Türk Mitoloji Atlası: Bartu Bölükbaşı Röportajı

Muhteşem çizimleri ve detaylı anlatımlarıyla donattığı Türk Mitoloji Atlası üzerine Bartu Bölükbaşı ile konuştuk.

Erlik ve köpek. C: Bartu Bölükbaşı

Birçok insanın mitolojiye ilgisi var. Fakat Türk mitolojisi hem çok az biliniyor, hem de kaynaklar yetersiz. İşte tam da böyle bir kuraklığın ortasında karşımıza Bartu Bölükbaşı çıkıyor ve bu açığı kapatmak için müthiş çizimleriyle renklendirdiği Türk Mitoloji Atlası’nı sunuyor. Üstelik sadece Türk mitolojisindeki karakterleri tasvir etmekle kalmıyor, aynı zamanda Türk mitolojisine dair detaylı bilgi derlemesiyle, herkesin anlayabileceği dilde bir eser ortaya çıkarıyor.

– Bartu öncelikle seni biraz tanıyabilir miyiz?

Elbette, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi / Çizgi Film-Animasyon bölümünden mezunum. Yaptığım işi tek bir meslekle ifade etmek zor, bu yüzden şöyle söyleyeyim; illüstratör ve araştırmacı yazarım. Genel olarak Türk tarihi ve mitolojisi alanında çalışıyorum. Şu ana dek yayınlanan işlerim arasında, Ahmet Ümit’in “Elveda Güzel Vatanım” romanının çizgi roman uyarlaması, kendi mitolojik serim olan Gesar adı altında bir çizgi romanım, bir fantastik romanım, bir de son dönemde adımın duyulmasını sağlayan Türk Mitolojisi Atlası bulunuyor. Bir yandan kendi projelerimi hayata geçirirken bir yandan da yurt içi ve yurt dışında freelance olarak çizerlik yapıyorum.

Yokbol. C: Bartu Bölükbaşı

– Çizmeye nasıl başladın? Mitoloji konusundan önce neler çiziyordun?

Genelde çizerler bu soruya cevap vermekte zorlanırlar, çünkü çizerlik kariyerleri hatırlayamayacakları kadar küçük yaşlara dek uzanır. İki ebeveynim de doktor olduğu için okul öncesi dönemim genellikle ailemin çalıştığı üniversite hastanesinin kreşinde geçmişti. Kreş görevlileri daha o dönemlerde bile diğer çocuklarla oyun oynamaktan ziyade resim yapmayı tercih ettiğimden bahsetmişler. Ben bu dönemi hatırlamıyorum elbette, ama sekiz yaşından itibaren çocukluk anılarım hala taze.

Büyük bir şans eseri kültürel arka planı oldukça zengin bir aileye doğdum. O tarihlerde tahminimce yaklaşık beş bin kitaplık bir kütüphanemiz olmalıydı. Bu kitapların çoğu babamın ilgi alanını oluşturan mitoloji, arkeoloji, siyasi tarih, botanik, dünya klasikleri ve özel olarak da dinler tarihi ile doluydu. Hatırladığım kadarıyla çizmeye ilk kez burada bulduğum resimli antik Yunan ve Roma tarihi atlaslarını taklit ederek başladım. Birbirinden renkli miğferlere sahip Hoplitler, demir silindirlerle kaplı Roma lejyonerleri ve pos bıyıklı Galyalılar beni hayli etkilemişti. Sonrasında hayatımda baştan sona okuduğum ilk mitoloji kitabı olan Michael Köhlmeier’e ait Tanrıların Masalları’yla karşılaştım ve devamı geldi diyebilirim.

– Mitolojiye merakın nasıl başladı? Kendini bu konuda nasıl geliştirdin?

Tanrıların Masalları kitabı ilk defa mitolojik bir dünyaya tümüyle çekilmeme sebep oldu, çünkü eser aslında Yunan mitolojik öykülerinin titizlikle oluşturulmuş bir seçkisiydi. Sonrasında babamın teşvikiyle İlyada ve Odyssea’yı okudum. Truva savaşını okurken gönlüm sürekli Hektor’dan ve Anadolu kahramanlarından yana olduğu için sonrasında Luviler, Hititler, Frigyalılar gibi Anadolu uygarlıklarının tarihi ve arkeolojisinden ilham almaya başladım. Bu konuda da babam mütevazı denemeyecek ölçüde kaynak biriktirmişti.

