Paleontoloji: Ders Çıkarmak İçin Geçmişe Uzanmanın Yolu

Güney Afrika’da, tarihöncesi yaşama dair başka hiçbir yerde eşi benzeri bulunmayan bir fosil zenginliği mevcut. Ayrıca, insanlığın beşiği olma niteliğini de taşıyor. Dolayısıyla, bu ülkenin paleontolojisi yalnızca içinde yaşayanların değil, dünya üzerinde yaşamış ve yaşamakta olan tüm insanların hikayesini anlatıyor.

Taung Çocuğu olarak da bilinen genç bir Australopithecus africanus’a ait fosilleşmiş kafatası Güney Afrika’nın en ünlü fosiller arasında yer alıyor. C: PAST

Kamu yatırımları ve özel yatırımlar Güney Afrika’nın en önemli fosil bulgularından bazıları için büyük önem arz ediyor. Johannesburg yakınlarındaki Sterkfontein Mağaraları’nda bulunmuş ve geçen 20 yıl boyunca rekonstrüksiyonu yapılmış 3.67 milyon yıllık, neredeyse eksiksiz bir iskelet olan Küçük Ayak (Little Foot) buna örnek olarak verilebilir. Küçük ayak ülkenin en eski insansı fosili, ayrıca şu ana kadar bulunan en bütünlüklü Australopithecus iskeleti.

Paleontolojik araştırmalara yapılan büyük finansal yatırımlar olmasaydı bu insansı fosili hiç keşfedilemeyecekti. Küçük Ayak, PAST’ın (Paleontolojik İstatistik Yazılım Paketi) sağladığı finansman ve Witwatersrand Üniversitesi’nden Ronald J. Clark’ın yürüttüğü kazı çalışması sayesinde keşfedildi.

(Meteor Çarpması Dinozorların Hem Yok Oluş Hem Var Oluş Sebebi Olabilir)

PAST 1994 yılında, yeterli finansmanı olmadığı için kapanmanın eşiğine gelen Sterkfontein’deki araştırmalara destek sağlamak için kuruldu.

Bu tarihten beri, hükümet, üniversiteler, PAST ve diğer bazı sponsorlar Güney Afrika’nın fosil mirasının incelenmesi için büyük miktarlarda para yatırımı yapıyor.

Bazılarınız paranın, özellikle de her daim ciddi sorunlarla yüz yüze olan böylesi bir ülkede, neden geçmişi irdelemeye harcandığını sorabilir. Ancak, geçmişi incelemeye dair bu tür bir çalışma antik olayları tarihlendirmede akademik bir uygulamayı desteklemekten çok daha fazlası. Bu tür çalışmalar, Güney Afrika’yı ve dünyanın her yerindeki toplumları tehdit eden en temel sorunlara karşı tavır ve tepkileri değiştirebilecek dersler sunuyor. Bu dersler, özellikle ırka dayalı olmak üzere ayrımcılık ve hızla yaşanan insan kaynaklı doğal çevre ve biyoçeşitlilik kaybıyla ilgili.

Ortak mirasımız adil ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için temel bir araç sağlıyor. Paleontoloji ise bize “bir”den türediğimizi öğretiyor. 5,200 yıllık kısa bir yazılı tarihin öncesinde yer alan 3.8 milyar yıllık tarihöncesi yaşamdan çıkarılacak dersleri göz ardı etmek akıl almaz bir ahmaklık olurdu. Günümüzde antik mirasımıza dair daha fazla bilgi edinmeye çalışmak gelecek nesillere refah sağlamak için yapılması şart bir yatırım.

Ortak kökenler

Uzak geçmişimizden çıkarılacak dersler iki temel üzerine kurulu. Birincisi, tüm insanlığın ortak kökeninin Afrika’ya dayanıyor olması. İkincisi ise insanlar da dahil yaşayan tüm canlıların ortan bir köken taşıması. On binlerce fosil bulgusunun gösterdiği ve günümüze kadar varlığını sürdürmüş türlere ilişkin yapılan genetik çalışmalarla bağımsız olarak teyit edilmiş bu temeller şüphe götürmez bir kesinlik taşıyor.

