Tarih Boyunca Salgın Hastalıklara Nasıl Tepki Verdik?

İnsanların sıklıkla COVID-19 dönemi ile karşılaştırdıkları İspanyol Gribi (1918), Kara Ölüm Hıyarcıklı Vebası (1342-1353), Justinianus Veba Salgını (541-542) gibi eski pandemi dönemleri, arkeologlara o kadar da uzak görünmüyor. Arkeologlar yüzlerce hatta binlerce yıl önce yaşamış insanlar hakkında düşünmeye alışıklar. İskeletler üzerinde bulunan kanıtlar, türümüzün başlangıcından beri salgın hastalıkların bizimle olduğunu gösteriyor.

Bu yuvarlak lezyonlar silifilizin (frengi) patognomonik belirtileri. C: Charlotte Roberts

Charlotte Roberts, Gabriel D.Wrobel ve Michael Westaway gibi biyoarkeologlar, eski zamanlarda bulaşıcı hastalıkların nereden köken aldığı ve nasıl yayıldığını daha iyi ortaya çıkarmak için iskeletleri analiz ediyorlar.

Eski insanların sosyal davranışları, hastalıkların yayılmasına nasıl sebep oldu? İnsanlar hastalığa çare bulmak için ne yaptılar? Bireyler ve toplumlar, kendilerini ve başkalarını korumak adına davranışlarını nasıl şekillendirdiler?

(İnsanlık Tarihinin Seyrini Değiştiren 11 Salgın Hastalık)

Bunları bilmek bilim insanlarının, COVİD-19’un niçin bu denli küresel bir çöküşe neden olduğunu ve gelecekteki pandemiden önce hangi ihtiyaçların göz önüne alınması gerektiğini anlamalarına yardımcı olabilir.

Çok zaman önceki hastalıklara dair ipuçları

Peki biyoarkeologlar, özellikle de erken kültürlere ait hiç yazılı kayıt yokken bu tür şeyleri nasıl bilebiliyorlar? Yazı kullanan toplumlarda bile daha fakir ve ötekileştirilmiş gruplar hakkında nadiren bahsediliyordu. Çoğu arkeolojik bağlamda atalarımızdan geriye kalan tek şey iskelet oluyor.

Tüberküloz, omur üzerinde izler bırakıyor. C: Charlotte Roberts

Sifiliz (frengi), tüberküloz ve cüzzam gibi bazı bulaşıcı hastalıklar için iskeletin kemiklerinin üzerindeki izlerin yerleri, nitelikleri ve dağılımları; bulaşıcı hastalığın ayırıcı “patognomonik” belirteçleri olarak hizmet eder.

Hastalıkların iskelet üzerinde bıraktığı izlerin çoğu spesifik değildir; yine de biyoarkeologlar bugün izlerin net olarak hangi hastalıkla oluştuğu olmasa bile bireyin hasta olduğunu söyleyebilirler. Veba ve HIV, COVID-19 gibi viral (virüs kaynaklı) hastalıklar da dahil bazı hastalıklar iskelet üzerine hiç iz bırakmayabilirler. Ve kurbanın kemiklerine iz bırakamayacak kadar hızlı bir şekilde ölüme yol açan bazı hastalıklar da vardır.

(Pandemiler Nasıl Biter?)

Biyoarkeologlar, bariz kemik değişimlerinin arkasındaki spesifik hastalıklara dair kanıtları ortaya çıkarmak için genetikçiler ve parazitologlar gibi diğer uzmanların da yardımıyla çeşitli metotlar kullanırlar. Örneğin, mezardaki insanın pelvis kemiğinin yanından alınıp analiz edilen toprak örneği, tenya ve yuvarlak solucanlar gibi iç parazit kalıntılarını açığa çıkartabilir. Ayrıca genetik analizler antik kemik ve dişlere hala bağlı olan bulaşıcı patojenlerin DNA’sını saptayabiliyor.

Bioarkeologlar, ayrıca çocuk yaştaki bireylerin dişlerinin ve kemiklerinin ne kadar gelişkin olduğuna ya da bir yetişkinin iskeletinin yaşamı boyunca ne kadar değişikliğe uğradığına bakarak ölüm yaşını tahmin edebiliyorlar. Ardından demograflar salgın hastalık sürecinde hayatını kaybetmiş olan popülasyonların yaş profillerini çizmek için biyoarkeologlara yardım ediyorlar. Çoğu bulaşıcı hastalık orantısız olarak en zayıf bağışıklık sistemine sahip olan genellikle çok genç ve çok yaşlı kesimleri etkiler.

