Yine birbirinden ilginç ve önemli arkeolojik keşiflerin yapıldığı bir yılın ardından, Arkeofili editörleri 2017 yılında dünya çapında yapılan, bilimsel ve tarihsel olarak en büyük öneme ve etkiye sahip arkeolojik keşifleri seçti.
Bu yılın keşifleri arasında, Antik Mısır’dan gizemli Kenan halkına, Göbeklitepe’den Hipokrat’ın yeni bulunan el yazmasına ve hobbitler olarak da bilinen Homo florensiensis’lere kadar çok geniş çaplı bulgular yer alıyor.
Bu yılı da bu müthiş keşiflerle sonlandırıyor ve 2018 yılındaki keşifleri biz de merakla bekliyoruz.
İsveç’te 9. yüzyıldan kalma Viking mezarlarında üzerinde ‘Allah’ ve ‘Ali’ yazılı giysi ve kumaşlar bulundu.
Daha önce gümüş üzerinde tipik Viking dönemi desenleri olduğu düşünülen geometrik şekillerin, Kufi karakterleri olduğu ispatlandı. Araştırmayı yapan Uppsala Üniversitesi araştırmacıları, şerit desenlerde hem Allah hem de Ali yazdığını ortaya koydu. Araştırmaya göre Vikingler, İslam dininden ve ölümden sonra cennette sonsuz yaşam inanışından etkilenmiş olabilir. Viking dönemi mezarlarındaki Doğu objeleri sadece yağma ve doğu ticaretinin bir nedeni olmadığını düşünülüyor çünkü yazıtlar, Valkyries’in görüntülerini barındıran tipik Viking çağ kıyafetlerinde görülüyor.
Antik Mısırlı bir yönetici tarafından yazılmış bir papirüs, piramitlerin nasıl inşa edildiğine dair önemli bilgileri ortaya çıkardı.
Arkeologlar, Antik Mısırlıların Gize’nin Büyük Piramitini nasıl inşa ettiğinin gizemini nihayet çözdüklerine inanıyor. Merer adlı bir yönetici tarafından yazılmış antik papirüs, piramitlerin nasıl inşa edildiğine dair ilk elden yazılan tek kayıt oldu. Merer, papirüsün üzerine, binlerce emekçinin, Nil Nehri’nden halatlarla birbirine tutturularak 170.000 ton kireçtaşını ahşap teknelerle taşıdığını yazmış. Tahminen 2.3 milyon adet blok, özel olarak inşa edilmiş bir kanal sistemi vasıtasıyla, piramidin tabanından sadece birkaç metre uzaktaki bir iç limana sürüklenmişti.
Antik Kenanlı DNA’sı ilk defa dizilendi ve soylarının günümüz Lübnan’ında devam ettiği ortaya çıktı. Sonuç olarak günümüz Lübnan halkı DNA’sının %90’ını Tunç Çağı Kenan halkıyla paylaşıyor.
Firavunların Mısır’ı yönettiği ve Antik Yunanlıların ilk şehirlerini inşa ettikleri dönemde, Kenanlılar denilen bir grup esrarengiz insan Yakın Doğu’da üstünlük kurdu. Yaklaşık 4000 yıl önce Lübnan, İsrail, Ürdün’ü ve Suriye’nin bir bölümünü kapsayan Levant bölgesinde şehirler kurdular. Kenan halkı tanrıça Astarte’ye ve onun eşi Baal’a tapıyorlardı. Kültürlerinde kadınlar için eşitlik anlayışı söz konusuydu. Fakat Kenanlılar hiçbir yazılı belge bırakmadılar ve tarihleri hakkında bilgiler yalnızca ikinci el kaynaklardan elde edinilebiliyordu.
Mısır’daki Azize Katerina Manastırı’nda gerçekleştirilen restorasyon çalışmaları sırasında, ünlü Yunan Hekim Hipokrat’ın araştırmalarını içeren 1500 yıllık el yazması bulundu.
Sina yarımadasının güney ucunda, Sina Dağı’nın eteklerinde yer alan Azize Katerina Manastırı, dünyanın en eski Hıristiyan manastırlarından biri olma özelliğini taşıyor. Bu görkemli yapıda gerçekleştirilen son restorasyon çalışmaları sırasında, ünlü Yunan Hekim Hipokrat’ın bir araştırmasından elde edilmiş tıbbi bir reçete içeren 1.500 yıllık el yazması ortaya çıkarıldı. MS 5. ve 6. yüzyıllara tarihlenmekte olan bu el yazması eserin içerisinde yer alan tıbbi metinlerin bir kısmının, ünlü Yunan hekim Hipokrat’ın bir araştırmasıyla ilgili olduğu görülüyor.
Göbeklitepe’deki insan kemiklerinde Neolitik dönem kafatası kültüyle bağdaştırılabilecek kasıtlı yapılmış izler bulundu.
Göbeklitepe’de bulunan üç yetişkin kafatası parçası üzerinde yapılan incelemeler sonucu, bunların ilk önce derisi yüzülüp üzerindeki etlerinden arındırıldığı, ardından da kemiklere çakmaktaşıyla oyuklar açıldığı anlaşıldı. Veriler, kafataslarını etlerinden arındırmanın o kadar da kolay bir iş olmadığını da gösteriyor, çünkü kasların kemiğe bağlandığı yerlerde kemikler üzerinde kazımadan kaynaklanan çok sayıda çizik bulunuyor. Göbeklitepe’de bulunan bu üç kafatası parçası, dünyada bilinen en eski oyulmuş kafataslarını oluşturuyor. Kafataslarına belli bir amaçla bırakılan oluk ve delik izleri, dikilitaşlardaki özenle yapılmış insan ve hayvan kabartmalarına kıyasla çok daha sade. Bu nedenle araştırmacılar, kafataslarındaki izlerin sergilenmek için değil, ip bağlanarak asılmasına yardımcı olmak için yapıldığını düşünüyor.
