüze taşırken, korkunç bir şekilde katledilmesinin ötesinde tarihte daha fazla tanınmayı hak ettiğini gösteriyor.
National Geographic. 21 Mart 2024.
You must be logged in to post a comment Login