Tollund Adamı’nın yüzündeki kırışıklıklar, 2.200 yıldan daha uzun süre önce ölmüş olmasına rağmen hala gözle görülebilir durumda. Danimarka’daki yosunlu sulak alanlar, organik maddeleri korumak için oldukça ideal olması nedeniyle adamın bedenini mumyaladılar, bu da arkeologlara uzak geçmişimiz hakkında olağanüstü bir kapıyı araladı.
Yine de son zamanlarda İsveç’te benzer bir bataklıkta yapılan bir kazı, bu mükemmel koşulların ve yüzyıllardır korunan onca bedenin, kemiğin ve diğer organik kalıntıların son derece hassas olduğunu gösterdi.
Bulgular, uzun süreli koruma sağlamak amacıyla kazıdan kaçınılması ve eserlerin olduğu gibi toprakta bırakılmasıyla ilgili arkeolojide uzun zamandır bulunan bu ilkenin en azından bazı sulak alanlar için yeniden değerlendirilmesi gerektiğini öne sürüyor.
“Anekdot niteliğindeki kanıtlar, turba bataklıkları gibi sulak alanlarda yapılan kazılardaki kalıntıların durumlarının gittikçe kötüleştiğini uzun zamandır gösteriyor.”
(2000 Yıllık Bataklık Cesetleri Hala Gizemini Koruyor)
Bu sözler, College Cork Üniversitesinde sulak alan arkeoloğu olan Benjamin Gearey’e ait. Kendisi bu çalışmada yer almıyor. Örneğin, kemik bozulması kuzey İngiltere’de bir arkeolojik alan olan Star Carr’da belgelendi. Ancak dokunun ne kadar yayıldığını ve çürümenin ne hızda gerçekleştiğini bilmek oldukça zordu.
“Ageröd, İsveç’in güneyindeki bir turba bataklığı, burada 8.000 yıldan daha uzun zaman önce görülen Mezolitik kültürden kalma kemikleri, boynuzları ve diğer eserleri tutan bu bataklık bir turbadaki düşüş hızını ölçmek için iyi bir yer.” diyor Adam Boethius. Kendisi Lund Üniversitesinde bir arkeolog.
Boethius ve ekip arkadaşları 1940’larda ve 1970’lerde bataklıktan çıkartılmış kemikleri, 2019’da yeni çıkarılan kemiklerle karşılaştırdılar ve Lund Üniversitesi Tarih Müzesi’nde sakladılar. İyi korunmuş, parlak ve çatlaksız olanlardan aşınmış yüzeyli ve soluk olana kadar her bir kemiği tek tek aşınma derecelerine göre puanladılar.
2019 kazısından çıkartılan kemikler puanlama sistemini çökertecek kadar kötü durumdaydı. Bazı kemikler dış katmanının yarım santimetreden daha fazlasını kaybetmişti. Kalıntı bulmayı bekledikleri alanın diğer yerlerinde de hiçbir kemik çıkmamıştı. Bu da onların tamamen çürümüş olduğunu gösteriyordu. 2019 kazısındaki en iyi korunmuş kemikler neredeyse 1970’lerdeki en kötü korunmuş kemiklerle aynı durumdaydı.
Bozulma, 1970’lerde çoktan baş göstermişti. Bu kazılardaki kemikler, 1940’lardaki kazılardan elde edilen kemiklerden daha fazla aşınmıştı. Dahası, 2019’da görülen örüntünün aynısı burada da oluştu. 1970’lerde korunan en iyi kemikler, 1940’lardaki en kötü korunan kemiklerle aynı durumdalardı.
Araştırmacılar, suçlunun ‘oksijen’ olduğunu söylüyorlar. El değmemiş turba bataklıklarının yosunlu yüzeyinin altında hapsolan organik malzeme oksijenden mahrum kalır. Kazı yapıldığında ortama sülfürik asit üretmek için gömülü olan demir sülfit ile etkileşime giren oksijen gelir. Bu durum da ortam için oldukça zararlı olan ve normalde bitkileri veya kemikleri bozabilen mantarlar ve bakteriler üretir. Bir diğer etken ise tarım. Tarım faaliyetleri sulak alanı yavaşça kurutur ve koruyucu yüzeye hasar vererek içeriye oksijen girmesine sebep olur.
“Büyük olasılıkla tüm bölgedeki yeraltı suyu daha asidik bir hale geldi,” diyor Boethius. Bu da kemiklerin sonuna kadar ıslandığı anlamına geliyor. Islak katmanlar hızlıca yok olmaya mahkumdurlar. İklim değişikliğinden kaynaklı olarak sürekli artan şiddetli hava değişimi olayları da -kuraklık ve sel dâhil- aynı oranda problem üretebileceğini de söylüyor.
“Çalışma ‘iç karartıcı’ ve Avrupa boyunca olan sulak alanlardaki ‘yeri doldurulamaz organik arkeolojik kalıntıların dehşet kaybını’ gözler önüne sürmekte.” diyor Gearey. Bu durum ayrıca, araştırmacılar için korumayı ve çürümeyi daha iyi anlamanın ne kadar önemli olduğunu gösterir. “Ek olarak zemindeki kalıntıları korumak için varsayılan strateji hakkında sorular ortaya çıkarır.” diyor Reading Üniversitesi’nde arkeolog olan Martin Bell.
Gearey, “Eğer onu toprağın içinde koruyamıyorsan, kazıp çıkarmalısın,” diyor. Sulak bölgelerin durumunun iyi anlaşılmaması ve yeterince takip edilmemesi, Boethius için Ageröd gibi yerlerdeki hazineyi toprağa bırakmak için yeterli bir sebep değil. “Hemen şimdi kazmamız lazım,” diye belirtiyor. “Eğer 10-20 yıl beklersek her şey gitmiş olacak.”
Science Magazine. 29 Temmuz 2020.
Makale: Boethius, A., Kjällquist, M., Magnell, O., & Apel, J. (2020). Human encroachment, climate change and the loss of our archaeological organic cultural heritage: Accelerated bone deterioration at Ageröd, a revisited Scandinavian Mesolithic key-site in despair. PloS one, 15(7), e0236105.
You must be logged in to post a comment Login