Tüm bunların üstüne, ilk kez Didim’de sıradan bir büfede karşılaştığım Asterix ve Conan serileri geri döndürülemez bir etki yaptı diyebilirim. Liseye kadar özellikle Akdeniz uygarlıklarının mitolojisi, arkeolojisi ve tarihi ile ilgilendim. Bu dönemde oynadığım Age Of Empires, Age Of Mythology ve Rome Total War gibi oyunlar merakımı iyice derinleştirmişti.

Devler. C: Bartu Bölükbaşı

– Spesifik olarak Türk mitolojisini neden seçtin? Seni bu konuya yönelten neydi?

Öncelikle Türk olduğum için elbette. Üniversite yıllarına geldiğimde dünyanın çeşitli mitolojileri arasında kendi halkıma ait anlatıları görememem ve Türklerin kendi kültürleri ile geçmişlerine dönük müthiş vurdumduymazlıkları bende büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı. Türkiye güncel başarısızlıkları örtmek ve avuntu bulmak için gerek devletin gerek halkın bol keseden tarihe gönderme yaptığı, insanların zihinlerinde yaratıp geçmişe yakıştırdıkları ‘’şanlı dönemlerde’’ yaşadığı şizofrenik bir ülkedir. Buna karşın kendi geçmişini titizlikle inceleyip kendi kültürünü derinlemesine tanıyarak buradan aldığı ilhamla bilimsel veya sanatsal eser üreten insanların sayısı her dönemde birkaç düzineyi geçmez. Bu az sayıdaki ülkesine ve kültürüne karşı sorumluluk hisseden, her türlü eksiklik ve olumsuzluğa rağmen ısrarla mücadele etmeyi seçen bilinçli yurttaşları yaratan da Kemalist devrimdir.

Atatürk sadece viraneye dönmüş bir ortaçağ imparatorluğunun küllerinden modern bir ulus yaratmakla kalmadı, o ulusun bilinçaltını meydana getiren Türk mitolojisini devlet eliyle ayağa kaldırmaya çalıştı. Muasır medeniyetlere sadece demir-çelik üretimi ve sanayi ihracatı ile değil aynı zamanda ulusun binlerce yıla yayılan kültürel kimliğinin modern araçlarla yeniden bilince çıkarılması yoluyla erişilecekti. Türk mitolojisi temelli çalışmalar ilk kez büyük devrimcimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle Kemalist aydınlanma döneminde başladı ve Emel Esin, Abdülkadir İnan, Zeki Velidi Togan gibi araştırmacılar eliyle yürütüldü. Dolayısıyla Türk mitolojisini perişan halinden kurtarıp uluslararası alanda hak ettiği onurlu konumu almasını sağlamak bu ülkede uygarlığa adapte olabilmiş  her şeyin temelini atan, dolayısıyla biz modern Türkleri de yaratmış olan Atatürk’e ve Kemalist devrime borcumdur. Bir bakıma Türk mitolojisi başta olmak üzere yaptığım işlerle asla bitmeyecek olan bu borcu ödüyorum.

– Genel olarak Türk mitolojisi hakkında neden bu kadar az şey biliyoruz? Yazılı kaynak kıtlığı mı, ilgisizlik mi, yoksa güncel politikalar mı bu yönde?

Kısaca cevaplamak gerekirse Türk mitolojisinin bilinmemesi tamamen 1950 sonrası sağ iktidarların dindar ve kindar nesiller yetiştirmek için yaptıkları bir milli eğitim operasyonunun sonucudur. Türk Şamanizmi ve eski Türk kültürü devletin islamcı-itaatkar-ucuz işgücü toplumu yetiştirmesinin önünde kültürel bir engel teşkil ediyordu, İslamcılaşmak için öncelikle toplumun pagan geçmişinden utandırılması ve Arap hayranı olması gerekiyordu bu yüzden Türk mitolojisi daha yeni filizlenmişken halk belleğinden sildiler. Daha geniş kapsamlı ele almak gerekirse yukarıda bahsettiğim gibi Türk mitolojisinin temelini atan Kemalist devrimdir. Kemalizmin Türk kültürünü on bin yıllık bir bütün olarak algılaması, dönemin milli eğitim kitaplarında Türk tarihinin antik Yunan ve Roma ile karşılaştırılarak incelendiği bilimsel ve materyalist bir vizyonla ele alınması, Belleten gibi Türkoloji dergilerinin yayınlanması gibi olgular İslamlaşma sonucu Türklerin belleğinden silinmiş olan eski Türk kültürünü dizleri üstüne doğrultmuştu.

