1918’deki Grip Salgını Efsanesi İskelet Kalıntılarıyla Çürütüldü

Küresel salgınların tarihçesine bakıldığında, 1918’deki grip salgını bir anormallik olarak göze çarpıyor: Tarih kitaplarına göre bu salgın, sağlıklı yetişkinleri de, en az bünyesi zayıf veya hasta olanlar kadar, hatta onlardan daha fazla etkiliyordu.

Bu varsayım onlarca yıldır araştırmaları ve literatürü etkiliyordu. Ancak 9 Ekim’de PNAS dergisinde yayınlanan yeni araştırma, bunun hiç de doğru olmayabileceğini öne sürüyor.

CU Boulder ve McMaster Üniversitesi’nden araştırmacılar, yaklaşık 400 kişinin iskelet kalıntılarını incelediğinde, 1918’de (tıpkı 2020’de olduğu gibi) çevresel, sosyal veya beslenmeyle ilgili stres faktörlerine önceden maruz kalan kişilerin, ortaya çıkan yeni virüse yakalanma olasılığının önemli ölçüde daha yüksek olduğunu buldular.

Bulgular, günümüz toplumlarının pandemilere nasıl daha iyi hazırlanabileceğine ışık tutuyor ve geçmişi anlamak için yalnızca yazılı metinlere güvenmenin potansiyel eksikliklerini ortaya çıkarıyor.

(İlgili: İnsanlık Tarihinin Seyrini Değiştiren 11 Salgın Hastalık)

CU Boulder’da antropoloji profesörü olan ve insan kemikleri üzerinden geçmişi inşa eden biyoarkeoloji konusunda uzman yazarlardan Sharon DeWitte, 1918 gribinin sağlıklı gençleri öldürdüğü fikrinin bulgular tarafından desteklenmediğini; aksine, tarihteki diğer pek çok salgın gibi bu salgının da zayıf insanları orantısız bir şekilde öldürdüğünü gördüklerini söylüyor.

Halk arasındaki yaygın inanışları bilim aracılığıyla sorgulamak

1918’deki grip salgını yalnızca iki yıl içinde dünya nüfusunun neredeyse üçte birine bulaştı ve 25 milyondan fazla insanı öldürdü.

Yazılı kaynaklar, genç ve sağlıklı bireyleri orantısız bir şekilde etkileyen trajik göndermelerle dolu.

Thomas Wolfe’un klasik grip dönemi romanı “Look Homeward Angel”daki bir karakter, “Önce güçlü kuvvetli olanları alıyor gibi görünüyor” diye yakınıyordu. ABD Deniz Kuvvetleri Hastanesi’nden bir doktorun raporuna göre, hastalık, küçük çocuklar, yaşlılar ve zayıflar için olduğu kadar güçlü yetişkinler için de ölümcül görünüyordu.

Ancak bu tür anekdotlara rağmen, araştırmanın yazarları bu iddiaları destekleyecek hiçbir bilimsel veri bulamadılar.

DeWitte, bunun, halk arasındaki bir inanış olarak başlayan ve literatürde ortak bir kanı haline gelinceye kadar defalarca yeniden üretilen fikirlerden biri olabileceğini söylüyor. “Bir adım geri çekilip şunu sormak istedik: Bildiğimizi sandığımız şeyi gerçekten biliyor muyuz?”

Tarihi belgeler faydalı olsalar da kadınların, çocukların ve haklarından mahrum bırakılanların bakış açılarını dışarıda bırakarak ayrıcalıklıların kaderini vurgulama eğilimindedir.

İskelet kalıntıları toplumun çok daha geniş bir kesiminden toplanabilir. Travmatik yaralanmalar ve hastalıklardan, dişlerde ve kemiklerde iz bırakan beslenme yetersizliklerine kadar hayat boyu yaşanan deneyimleri yansıtırlar.

İskeletlerden toplanan kanıtlar, DeWitte’ye göre, bize bu tarihi belgelerde çok da fazla temsil edilmeyen kişiler hakkında bilgi sağlıyor ve bize onların gerçekten yaşanmış deneyimlerini anlayabilmemiz için bir pencere açabiliyor.

