Yakıp yıkan, yağmalayan, pis, barbar ve kana susamış kitleler – bu, popüler bir Viking tasviri. Fakat bazı arkeolojik araştırmalar, Viking kültürünün bu tanımını yeniden ele almamızı sağlıyor. Ve belki de, şaşırtıcı olan da, şehir efsanesi olarak düşündüğümüz birçok hikâyenin aslında gerçek olabileceği.
10- Viking Destanlarının Sonunu Yazmak
Yeni Dünya’ya yapılan Viking seferleri hakkında iki ana kaynak mevcut: Grönlandlılar Sagası ve Kızıl Erik Sagası. Bu sagalar (yani destanlar), seferlerden birkaç yüzyıl sonra yazıya geçirildiklerinden içerdikleri birçok bilgiye kuşku ile yaklaşılıyor. Sagalar, Vikinglerin bölgeye vardıklarında ne olduğuna dair oldukça betimleyici olmalarına rağmen, bölgeyi terk etmelerinin ardından neler gerçekleştiğinden bahsetmiyorlar. Vikinglerin bölgeyi terk ettiklerini biliyoruz, ama nereye gittiklerinden bu zamana dek emin değildik. Bir iddiaya göre bu iki saga, Yeni Dünya’nın terk edilmesinden sonra Thorfinn Karlsefni’nin kaderi hakkında farklı anlatılar sunuyor. Grönlandlılar Sagası’na göre Karlsefni, Glaumbaer şehrine yani İzlanda’ya giderken Kızıl Erik Sagası, Karlsefni’nin vatanına geri döndüğünden bahsediyor. Bu iki eserden, Kızıl Erik Sagası’nın genellikle daha doğru olduğuna inanılıyor. Fakat son zamanlardaki arkeolojik bir bulgu, Grönlandlılar Sagası‘nın – en azından Karlsefni açısından – daha doğru bir geçmişi yansıttığına işaret ediyor.
Araştırmacılar, 2001- 2002’de, Glaumbaer’de gömülü olan devasa bir yapı keşfettiler. Yapının tabanı yaklaşık MS 1104’e tarihlenen bir kaya tabakasında bulundu. Mekan 30 metreye 8 metre boyutlarıyla oldukça büyük bir yapıya sahip, bu da onun – Thorfinn Karlsefni gibi – oldukça güçlü birine ait olduğunu gösteriyor. Yapının tasarımı oldukça farklı. Köken olarak kesinlikle Viking olmasına rağmen, Viking kültürüne tabii olan bölgelerde bulunanlardan çok Newfoundland’de bulunan modern evlere daha yakın bir yapısı var. Yerleşkenin Thorfinn ve ailesine olan aidiyeti yüzde yüz kesin olmamasına rağmen, bütün kanıtlar bir arada düşünüldüğünde sagalarda anlatılan her şeyin yerli yerine oturduğu görülüyor. Sagalara göre, Thorfinn ve eşi Yeni Dünya’yı terk ediyor, İzlanda’ya yerleşiyor ve bütün bir klanın doğuşuna önderlik ediyorlar. Hayatlarının geri kalan günlerini geçirecekleri bu yerleşkeyi kurmaları, inanılmaz bir tarihi başarı oluyor.
9- L’Anse Aux Meadows
Bir diğer uzun süreli tartışma ise, Atlantik ötesine ilk seferi kimlerin yaptığı. Newfounland’deki bu eski yerleşim yeri, Kuzey Amerika’daki Avrupalı varlığının öncüsü gibi görünüyor. Yerleşim yeri oldukça iyi bir şekilde muhafaza edilmiş ve insanların burada en azından 1500’e kadar ikamet ettikleri düşünülüyor. Evler ve işlikler, İzlanda ve Grönland’daki çağdaş binalarla aynı stilde ve metotta inşa edilmiş. Kazılar, buranın sadece bir Viking yerleşimi olmadığını, 5000 sene öncesine uzanan bir zamana kadar dahi, insanların ikamet ettiği bir alan olduğunu gösteriyor. Viking Çağı’nda burada, işlik olarak dört bina, bir dir demirci ocağı ve sekiz ev inşa edildi. Yerleşim yerinde, çivi ve bakraç gibi domestik nesnelerin de bulunduğu dövülmüş demir işi örnekleri bulundu. Yerleşim yerinde ne kadar bir süre ikamet edildiği belirsiz, fakat isminin “Leif’s Camp” olması onun kötü şöhretli Leif Eriksson ile bağının bir göstergesi.