Buna karşın 1946’dan itibaren iç çekişmelerle boğuşan CHP’nin aydınlanmacı mevzileri bir bir terk edişi, ülke içindeki gericiliği tümüyle tasfiye edemeyişi ve gericiliğin ABD ile temas kurmasını engelleyemeyişi karşı devrimin güçlenmesine ve Demokrat parti adı altında iktidar olmasına yol açtı. Demokrat parti Kemalizmi tasfiye etmeye kültürel ve siyasi alanda bir bütün olarak girişti. Milli eğitimde Kemalizmin ana referanslarını oluşturan eski Türk tarihi ve Greko-Romen uygarlık tarihini ‘’Milletin dinine ve milli hislerine engel teşkil eden batı özentiliği’’ olarak kodlayıp önce kırpmaya başladı, sonra adım adım eğitim sisteminden tümüyle çıkararak yerine Selçuklu-Osmanlı fetih edebiyatını geçirdi. Bu durum 27 Mayıs’tan sonra bir miktar durulduysa da 1960-80 arası Türkiye solunun, işçi-öğrenci hareketlerinin ve sendikaların yükselişine paralel olarak karşı devrim anti kemalist çizgisini bırakmadan bir de anti komünist bir renge bürünerek halk hareketliliğinin üstüne bir karabasan gibi çöktü.

Bu dönemde Kadir Mısıroğlu, Fethullah Gülen, Alparslan Türkeş, Nurettin Topçu, Ahmet Arvasi gibi fenomenlerin oluşturduğu geniş anti komünist kümede bir araya gelen NATO destekli İslamcılık sadece sola karşı kontrgerilla saldırılarıyla yetinmedi, 1969 MHP Adana kongresinin ardından Nihal Atsız’ın da aralarında olduğu ‘’ İslam düşmanı ve Şamanist’’ olmakla itham edilen bir grup laik milliyetçi de tasfiye edildi. Hatta bunların arasından genç bir öğrenci milliyetçi dava arkadaşları tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Bu olaylardan devletin bizzat desteklediği Milliyetçi gruplar arasında dahi Eski Türk kültürüne hayranlığı çok tehlikeli bulduğunu anlıyoruz. Amaç İslamcı ve itaatkar toplumdur. Kemalizm, Komünizm ve Eski Türk kültürü hayranlığı devlet tarafından istenilen İslamcı ve itaatkar nesilleri elde etmeyi imkansız kılan siyasi kültür akımları olarak görülüyordu. Bugün de öyledir. 1980 Kenan Evren darbesinin ardından bir Nakşibendi olan Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığında İslamcılık devletin resmi ideolojisine dönüştü ve tarikat-cemaat-mafya bağlantıları aracılığıyla bugüne dek toplumu biçimlendiren ana kültür akımı haline geldi.

Bugün şahit olduğunuz gibi toplumun tek merkezden bilinçli biçimde müthiş bir hızla yoksullaştırılması ve kamu kaynaklarının sermayeye aktarılması karşısında halkın tepkisiz kalabilmesi ancak kitlesel düzeyde  irrasyonalleştirme ile mümkündür. Dolayısıyla Sendikalar ve öğrenci hareketlerinin ezilmesi, kadın hareketinin sonlandırılması, LGBTlerin susturulması, itiraz kültürünün bir bütün olarak boğulması kadar eski Türk kültürü ve mitolojisinin bilinmemesi de 40 yıldır iktidarda olan siyasal islamın yaşayabilmesi için bir zorunluluktur ve bu zorunluluk iliklerine kadar sınıfsaldır. 

Atalar Mağarası. C: Bartu Bölükbaşı

– Günümüzde, eski Türk dini hakkında büyük bir bilgi karmaşası var. Ateşe tapan, şamanizm, gök tengri, animizm gibi birçok şey söyleniyor. En temel haliyle, eski Türk inancı neydi?