Bir pandemi sırasında başka bir pandemiyi incelemek

DeWitte, biyoarkeolojiye ilk kez 14 yaşındayken kendisine skolyoz teşhisi konulduğunda ve ameliyat edildiğinde ilgi duymaya başladı. Belirttiğine göre, geleceğin arkeologları bedenini kazıp, çürümemiş metal bir çubuğa sahip olduğu gerçeğine dayanarak hayatı hakkında bir hikaye uydurabileceklerini hayal ediyordu.

Kariyerinin ilk yıllarını İngiltere’deki bir mezarlıkta, 14. yüzyılda nüfusun yüzde 30 ila yüzde 50’sini öldüren hıyarcıklı vebadan veya “Kara Ölüm”den ölenlerin kalıntılarını inceleyerek geçirdi. Çalışması, yaşlıların ve zayıfların büyük olasılıkla yenik düştüğünü gösteriyordu.

Yeni çalışma için kendisi ve Ontario’daki McMaster Üniversitesi’nde antropoloji profesörü olan ortak yazar Amanda Wissler, Hamann-Todd Osteolojik Koleksiyonu’na başvurdu. Koleksiyon, Cleveland Doğa Tarihi Müzesi’nin bodrum katında bulunan 3.000’den fazla asırlık insan iskeletini içeriyordu.

Wissler, COVID-19 salgını devam ederken o bodrumda saatler geçirdi ve bir asır önceki farklı bir salgın sırasında veya öncesinde ölen 369 kişinin kemiklerini inceledi. İroniyi hemen fark etmişti.

Elindeki büyüteçle, travmanın, enfeksiyonun, stresin veya yetersiz beslenmenin kalıcı bir göstergesi olan gözenekli lezyonları bulmak için kaval kemiklerini inceledi. Araştırma, kemik lezyonlarına bakıldığında en zayıf olanların grip salgını sırasında ölme olasılığının 2,7 kat daha fazla olduğunu ortaya çıkardı.

Wissler, 1918’deki grip salgınının çok yaygın olması nedeniyle bazen insanları hayatlarının baharında vurduğunu ve bu hikayelerin yankı uyandırarak, salgının gençlerin katili olduğu fikrini körüklediğini belirtiyor. “25 yaşında birinin ölümü yaşlı bir insanın ölümüne kıyasla çok daha fazla ses getirir.”

Ancak araştırma, genç kurbanların bile daha önceden sağlık sorunları yaşamış olduklarına işaret eden kemiklere sahip olduğunu gösteriyor. Bu bulgular, 1918 gribinin kurbanları arasında altta yatan bir zayıflık kaynağının olduğunu gösteriyor.

Araştırmacılar, tıpkı Kovid ve Kara Veba salgınlarında olduğu gibi, sosyoekonomik durumun, eğitimin, sağlık hizmetlerine erişimin ve kurumsal ırkçılığın da rol oynamış olabileceğinden şüpheleniyorlar. Ancak konunun daha fazla araştırılması gerekiyor.

Araştırmacılar, örneklem boyutunun küçük olduğu ve örneklerin hepsinin Cleveland bölgesinden olduğu ve dolayısıyla ulusal gerçekleri tam olarak yansıtmayabileceği konusunda uyarıyorlar.

DeWitte’ye göre, öğrenilen şey, gelecekteki salgınlarda ölüm riskinde bireyler arasında neredeyse kesinlikle farklılıklar olacağı. Hangi faktörlerin bu riski artırdığını anlaşılabilirse, kaynaklar bu faktörleri azaltmak için harcanabilir.


University of Colorado Boulder. 9 Ekim 2023.

Makale: Wissler, A., & DeWitte, S. N. (2023). Frailty and survival in the 1918 influenza pandemic. Proceedings of the National Academy of Sciences, 120(42), e2304545120.

You must be logged in to post a comment Login