8- Diş Törpüleme
Vücut modifikasyonları yeni bir fikir değil, ama son zamanlardaki bulgular, Vikinglerin bunu yeni ve acılı bir aşamaya taşıdıklarını gösteriyor. 2009’da Dorset (İngiltere)’te Viking savaşçılarına ait büyük bir mezar keşfedildi. Kalıntıları inceleyen Oxford Üniversitesi’nden arkeologlar, çok tuhaf bir şey buldular – diş minesine oyulmuş ve büyük bir hassasiyetle törpülenmiş dişler. Şekiller öylesine karışık ve öylesine dikkatlice yapılmışlardı ki, bunun diş törpülemede uzmanlaşmış bir zanaatkârın işi olduğuna inanılıyor. Bu işlemin birinin kendi başına gerçekleştirmesi için oldukça zor ve aynı zamanda da oldukça acı verici olduğu düşünülüyor. Swedish National Heritage Board’a göre, Gotland, Koppasrvik’teki Viking mezarında da aynı işaretlemelere sahip büyük bir miktar diş bulundu. Bu işlemin 10.yüzyıl zamanlarında gerçekleştirildiği ve törpülemenin şeklinin de kişinin kendisi tercihine göre yapıldığı düşünülüyor. Bazı dişlerde sadece bir işaret ya da ön üst dişlerde iki çentik bulunurken diğerlerindeki çentik sayısı dörde kadar çıkabiliyor. Bunların korkutma amaçlı mı yapıldığı, bir statü sembolü mü olduğu ya da kişinin ne kadar önemli bir savaşçı olduğunu göstermek için mi yapıldığı bilinmiyor. Arkeologlar ayrıca Vikinglerin bu diş çentiklerini daha belirgin göstermek için kömür ya da diğer maddelerle doldurmuş olabileceklerini de tahmin ediyorlar.
7- Güneştaşları
Hikâyelere göre, Vikingler o kadar harika denizcilerdi ki, bulutlu günlerde bile güneşi bulabilip, yönlerini ona göre tayin edebiliyorlardı. Bu söylem imkânsız olmasa da, yine de pek de olası görünmüyordu. Fakat bazı yeni keşiflere göre, bu durumun belki de artık doğru olabileceği düşünülüyor. Bütün iş, İzlanda Taşı adı verilen bir taşa güneş ışınlarının vurduğu anda oldukça gözlemci olmakta yatıyor. Bu kristal taş, güneşin farklı konumlarında gün ışığına doğru tutulduğunda farklı şekiller oluşturuyor. Viking denizcileri, hava açık olduğunda taşın güneşe nasıl tepki verdiğini dikkatlice gözlemliyorlardı ve kapalı havalarda da aynı yöntemi uyguluyorlardı – sadece taşa biraz daha yakından bakmaları gerekiyordu. İzlanda taşı, temas ettiği ışığı depolarize eder ve taşı ışığa doğru tutmak ve daha sonrasında ise bulunduğu noktadan çekmek “Haidinger’s Brush” isimli görsel bir fenomenle sonuçlanır. Işık, güneşin bulunduğu konuma doğrudan tutulduğunda basit, sarı bir çizgiye dönüşür. Bu yöntem, bulutlu günlerde bile işe yarar. İzlanda Taşı’nın deniz yolculuklarında kullanılması ile ilgili bulunabilen tek iz ise, bir zamanlar İspanyol Armadası’nın bir parçası olan ve 1592’de batan bir gemide yatıyor. Manyetik pusulaların o dönemlerdeki varlıklarına rağmen, İzlanda Taşı’nın da kullanışlılığını sürdürdüğü düşünülüyor.