Eski Türk dininin bilimsel ifadesi Türk Şamanizmidir. Medyada sıklıkla öne çıkarılan ‘’Göktanrı inancı’’, ‘’Tengricilik’’ veya ‘’Tanrıcılık’’ Eski Türk dinini İslama benzetmeye çabalayan siyasal islamcı tarih yazınının temelsiz Pseudo-tarih tanımlarından ibarettir. Türk Şamanizmi kökeni 12.000 yıllık Güney Sibirya kültürlerine dayanan çok tanrıcı bir inançtır. Çok tanrıcı niteliği gerek Orhun yazıtlarında rastlanılan Kök-Tengri, Tengri Umay, Bod Tengri, Öd Tengri gibi ifadelerle, gerek Bömbögör yazıtındaki ‘’Yere ve Göğe tapındım’’ ifadesiyle, gerek Uygur metinlerindeki ‘’ Ay Gün tengriler’’ söylemi ile, gerek Irk bitig kitabındaki Yol tengrileri gibi tanrılarla açık biçimde ortaya serilir. Özellikle 18-19. yüzyıl Sibirya Türklerinin tanrılar panteonu hayli zengindir. Saymalıtaş kaya resimlerinde Türklerin içinde yaşadıkları mitolojik evrene dair algılarının ilk emareleri izlenebilir.

9-19. yüzyıl arasındaki bin yıllık mitolojik gelişimin ardından kristalleşen Türk mitolojik evreni, merkezinde hayat ağacı bay kayının bulunduğu üçe bölünmüş bir yapıdır. Tepesindeki süt gölünde Türk ana tanrıçası Umay’ın yaşadığı Bay Kayın, İskandinav mitolojisinin Yggdrasil’i gibi üç diyara temas ederek onları birbirine bağlar. Üst dünya başını fırtına tanrısı Ülgen’in çektiği gök tanrılarının mekanıdır. Orta dünya İnsanların, hayvanların, yeryüzü tanrılarının, iyelerin ve diğer mitolojik yaratıkların mekanıyken alt dünya veya yer altı dünyası ölülerin efendisi Erlik Han ve ona hizmet eden demonik orduların diyarıdır. Türkler gündelik yaşamlarında karşılaştıkları sorunları hangi tanrının çözeceğine inanıyorlarsa ona kurban sunarak yakarırlardı. Tanrıların yanı sıra yeryüzünün dört bir yanına yayılmış ruhlar bulunuyordu. Irmaklarda, ateşte, rüzgarda, madenlerde yaşayan bu ruhlara iyeler deniliyordu ve kişiler refah içinde yaşamak istiyorlarsa bu iyelere saygı göstermeliydiler. Söz konusu av ise orman iyesine kurban sunulup yardım isteniyordu, hamile kalmak için Tanrıça Umay’a yakarılabileceği gibi bir ırmak kenarına giderek su iyelerinden de yardım istenebilirdi. Söz konusu bir savaş ise Türkler genellikle Savaş tanrılarına ve Gök tanrısına yakarmayı tercih ederlerdi. Kaşgarlı Mahmud’un ‘’Umay’a tapanın çocuğu olur’’ sözü bu Şamanist kültlerinin 12. yüzyılda dahi popüler olduğunu ortaya koyuyor.

Bunun yanı sıra Türk mitolojisinin en enteresan tarafı tanrılar ve mitolojik yaratıklarla iletişim kuran insanların şamanlar olması ve ilk şamanların kadın olmasıdır. Kadınlar birçok mitosun aksine Türk anlatılarında Huban Arığ ve Ah Çibek Arığ gibi şövalesk savaşçılar olarak ortaya çıkarlar, tanrılarla kavga eder ve devletler yönetirler. Bu durumun başlıca sebebi Ana tanrıça kültününün Türklerin Sibirya ormanlarında yaşadıkları dönemden bu yana belleklerinde büyük bir iz bırakmış olmasıdır. Kadınlar yaşam yaratan, ölen insanların ruhlarını hayat ağacına taşıyan ve halkının düşmanlarına karşı savaşan Ana tanrıça Umay’ın doğrudan uzantısı gibi görülürlerdi. Okurlar Türk mitolojik evreni, tanrıları ve kahramanları hakkında detaylı bilgiyi ve kaynakçayı Türk mitolojisi atlasında bulabilirler.

Bayanay. C: Bartu Bölükbaşı

– Uzun yıllardır seni bir çizer olarak bildiğimiz için, bu atlasın daha çok Türk mitolojisindeki karakterlerin tasvirleri üzerine olduğunu düşünmüştük. Fakat müthiş çizimlerin yanısıra beklediğimizden çok daha fazla bilgi bulduk. Kitapta birçok akademik kaynaktan yararlanmışsın. Bu kaynaklardan bazıları Tibetçe, Sanskritçe gibi diller. Bu kaynaklara ulaşma ve okuma süreci nasıldı?

