Arkeoloji, tek ve tanımlı bir alan olarak doğmamıştır. İlk dönemlerinden itibaren bilimle olduğu kadar, ideoloji ve politika oluşturmakla da iç içe gelişmiş olan bir alandır. Farklı kaygılarla geçmişe sorulan sorular ve bunlara farklı bölgelerde farklı yöntemlerle yanıt aranmasıyla ortaya çıkmıştır. Ulus devletlerin, devlet politikası olarak konuya ilgi duymaları, ülkelere göre önemli farklılıklar göstermişse de, başlarda iki farklı temel kaygı söz konusudur. Bunlardan biri, ulusun varlığının uzak geçmişe dayanan kanıtının aranmasıdır. Dolayısıyla kimlik sorununun çözümüne dayalı politik bir içerik taşır. (Özdoğan, M. 50 Soruda Arkeoloji, 2014, s. 64-66)
Batı’da gelişen arkeoloji birimi, rönesansla beraber başlayan ve Avrupa uygarlığının Helenistik-Roma köklerini aramaya yönelen, ilk başlarda daha çok anıt yapılarla ve sanat eserleriyle ilgilenen bir daldır. Bu yaklaşımlar bir yandan topum yaşamını gözardı ederken, öte yandan koleksiyonculuk ile özdeşleşmiştir. Batı uygarlığının köklerini ön plana çıkaran bu süreç “Grecism” olarak adlandırılan ve özellikle 18. yüzyıldan itibaren Batı’da hakim olan romantik bir görüşü de tetiklemiştir. Ulus devletler, kendi kimliklerini kanıtlayabilmek için ayrıldıkları imparatorluklardan daha eski dönemlerin izlerini aramaya başlamış, kendi kültürel miraslarına yönelik araştırmalar yapmışlardır. Arkeolojinin gelişim sürecinde, zaman zaman bilimsel arkeolojiye karışan “koleksiyonculuk” yalnızca kişilere bağlı düşünülmemelidir. Bu arkeolojik eserler, çoğu zaman ülkelerin prestijiyle de özdeşleşir. Ülkeler, koleksiyonlarının zenginliği ile birbiriyle yarışmışlardır. (Özdoğan, M. Arkeolojinin Politikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji, 2006, s. 48-50)
Eski çağlar hümanizm döneminde, 15. ve 16. yüzyıllarda önem kazanmaya başlamış olup antik çağların eserlerine duyulan ilgi de o dönemden bu yana yoğun bir şekilde devam etmektedir. Eski çağlardan kalma eserlerin dolaşımının belki de en önemlisi, 18. yüzyılın son yıllarında ve 19. yüzyılın başlarında yaşandı. Batının koleksiyonlarını zenginleştirmek amacıyla Yunanistan, Anadolu, ve Yakındoğu’da bulunan eski eserlerin çılgınca aranışı ve çok sayıda eserin yurtdışına çıkarılışı, geçmiş ile şimdiki zaman ve Doğu ile Batı arasında çok önemli bir kültürel alışveriş yarattı. Koleksiyonların arkasında yatan dürtü hem eskiden kalma uygulamalara, hem de tarihi bilincin ortaya çıkışı, Batı’nın kültürel kimliğinin şekillenmesi ve klasik model arayışı gibi modern ihtiyaçlara dayalıydı. (Bahrani, Z., Z. Çelik, ve E. Eldem. “Geçmişe Hücum, Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753–1914.”,2011,s.70-73)
Avrupa’da arkeolojik bulgular, sıklıkla Avrupa halklarının atalarına ait buluntular kabul edilmekteydi ve farklı biçimlerde gelişen milliyetçilikler, söz konusu ulusların kökeni ve tarihinin, tercihen ulusun sürekliliği ve eskiliğini ispat edecek biçimde araştırılmasına neden olmaktaydı. Oysa kültürü bu biçimde tanımlamak mümkün değildir. Bugün kendi yerel kavrayış ve uygulamalarından kaynaklanan farklılıklarla beraber, dünyanın pek çok ülkesinde hala arkeoloji pratiğinin temelini kültür tarihi paradigması oluşturmaktadır. (Özdemir, Ayşe. “Hayali Geçmiş: Arkeoloji ve Milliyetçilik, 1923‐1945 Türkiye Deneyimi.” Arkeoloji: Niye, Nasıl, Ne İçin?, 2013, s. 12)
Özdoğan, Mehmet. 50 Soruda Arkeoloji. İstanbul: Bilim ve Gelecek Kitaplığı, 2014. S. 64-66
Özdoğan, Mehmet. Arkeolojinin Politikası ve Politik Bir Araç Olarak Arkeoloji . İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2006. S. 48-50
Bahrani, Z., Z. Çelik, and E. Eldem. "Geçmişe Hücum, Osmanlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753–1914." İstanbul: SALT/Garanti Kültür AŞ, 2011. S.70,73
Özdemir, Ayşe. "Hayali Geçmiş: Arkeoloji ve Milliyetçilik, 1923‐1945 Türkiye Deneyimi." Arkeoloji: Niye, Nasıl, Ne İçin? İstanbul: Ege Yayınları, 2013. S. 12
You must be logged in to post a comment Login