6- Viking Definleri
Vikinglerin belki de en ebedi imgeleri definleridir: ateşe verilen bir gemi üzerinde son yolculuklarına uğurlanan savaşçılar. Kuzey İskoçya’nın uzak bir yarımadasına gömülen Viking klan şefi hakkındaki son zamanlardaki bir keşif ise durumun her zaman bu şekilde olmadığını gösteriyor. 10. yüzyıla dayanan defin alanı, bulunan bu Viking’in son dinlenme mekânıydı. Kendisiyle beraber silahları, İrlanda’dan bir kama, bir içki boynuzu ve Norveç’ten bir bileğitaşı da gömülmüştü.
Silahlar, ahşabın uzun zaman önce çürümüş olmasından dolayı, sadece kalan demir parçalarından tespit edilebildiler. Bulunan beden, yine çok uzun bir müddet önce çürümüş olan fakat toprakta izlerini ve demir bir perçin tabakası bırakmış olan tipik bir Viking gemisiyle gömülmüştü. Gömülen kişinin kim olduğu kesin olarak belli değil (tahminler, kişinin bir klan şefi olduğundan denizcilik yeteneği ile nam salmış biri olabileceğine kadar uzanıyor) fakat defin işleminin sadece saygıdeğer kişilere yapılan türden olduğu kesin. Alandaki diğer bulgular, karadan geçmek yerine fırtınalı denizleri geçerek daha ulaşılabilir olan bu uzak yarımadanın, 6,000 sene öncesine dayanan mezarları ile binlerce yıllık kutsal bir gömü alanı olduğunu ortaya çıkarıyor.
5- Dublin’deki Viking Yerleşimi
Bugün İrlanda’daki Dublin şehri sokaklarında yürüdüğünüzde tarihin zengin ağırlığını taşıyan bir şehir ile karşılaşırsınız. Bu tarih, zorlu bir yaşama sahip olan Vikinglerin yeryüzünde bir cennet olarak görmüş oldukları bu bölgeye yerleşmesine kadar dayanıyor.
Vikingler Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın büyük çoğunluğunu keşfettiler, ama nihayetinde ileride Dublin olarak adlandırılacak olan bu alana yerleştiler. O zamanlar Dublin, nispeten daha ılıman bir iklime sahip, yoğun ağaçlarla çevrelenmiş ve kışı geçirmek için de nehrin mükemmel bir konum haline getirdiği bir bölgeydi. Vikingler, Dublin’de gemilerini tamir edip, bir ticaret ağı kuruyorlardı.
Dublin’de bulunan Viking kalıntılarından olan Temple Lane, Viking yerleşimcileri tarafından yaratılmıştır ve Dublin’de bilinen en eski sokaktır. Dublin’deki Viking yerleşiminin diğer kanıtlarından biri de, Christchurch yakınlarında bulunan Viking kılıçlarıdır. Dublin Kalesi’nin temelinde yine Viking Çağı’na dayanan kil taban bulunmaktadır. Liffey Nehri’nin güneyinde kümeleşmiş evler, metal işçiliği ya da deri, tekstil ve mücevher işçiliği için kullanılan binalar da bu bölgenin bir Viking yerleşim alanı olduğuna işaret eder. Ayrıca Liffey boyunca, kehribar işçiliğinin de kanıtlarına rastlanıyor.
Kilmainham civarındaki kazılarda ise, 50’den fazla Viking mezarı ortaya çıkarıldı. Bulunan bazı kemikler çok etkileyici bir hikâye sunar ve bu hikâyeyi de, İskandinav Vikingler’in hayatlarının çoğunu uzak batıda, İskoçya ya da İrlanda’da geçirmiş olan Vikingler ile yanyana gömülmeleri oluşturuyor.