Türk mitolojisinin iki temel eseri Bahaeddin Ögel ve Emel Esin’in araştırmalarıdır desem yanlış olmaz. Uzun süre bu kaynakların papağan gibi tekrar edilmesi dışında dişe dokunur çok az araştırma yapılmış. 1980 sonrası Türkiye’de Eski Türk kültürü araştırmaları doğrudan İslamcı ekolün denetimine verildiği için araştırmaların siyasi propaganda dozu yüksek ve hamasi içeriği yoğundu. Bilimsel bilgi üretiminden ziyade Eski Türk kültürünün İslamla ortak gösterilmesi ve kökeni tarih öncesine giden metafizik bir devlet fetişizmi oluşturma kaygısı güdülerek müthiş çarpıtmalar hatta yer yer psuedo-tarihçilik yapılıyordu.

Şimdi bu tip eski hastalıklardan muzdarip olmayan yepyeni bir araştırmacı nesli var. Hayrettin İhsan Erkoç, Hatice Şirin, Sergen Çirkin, Selcen Küçüküstel gibi araştırmacılar kendi alanlarında blimsel esaslara bağlı kalarak çok somut veriler üretiyorlar. Ben daha çok bu yeni araştırmacıları ve Türk mitolojisi hakkında en sağlam kaynakları kaleme alan Radloff, Harva, Anohin, Potapov, Klaştornıy, Verbitskiy, Katanov gibi Rus bilim insanlarını baz alıyorum. Sanskritçe, Palice ve Tibetçe kaynaklara Türk mitolojisi üstündeki muazzam Budist etkiyi farkettiğimde yöneldim. Bardo Todol, Abhidharmakosa, Majjhima Nikaya gibi kaynakların ingilizce çevirilerini kullandım.

Söz konusu Budist etki o kadar güçlü ki 9-19. yüzyıllar arası Türk Şamanizmi ve Budizm bir simbiyoz oluşturacak halde iç içe geçiyor ve birbirlerinin içinde eriyorlar. Maaday Kara gibi kapsamlı Türk destanlarında anlatılar tümüyle Budist motiflerle bezeli durumda. Bu sebeple akademik bakımdan Budizm tümüyle özümsenmeden Türk mitolojisi anlaşılamaz. Aynı şekilde Türk mitolojisinin yapısal bakımdan en yakın akrabası Japon mitolojisi (Şinto), motif bakımdan en büyük ortağı ise özellikle Ruslarınki olmak üzere Slav mitolojisidir. Boş hamasetle kavranamayacak kadar köklü ve çok kültürlü motiflere sahiptir Türk mitosu. Bu yüzden başta Asya mitosları olmak üzere dünya mitolojileri ile karşılaştırmalı ele alınmaksızın kesinlikle anlaşılamaz.

– Türk mitolojisi konusunu çalışırken seni en çok zorlayan şey ne oldu? Mesela gerekli bilgilere rahatça erişebildin mi? Bir konu üzerine çalışırken kaynak konusunda tıkandığın oldu mu?

Yıllar içinde çok geniş bir arşiv oluşturduğum için tıkanıklık yaşadığımı söyleyemem hatta 19. yüzyıl memoratlarını incelerken enteresan biçimde parça pinçik, az malzemeli bir mitolojiyle uğraştığımı düşünürken muazzam anlatılara sahip oldukça geniş bir mitolojiyle karşılaştım. Öyle ki, bugün kültür endüstrisinde çok popüler olan Kelt mitolojisinden çok daha fazla maddi kaynağı var Türk mitolojisinin. Fakat bugüne dek Avrupa’da olduğu gibi mitolojik ilhamla gerçekleştirilen operalar, yağlı boya tablolar, heykeller ve mimari eserler olmadığı için kültürel alana hiç çıkamamış.