Fas’ta, bizim türümüz Homo sapiens’e ait 300.000 yıllık bilinen en eski kemikler bulundu. Daha önce Homo sapiens’e ait en eski kalıntılar 200.000 yıllıktı.
Fas’taki yeni fosil bulguları, türümüzün köklerini 100.000 yıl geriye çekmekten fazlasını yapıyor. Ayrıca, 300.000 yıl önce bilinen en eski Homo sapiens atalarımızın neler yediğini gösteriyor: Bol bol gazel. Arkeologların insan türünün 200.000 yıl önce ortaya çıktığını düşünmesi nedeniyle, daha önce Fas’ta bulunan eski aletlerin modern insanlardan önceki türler tarafından yapıldığı düşünülüyordu. Fakat Jebel Irhoud’daki bulgular, bunların o dönemde yaşayan modern insanlardan kaldıklarını anlamamızı sağladı. Bu keşifle beraber daha önce doğru olarak kabul ettiğimiz birçok şey de değişti.
2003 yılında Endonezya’nın Flores adasında keşfedilen ve küçük bir insan türü olan Homo Floresiensis’in kemikleri üzerine yapılan araştırma, bu türün büyük olasılıkla Afrika’da bir atadan evrimleştiğini ve yaygın olarak inanıldığı gibi Homo erectus’tan gelmediğini gösterdi.
Çalışmada elde edilen verilerde, Homo floresiensis’in, Endonezya’nın Java anakarasında keşfedilen fosillerle aynı bölgede yaşamış olduğunu ve diğer erken hominid olan Homo erectus’tan evrimleştiğine dair hiçbir kanıt bulunmadığı sonucuna varıldı. Analizler, soy ağacında Homo Floresiensis’in muhtemelen Homo Habilis’in kardeş türü olduğunu, yani bu iki türün ortak bir ata paylaştığını gösteriyor. Homo floresiensis’in Afrika’da evrimleşmiş ve sonrasında göç etmiş olasılığı da var. Ya da ortak ataları Afrika’dan göçtükten sonra bir yerde Homo Floresiensis’e evrilmiş olabilir.
İsveç’te erkek olduğu düşünülen yüksek rütbeli Viking savaşçısına yapılan DNA analizi, bu kişinin kadın olduğunu kanıtladı.
1880’lerde, İsveç’in Birka kasabasında büyüleyici bir mezar keşfedildi. Silahlar, av ekipmanları ve iki atın bulunduğu mezar, MS 10. yüzyıla aitti ve güçlü bir erkek Viking savaşçısı olduğu düşünülüyordu. Fakat iskeletin kadın olduğuna işaret eden bazı özellikler vardı. Yeni bir çalışma, DNA analiziyle bu güçlü savaşçının aslında bir Viking kadını olduğunu kesin olarak ortaya koydu. Kadın Viking savaşçısı fikri aslında yeni değil. Ortaçağ’ın başlarından kalma tarihsel kayıtlar ve sanatsal eserler, erkeklerin yanında savaşan kadınları betimliyor. Fakat çoğunlukla, bu düşünceler gerçekliğe dayalı olmadığı ve mitolojik olduğu iddiasıyla gözardı edildi.
Antik Mısır şehri Elkab’da keşfedilen 5.200 yıl öncesine tarihlenen anıtsal hiyeroglifler, Mısır’ın ünlü hiyeroglif yazısının nasıl ortaya çıktığını gösteriyor.
Daha evvel hiçbir şekilde fark edilmemiş ve kayıt altına alınmamış olan bu yazıtlar, Antik Mısır yazı sistemleri tarihinde büyük öneme sahip. Bulunan yazıtlar, Antik Mısır hiyeroglif yazısının oluşum sürecindeki bazı en erken sembolleri barındırıyor ve bu da Mısırlıların bu yazı sistemini nasıl oluşturduklarına dair önemli kanıtlar sunuyor. Mısır’daki çoğu kaya betiminin Nil’e paralel olan ya da çöle doğru ilerleyen ana yollar üzerinde bulunduğunu belirten araştırmacılar, bu betimlerin özellikle yolların kesişim noktalarında ve seyahat sırasında durulabilecek yerlerde bulunduğunu belirtiyor.
Yunanistan’ın Peloponez yarımadasında yer alan 3.500 yıllık bir savaşçı mezarında bulunan büyüleyici bir mühür, Antik Yunan’ın sanat tarihine dair bilgileri sarstı.
Bir mühür olarak kullanılan taş, Antik Yunan sanatının bilinen en iyi eserlerinden biri olduğunu iddia eden araştırmacılar tarafından “başyapıt” olarak nitelendiriliyor. “Pylos Savaş Akik Taşı” olarak da bilinen mühür, 3,5 cm büyüklüğünde ve şiddetli bir savaş sahnesini betimliyor. 3.500 yıllık Griffin Savaşçısı’nın mezarında ortaya çıkan mühür, diğer birçok değerli eşya ile birlikte bulundu. Bu mühürle ilgili asıl büyüleyici şey ise, insan vücudu ve kas sistemi betimlemesinin böylesine ayrıntılı bir seviyede olması. Bu seviyedeki ayrıntı, 1000 yıl sonrasında ortaya çıkan Yunan sanatının klasik dönemine kadar bir daha bulunmuyor. Mührün oldukça küçük boyutuna rağmen, silah ve mücevher gibi detayları tasvir eden karmaşık gravürler, yalnızca güçlü bir kamera merceği ve fotomikroskop ile görüntülendiğinde netleşiyor.
You must be logged in to post a comment Login