4- Viking Köleleri
Vikingleri eşitlikçi bir sınıf yapısına dayanan bir toplum olarak hayal etmek oldukça kolaydır – toplumda denizciler, akıncılar, yağmacılar ve onları evlerinde bekleyen aileler vardı (ya da bazen kadınları da beraberlerinde götürüyorlardı). Fakat vatanlarında ölen Vikinglerin mezarlarında yapılan kazılar, denizaşırı bölgelerde gömülen Vikingler kadar etkileyici bir şeyi gösteriyor.
Vikingler, vatanlarındayken çiftçilerdi. Araziyi işliyorlardı ve bunu yalnız başlarına da yapmıyorlardı – akınlarının nedenlerinden biri de “thrall” adı verilen ve beraberlerinde toprağı işlemeye yardım edecek olan köleler getirmekti. Ve yeni kanıtlar, Vikingler’in öldüklerinde kölelerinin de öldüğünü gösteriyor. 400 ve 1050 yıllarına dayanan gömülerdeki kazılar, birçok Viking’in “thrall”arı ile beraber gömüldüklerini, birçoğunun efendileri ile mezara girmeden önce başlarının kesildiğini ve toplumda kesinlikle mevcut olan bir sınıf yapısını ortaya çıkardı.
Üst sınıfın beslenmesi daha çok ete ve sebzeye dayanırken, “thrall”arın iskeletleri, onların çoklukla balıkla beslendiğini ortaya çıkarıyor. Balık, ucuz ve boldu, fakat hayvanlardan elde edilen etin, üst sınıfa yaraşacak dini ve kutsal bir bağlamı vardı.
Birçok thrall, öldürülmenin yanı sıra aynı zaman da kurban edilmelerinin izlerini taşıyorlar. Thrall mezarları, elleri ve ayakları bağlanmış olarak kurban edilme işleminin işaretlerini gösteriyor. Arkeologlar, bunun ölüyü onurlandırmanın bir yolu olarak gerçekleştirildiğine inanıyorlar.
3- Viking Şehirlerinin İlginç Planı
Antik ve ortaçağ şehirlerini zihnimizde canlandırdığımızda, her şeyin tek bir yerde olduğunu düşünmeye meyilliyizdir. Son zamanlardaki antik bir Viking kasabası onların farklı bakış açılarını gösteriyor.
Günümüz Almanya’sının kuzeyinde yeni keşfedilmiş olan şehrin, önceleri muhtemelen sadece bir kale olduğu düşünülüyordu. Royal Frankish Annal’da kaydedilmiş olan Sliasthrop’un, Kral Godfred ile başlayan eski Viking ve Danimarka krallarının kalesi olduğu söyleniyordu. Arkeologlar, şehrin yaklaşık MÖ 700 yılına dayandığını ve yaklaşık 1000 yılına kadar da bir yerleşim alanı olarak korunduğunu buldular.
Yerleşim alanında, madeni paralar ve mücevherler gibi tipik kalıntılarla beraber, yaklaşık 200 tane de ev bulundu. Alanda, muhtemelen askeri planlama için kullanılan 30 metrelik bir “longhouse” (uzun ev) da mevcuttu. Yerleşim alanı, askeri personele ve elitlere, medeniyetin zenginlerine ve güçlülerine ev sahipliği yapıyordu. Tüccarlar, zanaatkârlar ya da tacirler bölgede bulunmuyorlar, yaklaşık 4 km ötedeki Hedeby’de yaşıyorlardı.
Hedeby, Sliasthorp’tan 100 sene sonra bir liman şehri olarak kurulmuştu. O zamanlar Sliasthorp’u ziyaret etmek isteseydiniz, burada yaşayanlardan izin almanız gerekirdi ki bu da, sınıflar arasındaki keskin bir ayrımı gösteriyor. Şehirlerin konumlanmalarına bakıldığında, arkeologlar bu şehirlerin, dikkatli bir şekilde planlanmış kentsel gelişim ve büyümenin işaretleri olduğuna inanıyor.