Sanırım başlangıçta en zoru Türkleri Türk mitolojisinin ilgilenmeye değer, zengin ve göz kamaştırıcı bir dünya olduğuna ikna etmek oldu. Atlası yayınlamadan önce çevremde çok büyük bir özgüvensizlik ve meraksızlık vardı, şimdi durum tam tersi. Dünyanın hiçbir yerinde eşi benzeri olmayan müthiş bir ilgi ve takdir görüyor Türk mitolojisi atlası, bu yüzden çok mutluyum. Şu anda Türklerden başka kendi mitolojisine bu kadar özlem duyan bir halk olduğunu düşünmüyorum.

Erlik Han. C: Bartu Bölükbaşı

– Türk mitolojisindeki karakterler daha önce hiç resmedilmiş mi? Eğer resmedildiyse en erken tasvirlerine ne zaman rastlıyoruz? Sen bu karakterleri resmederken dikkate aldığın şeyler nelerdi?

Binlerce yıl önceki Saymalıtaş kaya resimlerinde ilk kozmolojik imgeler bulunabilir. Çin kayıtlarında Türk mitolojisine ve inançlarına dair bolca referans bulsak da burada bahsedilen mitolojik varlıkları en azından 19. yüzyıla dek görsel kayıtlarda nadiren görüyoruz. Elbette Artuklu-Selçuklu sanatında Tanrıça Umay’ın izleri devam ediyor, bazı Göktürk fresklerinde Yaşar Çoruhlu hocamızın işaret ettiği üzere Gök Tanrı ve Umay’a ait imgeler var fakat çok sınırlı. Bu sadece bize özgü değil Moğollar, Slavlar ve Keltlerde de Grekler ve Hintliler kadar görsel eser yok. Bu durum toplumların içinde bulunduğu üretim ilişkilerinin bir yansıması. Bu toplumlar üretim fazlası biriktirip profesyonel sanatçılar yetiştirebilen kentli ve uygar halklar olmadıklarından mitolojik algılarını büyük oranda görselleştirerek değil ritüelle, müzikli-sözlü anlatılarla ve masallarla yaşatmışlar.

Dolayısıyla birkaç yetersiz örnek hariç Türk mitolojisi atlasını resimlemeye giriştiğimde önümde hiçbir öncül yoktu diyebilirim. Hatta ne yazık ki ortadaki görseller bu alana meraklı insanlar üstünde olumludan çok olumsuz etki yapıyordu. Ben tasarımlarımda üçte bir oranında arkeolojik-etnolojik verilere dayanıyorum. Geri kalanını kendi fantastik tasarım zevkim ve küresel konsept tasarım trendlerini içerecek şekilde belirliyorum. Bunu belirttiğim halde bazı kasabalı zümreler beni tarihsel materyallere uygun çizmemekle itham edebiliyorlar fakat zaten söylediğim gibi benim amacım müzecilik yapmak değil. Müzede rekonstrükte edilecek kurgan materyalleri çizimlerini Mihail Gorelik zaten layıkıyla yapmış. Benim amacım bu materyallere kendi yorumumu ve evrensel tasarım standartlarını da ekleyerek Witcher III, God Of War, Vikings, Age Of Mythology gibi popüler kültür ürünleri üretebilmek.

Kültürümüzün uluslararası alana çıkışı ancak bu yöntemle mümkün, yoksa bu endüstride kimse kimsenin bin yıllık mezarından çıkan basit bir bronz kaseyi merak etmiyor. Bir de çizimlerimde Kadın karakterleri 8. yüzyıl Arap ahlakına göre çizmemiş olmam hatta seksi, güçlü ve karizmatik kadınlar çizmem bu kesimleri müthiş rahatsız ediyor. Kadını eve kapatıp çocuk doğurtma, temizlik ve yemek yaptırtma, kamusal alandan ve siyasetten uzak tutma programlarına zarar veriyor bu tip görseller. Fazla meydan okuyucu geliyor onlara. Yapacak bir şey yok, Arap kadınlarıyla kıyaslandığında dönemin Türk kadınları gerek cinsel gerek kültürel  ve siyasi bakımdan hayli özgürlerdi. Bu tarihi özgürlüğün bilinmesi günümüzdeki Kadın özgürlüğü açısından da önemlidir. Buna ek olarak kadın kahraman çizimlerimin birkaç kasabalı muhafazakar erkeğin aksine kadın takipçilerim tarafından hayli beğenildiğini ve takdir edildiğini eklemeliyim.