Yere nüfuz eden radar, Avustralya’daki Cherbourg’daki küçük Aborijin yerleşim yerindeki toplu mezarları gösteriyor. C: Kelsey Lowe

Örneğin; Kara Ölüm, ayrım yapmıyordu. 14. yüzyılın mezar çukurları Kara Ölüm kurbanları için olmadığı bilinen mezarlıklarda belli yaş dağılımını içeriyordu. Aksine, 1918 grip pandemisi alışılmışın çok dışındaydı. Hastalık, en kuvvetli bağışıklık sistemine sahip olması beklenen sağlıklı genç yetişkinleri vurmuştu. Bugünün COVID-19’u da arkasında ayırt edilebilir bir profil bırakıyor: Hastalıktan ölümler çoğunlukla yaşlı ve korunmasız insanlar ile belirli etnik grupları hedef alıyor.

Atalarımızın kalıntıları aracılığıyla geçmişte hangi enfeksiyonların bulunduğunu öğrenebiliriz; ama bu bizlere enfeksiyonların kökeni ve evrimi hakkındaki büyük tabloda ne anlatıyor? Arkeolojik ipuçları araştırmacılara sosyoekonomik organizasyon, çevre ve teknoloji yönlerini yeniden oluşturmaya yardımcı olabiliyor. Ve bilim insanları dünyanın farklı bölgelerinde ve hatta aynı toplumda yaşayan insanlar arasında görülen risk faktörlerindeki bu çeşitliliğin hastalıkların zaman içerisinde değişimine nasıl sebep olduğunu çalışabiliyorlar.

Bulaşıcı hastalık ilk çıkışını nasıl yaptı?

İnsan biyolojisi, kültürü çok çeşitli yollarla etkiliyor. Kültür de biyolojiyi etkiliyor, her ne kadar hızlı kültürel değişime vücutlarımızın ayak uydurması zor olabilse de. Örneğin, 20. yüzyılda yüksek oranda işlenmiş fast food (hızlı tüketim) gıdalar birçoğumuz için daha dengeli ve sağlıklı diyetin yerini aldı. İnsan vücudunun evrimi ve farklı bir dünyaya adapte olmuş yapısından dolayı, bu diyet değişimi diyabet, kalp hastalıkları ve obezite gibi hastalıkların hızla artışıyla sonuçlandı.

Paleoepidemiyolojik çerçeveden bakıldığında, türümüzün tarihindeki en önemli değişim tarıma geçiş olarak görülür. Tarım, yaklaşık 12.000 yıl önce başlayarak dünyanın çeşitli yerlerinde bağımsız olarak ortaya çıktı.

İngiltere’de gömülmüş bir kişiye alt bacak kemiğinden iyileşmiş bir kırık. C: Charlotte Roberts

Bu değişimden önce insanlar onlara eşlik eden tek hayvan köpeklerle birlikte avcı-toplayıcı olarak yaşadılar. Bu insanlar aktif bir yaşam sürdüler. Protein ve lif bakımından yüksek; kalori ve yağ bakımından düşük çeşitli ve gayet dengeli diyetleri vardı. Bu küçük gruplar halindeki insanlar vahşi hayvanları avlarken ve ara ara birbirleriyle kavga ederken parazitleri, bakteriyel enfeksiyonları ve yaralanmaları deneyimlediler. Ayrıca bu insanlar aşırı aşınma, plak oluşumu ve diş eti hastalıkları da dahil dişlere dayalı problemlerle de uğraştılar.

Buna rağmen, avcı-toplayıcı toplumların çok fazla endişe duymalarına gerek kalmayan tek şey ise geniş bir coğrafi bölge boyunca insandan insana hızlı bir şekilde bulaşabilecek virüs kaynaklı bulaşıcı hastalıklardı. Grip virüsü gibi patojenler etkili bir şekilde yayılım gösteremiyorlardı veya küçük, hareketli ve sosyal olarak izole popülasyonlarda varlıklarını sürdüremiyorlardı.

Tarımın ortaya çıkışı yakın çevrelerde yaşayan daha büyük, yerleşik insan popülasyonlarına yol açtı. Bu yeni ortamda yeni hastalıklar gelişebilirdi. Tarıma geçiş, çocukların %30 veya daha fazlasının 5 yaşından önce öldüğü yüksek çocukluk çağı ölümlerinin sembolü oldu.