Bu temeller insan çeşitliliği ve doğadaki yerimiz hakkında düşünmek ve bunlara göre hareket etmek için etkili bir yol sunuyor.

(Yeni Araştırma Zihinlerdeki Tüylü T.rex Algısını Sarsıyor)

Farklı bölgelerden insanlar arasındaki fiziksel farklılıklar asırlar boyunca insanları ırklara ayırmak için kullanıldı. Birçokları için, ırksal gruplandırma biyolojik üstünlük veya aşağılık olarak kabul görüyor. Ancak, ortak kökenimiz, %99.9 oranla, böylesi bir sıralamayı mantıken reddediyor ve herhangi iki insanın genetik yapısı arasında, görünümlerine veya nereden geldiklerine bakılmaksızın, dikkat çekici derecede güçlü bir benzerlik olduğunu gösteriyor.

Bölgesel popülasyonları farklılaştıran az sayıdaki özellik sıklıkla, insanlığın Afrika’dan yayılımı sırasında karşılaşılan yeni çevrelere karşı geliştirdiği adaptasyonları yansıtıyor. Örneğin, deri rengindeki varyasyonlar (çeşitlilik) güneşten gelen ultraviyole radyasyondaki temelde enleme bağlı farklılıklardan kaynaklanıyor. Bu da insanları yalnızca keyfi sınıflandırmalara ayırabilen bir sürem oluşturuyor.

İnsanlar ve doğa

Bütün insanlar göreceli olarak yeni bir köken taşıdığı gibi yaşayan tüm canlılar da çok daha eski bir kökene sahip. Hepsi DNA’larını-modifikasyonlarla birlikte-üç milyarı aşkın yıl önce yaşamış tek hücreli Son Evrensel Ortak Ata’dan(SEOA) miras almış.

Dallanan bir ağaç dünya üzerindeki yaşamın kökeni ve çeşitlenmesini görselleştirmede faydalı bir imge: SEOA ilkel fidenin en dibine konumlanmış; olgun Yaşam Ağacı’nın yaprakları günümüze kadar varlığını sürdürmüş olan milyonlarca türü temsil ediyor, dalları ve dalcıkları ise gövdeye ve SEOA’ya doğru kaynaşarak türler arasındaki akrabalık ilişkilerinin kaynağına iniyor.

Bu ağacın bir parçası olan biz insanlar varoluşumuzu diğer türlerle aynı doğal süreçlere borçluyuz. Bu açıdan bir hâkimiyet veya üstünlük söz konusu değil.

Ancak, biyoçeşitliliği küresel kapsamda ve ciddi ölçüde azaltmak için güce, zekâya, teknolojiye ve nüfusa sahibiz. Mevcut yok edim oranlarımız göz önünde bulundurulduğunda bu anlayışın daha önce belki de hiç bu kadar önemli olmadığını görüyoruz.

Paleontoloji, doğal felaketlerin geçen 540 milyon yıl boyunca dünya çapında beş kitlesel yok oluşla sonuçlandığını gözler önüne seriyor. Bu felaketlerin 66 milyon yıl önce meydana gelen en güncel olanı uçamayan dinozorları ve diğer tüm türlerin yaklaşık dörtte üçünü yeryüzünden silmişti.

Günümüzdeki yok oluş oranları, dinozorların yeryüzünden kayboluşundan beri geçen uzun süredeki oranlardan daha yüksek. Türlerin %75’ini kaybetmeye giden yolda hızla ilerliyoruz.


Robert Blumenschine. The Conversation. 1 Ekim 2018.

Ege Üniversitesi Mütercim Tercümanlık bölümü mezunu. Arkeoloji ve özellikle sanat tarihini çok seviyor.

You must be logged in to post a comment Login