– Geçtiğimiz yıllarda Bilecik’te Osmanlı’nın kuruluş yıllarında uç beyi İsa Sofi adına inşa edilmiş türbede İslam öncesi muhteşem çizimler ortaya çıktı. Bu da İslam’a geçilmesine rağmen toplumda, hatta üst düzey yetkililerde bile eski inançların devam ettiğini gösteriyor. Senin bu geçiş sürecine dair değerlendirmelerin nasıl?

Türklerin İslamla ilk karşılaşması savaş şartlarında oldu. Müslüman Araplar ve Türkler(Yahudi Hazarlar, Şamanist Türk kağanlığı ve Budist Türkşahiler örneğinde olduğu gibi) neredeyse iki yüz yıl boyunca savaştılar. Kuteybe zamanında Türklere yönelik müthiş katliamlar ve tecavüzlere girişildi. Şamanist Türk kadınları ve çocukları köleleştirilip Arap pazarlarında satıldı. Tapınaklar yağmalandı, ele geçirilen çocuklar köle askerler olarak devşirildi, din değiştirmeleri sağlandı ve Abbasi-Samani devirlerinde bizzat kendi halklarına karşı savaştırıldılar. Türklere yönelik Arap saldırıları Müslüman vakanüvis Taberi tarafından uzun uzadıya anlatılmıştır. Buna karşın 10. yüzyıldan itibaren İslam Batı Türkistan coğrafyasında tutunmayı başardı ve Batı Türkleri yüzyıllara uzanan bir süreçte ekonomik parametreler aracılığıyla tepeden tabana doğru adım adım İslamlaştılar.

Bu süreçte Türklerin yaşamakta olduğu Şamanizm, Budizm ve Manicilik farklı kılıklar altında İslamla bütünleşerek Türklerin özgün İslam yorumunu ortaya çıkardı. Hünkar Bektaş-ı Veli, Geyikli Baba, Barak Baba, Babailer örneklerinde gördüğümüz gibi Arap İslamından oldukça farklı bir pratik Anadolu Türkleriyle beraber bu topraklarda tutunmuş oldu. Haydarilik, Melamilik, Kalenderilik, Cavlakilik gibi akımlar bunlara örnektir. İsa Sofi türbesinde gördüklerimiz de binlerce yıllık Türk Şamanizminin motiflerinin İslam altında yaşatıldığını gösteriyor. Anadolu Aleviliği-Kızılbaşlığı özgün Türk motiflerini bugün dahi yaşatmaya devam ediyor. 

Bokholdai. C: Bartu Bölükbaşı

– Sence eski Türk inancının günümüze yansımaları neler?

Türk Şamanizmi Hakaslar, Dukhalar ve Yakutlar gibi Sibirya Türkleri arasında günümüzde dahi yaşatılmaya devam ediliyor. Rusya federasyonu bu toplulukları ‘’Şamanist’’ olarak tanımlıyor ve inançlarını resmi statüyle tanıyarak koruma altına almış durumda. Doğu Türkleri bu durumdayken Batı Türkleri olan bizler arasında Tengricilik adı altında dirilme emareleri gösteriyor. Yakın zamanda ‘’Burhi’’ rumuzuyla bilinen avukat dostum Burhanettin Mumcuoğlu kimliğindeki din hanesine ‘’Tengri’’ yazdırarak Türkiye’de resmi olarak Türk Şamanizmine inandığını beyan eden ilk yurttaş oldu. İktidar kademesinde bunun bir panik yarattığını ve işlemi gerçekleştiren memurlardan savunma istendiğini duyduk. Diyanet araya girerek sanki yetkisi varmış gibi böyle diye bir din olmadığını ilan etti. Bunlar acizce çırpınışlar. Türk Şamanizmi de Türk mitolojisi de şu anda rönesansını yaşıyor.

Siyasal İslamcı akım son 20 yılda cumhuriyet önderlerini ısrarla hedef alarak, anayasadan Türk kimliğini çıkarmaya çalışarak, ülke ekonomisini harabeye çevirerek, on milyon kaçak göçmeni zorla ülkeye sokarak laik Türk kamuoyu üstünde müthiş bir tiksinme hali yarattı ve insanlar ulusal kimliklerine sahip çıkışlarını eski Türk kültürünü benimseyerek gösteriyorlar. Toplum silinen belleği yavaş yavaş geri kazanmaya başladı, bunun geri dönüşü yok. Türk mitolojisi atlasının iki ayda iki baskı tüketmesi de bunun bir göstergesi elbette. Önümüzdeki süreçte eski Türk dini Rusyadaki Rodnovery, Britanyadaki Druidry ve İskandinav ülkelerindeki Asatru inancı benzeri neo-pagan bir düzlemde yeniden yapılanacak ve bir daha silinmemek üzere kamuoyunda yer edinecek.