2- Düşündüğümüzden Daha da Eskiler
Viking çağının başlangıcı genellikle kesin bir tarihe dayanır – 8 Haziran 793. Bu, İngiltere sahillerine yakın bir manastırın kuşatıldığı ilk Viking akınına verilmiş olan tarihtir. Fakat Estonya’daki Saarema adasındaki bir kazı, kültürün kökenlerinin düşündüğümüzden daha da eskiye dayandığını ortaya koyuyor.
Toplu mezarda 2 gemi ve hepsi İskandinav olan ve muhtemelen talihsiz bir akının izlerini taşıyan 33 insan bulunuyor. Alanın tarihi 700 ve 750 tarihleri arasına dayanıyor ki bu tarih, İngiliz adasına yapılan Viking akınından daha da eski. Diğer birçok Viking gemileri gibi, bunların da birçoğu çürümüş durumdaydı fakat demir perçinlerin toprakta korunmuş olması, geminin rekonstrüksiyonuna olanak sağladı.
Bu da, erken Viking yayılımını 120 yıl daha geriye alıp, denizcilik tarihi hakkında bildiklerimizi değiştirebilme olasılığı sunuyor. Asıl bulunanların yanında, kürek yerine yelkenlerden gücünü alan bir başka gemi daha bulundu. Denizcilik çağının çok daha geç başladığı düşünülmüştü, fakat bu ikinci gemi, Vikinglerin düşündüğümüzden çok daha önceleri deniz uzmanları olduğunu kanıtladı.
Arkeologlar, Vikinglerin 160 km genişliğindeki denizi aşarak gerçekleştirdikleri akın esnasında ne olduğuna dair parçaları birleştirmeyi başardılar. Çarpışmadan sonra, geriye kalan Viking savaşçıları törensel bir defin için ölülerin bedenlerini topladılar. Bedenleri gemileriyle defnettiler, kalkanları ile kapladılar ve kılıçlarını büktüler. Toplu mezar gömülerinin nasıl bir durum altında gerçekleştiği hala bir gizem ama aceleyle gerçekleştirilmiş bir eylem olduğu da bir gerçek.
1- Yerli Amerikalılar ile Temas
Araştırmacılar, günümüz Kanada’sında kurdukları yerleşimin yanı sıra Vikinglerin zamanın yerli nüfusu ile etkileşimde bulunduklarını doğrulardılar ve hepsi de bir çift kaya parçacığı sayesinde gerçekleşti.
Bir Viking yerleşimi olan L’Anse aux Meadows’dan kurtarılan yeşimtaşı objeler, aynı zamanda Notre Dame Koyu’nun diğer yakasındaki Newfoundland’de de bulunmuştu. Bu özgün maddeler, Vikingler tarafından ateş yakmak için kullanılıyordu. Civarda avcı – toplayıcı bir kabilenin yaşadığını bildiğimizden, bölgenin Avrupalılar ve Kuzey Amerikalılar arasındaki ilk karşılaşma alanı olabileceği de oldukça mantıklı görülüyor. Ve muhtemelen bölgede bu karşılaşmadan daha fazlası da gerçekleşmişti.
İzlanda’da yaşayan bir grup ailenin DNA analizleri, İskandinav insanlarının bir yüzdesinin geçmişlerinde bir noktada Yerli Amerikalı kadın bir ataya sahip olduklarını gösteren genetik belirleyicilerin varlığına işaret ediyor. Fakat bu belirleyicinin dünyanın iki farklı alanında birbirlerinden bağımsız gelişmiş olması pek olası değil. Belirleyicinin en az 300 yıl öncesine kadar dayanmasının en mantıklı açıklaması da, Vikinglerin en azından bir Yerli Amerikalı kadını beraberlerinde vatanlarına götürmüş olmaları.
Listverse
You must be logged in to post a comment Login