Milyonlarca yıla uzanan evrimsel tarihte ilk kez, farklı memeli ve kuş türleri yakın kapı komşusu oldular. İnsanlar bir kere yeni evcilleştirilmiş hayvanlarla yaşamaya başlayınca, hayatlarına yeni grup hastalıkların yaşam döngülerini de eklemiş oldular. Zoonoz hastalıklar olarak adlandırılan bu çeşit hastalıklar önceden sadece vahşi hayvanlarla sınırlı olan ama artık insanlara da sıçrayabilen hastalıklardır.

2.600 yıldan fazla bir zaman önce Peru’da yaşamış olan bir insana ait kafatası, belki de kafa yaralanmasını tedavi için yapılmış olan cerrahi girişimin izlerini gösteriyor.

Tüm bu stresleri, zayıf sağlık önlemleri ve yetersiz diyete ve ayrıca uzak komüniteler arası bağların göç ve özellikle kentsel arasındaki ticaretle arttığı bir ortama eklediğinizde; bulaşıcı hastalık salgınları ilk defa tutunacak bir fırsat buldular.

Hastalığın küreselleşmesi

İnsanlık tarihinde daha sonraki olaylar da hastalığa bağlı büyük epidemiyolojik geçişlerle (salgın hastalıklara bağlı durumlarla) sonuçlandı.

10.000 yıldan daha fazla süre boyunca; Avrupa, Orta Doğu ve Asya’nın insanları yerel çevrelerinde belli başlı zoonoz hastalıklarla evrimleştiler. İnsanlarla ilişkileri olan hayvanlar bölgeden bölgeye farklılık gösterdi. İnsanlar belirli hayvan türlerinin yanında uzun süre yaşadıkça simbiyoz yaşam (ortakyaşama) gelişebilir; ve de insanlarda yerel zoonoz hastalıklara karşı bağışıklık direnci gelişebilir.

Modern tarihin başında Avrupalı imparatorluklarından insanlar ayrıca; dünyayı dolaşmaya başladılar. Bu insanlar, “Eski Dünya” hastalıklarını yanlarında taşıyarak; onları, bu hastalıklarla evrimleşmemiş olan insanlara taşımış oldular. Avusturalya, Pasifik ve Amerika’nın yerli insanlarının bu yeni patojenlere biyolojik olarak aşinalığı yoktu. Bağışıklığın yokluğunda, birbiri ardına salgın hastalıklar bu insan gruplarını harap ettiler. Yaklaşık ölüm oranı yüzde 60 ila 90 arasında değişti.

1800lerin sonlarında Brezilya’nın São Paulo Kentin’den bir tüberküloz sanatoryumu. C: Wellcome Collection

İskeletler, mumyalar ve geçmiş insanlara ait diğer kalıntılar üzerinde yapılan hastalık çalışması pandemilerin kökeni ve evrimini yeniden oluşturmada kritik rol oynadı. Ayrıca bu çalışma trepanasyon (kafatasında delik açma), dişçilik, amputasyon (bir uzvun kesilmesi), protez, bitkisel ilaçlar ve cerrahi aletler gibi tıbbi müdahalelerin de dahil olduğu şefkat ve bakıma dair ipuçları sağladı.

Diğer kanıt, insanların hastalıklardan kendilerini korumak harici diğerlerini de korumak için ellerinden gelenin en iyisini yaptıklarını gösteriyor. Belki de bunun en ünlü örneklerinden biri, 1665 yılında Londra’da vebanın yayılmasını önlemek amacıyla kendilerini feda eden kararı vererek kendini izole eden İngiliz köyü Eyam’dı.

Diğer çağlarda, tüberkülozlu hastalar sanatoryumlara yerleştirildiler, cüzzamlı hastalar bu amaçla kurulmuş hastanelere kabul edildiler ya da izole adalara, boş arazilere yerleştirildiler ve veba geldiğinde kent sakinleri şehirlerden kaçtılar.

Dünya bir başka salgınla yüzleşirken, arkeolojik ve tarihsel kayıtlar, insanların binlerce yıldır bulaşıcı hastalıklarla yaşadığını hatırlatıyor. Patojenler medeniyeti şekillendirmeye yardımcı oldu ve insanlar bu tür krizler karşısında dirençliydi.


The Conversation. Charlotte Roberts, Gabriel D.Wrobel ve Michael Westaway. 15 Haziran 2020.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Biyoloji son sınıf öğrencisi. Nörobiyoloji, antropoloji, evrim ve paleobiyolojiye çokça ilgisi var.

You must be logged in to post a comment Login