– Günümüzde Türk mitolojisi hakkında pek bilinmeyen ama mutlaka bilinmesi gerekir dediğin anekdotların var mı?

Anekdottan ziyade bazı klişelerin yıkılması lazım. Türk mitolojisi denince bugüne dek akla sadece ergenekon destanı geliyordu. Bu yüzden az sayıdaki kültürel eserlerimizde sığ bir bozkır ve kurt fetişizmi aldı yürüdü. Halbuki Türk mitosuna en büyük damga vuran coğrafya bozkır değil Sibirya taygasıdır. En eski çağlardan beri Türkler arasında popüler olan başlıca hayvan ise kurt değil geyik, dağ keçisi ve attır. Şiddetli soğuk, sık ve karanlık ormanlar, tepesi göğü delen Çam ve Kayın ağaçları, sulak mağaralar, tekinsiz bataklıkları mesken tutan mitolojik yaratıklarıyla Türklerin evreni bir makro orman sahnesidir. Burada sadece kurtlar değil ayılar, kartallar, balıklar ve ördekler de bulunur. Mitolojik yaratıklar sık sık hayvan kılıklarına girerler ve hayvan ırklarının kendi kağanları bile vardır. Aynı biçimde Türk mitolojisi dendiğinde akla sadece mızrağını güneşe doğru savuran Oğuz Kağan gibi alfa erkekler gelmemeli, başta dağ, ateş, ırmak ve orman iyeleri olmak üzere doğa ruhları çoğunlukla güzel kadınlar formunda ortaya çıkarlar, Ana tanrıça motifinin bizim mitosumuz üstünde büyük bir belirleyiciliği var, çok sayıda Kadın kahramanımız var, bu sebeple kültürel eserlerimizi oluştururken klişelere düşüp mitolojimizi kendi bütünlüğü içerisinde aktarmayı başarmamız lazım.

Umay. C: Bartu Bölükbaşı

– Sence Türk Mitolojisi Atlası’nın önemi ne? Nasıl bir açığı kapatıyor? Senin için nasıl bir anlam taşıyor?

Atlas şu ana dek yapılmayan bir şeyi yapıyor ve Türk mitolojini hamasi olmayan bir düzlemde dünya mitolojileri ile karşılaştırarak ele alıyor, dahası Sibirya’dan Adriyatike dek geniş bir sahada dağınık biçimde bulunan Türk mitosunun parçalarını birleştirip sistematize edecek bir yorum getiriyor. Bu yorum sayesinde eserin Türk mitolojisini tekil ve homojen hale getirerek ileride yapılacak her türden kültürel eserin önünü açmasını amaçlıyorum. Özellikle de müzik, fantastik romanlar ve oyun sektörü için. Ham eser üretimi yeterince yapıldı. Bu noktadan sonra mitosumuzu daha kapsamlı hale getirecek yorumların artması gerektiğini düşünüyorum. En önemlisi de Atlasın ingilizce versiyonu ile seneye uluslararası pazara çıkarak Türk mitolojisini tüm dünyaya tanıtacak olması.

– Türk mitolojisi hakkında okuma yapmak isteyen kişiler için birkaç anahtar kaynak önerisi verebilir misin?

Elbette. Yaşar Çoruhlu’nun Türk mitolojisinin kısa tarihi kitabı en iyi giriş kitabıdır, Hayrettin İhsan Erkoç, Seçkin Sarpkaya ve Sergen Çirkin’in tüm eserleriyle makalelerini okusunlar. Uno Harva’nın Altay panteonu adlı çalışması, Emel Esin’in Türk kozmolojisine giriş adlı eseri ileri düzey okumalar için önemli. Türk mitolojisini bir sistem olarak okurun zihninde üç boyutlu biçimde inşa etmesi için ise kendi kitabım olan Türk mitolojisi atlasını öneriyorum. Üçüncü baskının ön siparişi ekim ayı içinde Presstij yayınevinin sitesinde açılacak. Şimdiden herkese keyifli okumalar.

Arkeofili editöryel servisi. İletişim: arkeofili@gmail.com

You must be logged in to post a comment Login