Hititler tanrıların bakımı ve beslenmesi konusunu çok ciddiye alıyorlardı ve bunun için günümüzdekilere benzer şekilde hayvan kurban ediyorlardı.
Eski Yakındoğu’da kabul gördüğü biçimiyle genel olarak kurban, tanrının veya tanrıların beslenmesi anlamına geliyordu. Dönemin inancına göre, insanlar ancak tanrıları besleyerek onların gücünden yararlanabilir ya da bu gücün korkunç etkilerinden korunabilirdi. Tanrıların da insanlar gibi yemeye ve içmeye ihtiyaçları vardı. Bu ihtiyaçlarını ise insanlardan talep ediyorlardı.
İnsanla tanrı arasındaki ilişki köleyle efendisi arasındaki ilişki gibiydi. Köle efendiyi memnun edip, ihtiyaçlarını karşıladığı sürece efendi de kölesine iyi davranır, onu koruyup kollar, aksi takdirde onu yıkıma sürüklerdi. Tanrıların insanları koruyup kollaması için ise insanların onlara eksiksiz bir şekilde yiyecek ve içecek sunmaları gerekirdi.
(İlgili: Eski Medeniyetlere Ait 5 Farklı Kurban Ritüeli)
Hititlerdeki kurban uygulamaları da bu mantık ile benzerdi. Bununla birlikte Hititlerde kurbanın sunuluş biçimleri oldukça değişkenlik gösteriyordu.
Tanrıların ihtiyaçları için Hitit egemenliği şart
Hititler tanrıların bakımı ve beslenmesi konusunu çok ciddiye alıyorlardı. Üzerlerine aldıkları sorumluluğu kendilerinden başka hiç kimsenin en iyi şekilde yerine getiremeyeceği konusunda tanrılara güvence veriyorlar ve tanrıların ihtiyaçlarının karşılanması için Hitit egemenliğinin mutlak olması gerektiğini ima ediyorlardı.
Bu iddialar ve Hititler için kurban sunmanın altında yatan iktidar hırsı için en güzel örnek, MÖ 15. yüzyılda İmparatorluk Dönemi’nin ilk krallarından I. Arnuwanda (MÖ 1420-1400) ve kraliçe Asmunikal tarafından yazdırılmış duada görülebiliyor. Bu duada kral çifti, kuzeydeki Gaškalar tarafından ele geçirilen kült merkezlerini kaybetmekten duydukları üzüntüyü dile getiriyorlar: “Bu yüzden, bu topraklarda artık hiç kimse sizin adınızı anarak dua etmeyecek, tanrılar. Hiç kimse sizin için günlük, aylık ve yıllık kurbanları sunmayacak. Hiç kimse bayramlarınızı ve törenlerinizi kutlamayacak.” Bu dua, düşman sınırları içindeki kült merkezlerine sunuların gönderilmesi sözü ile bitiyor.
Kanlı kurban, kansız kurban, yakma kurban
Hititlerin kurban uygulamaları hayatın farklı yönlerine uygunluk gösterir şekilde çeşitliydi. Kurban nerede, ne zaman veya hangi niyetle yapılırsa yapılsın temelde üç türü kapsıyordu: kanlı, kansız ve yakma kurbanlar. Kansız kurbanlar genel olarak ekmek ve içki kurbanlarıydı. Kanlı kurbanlar ise doğal olarak yenilebilir evcil hayvanlardı. Ancak zaman zaman tanrılara sıra dışı bazı kurbanlar da sunuluyordu. Bu tür kurbanların içinde eti yenmeyen köpek ya da at gibi hayvanlardan başka çok nadir olarak insan da yer alabiliyordu. Hem kanlı hem de kansız kurbanların törene katılanlarca asla tüketilemeyeceği çok özel uygulamalar da gerçekleştirilebiliyordu. İşte bu özel durumlarda kurbanlar yakılıyordu Yakma kurbanlarda en çok kullanılan canlı kurbanlar kuşlardı.
Hayvan kurbanı nasıl yapılırdı?
Bayram törenlerinde veya cenaze törenlerinde içki kurbanı, “tanrıyı içme” ve ekmek kurbanı seremonilerinden sonra ziyafet başlıyordu. Ziyafetin ana yemeği etti ve et, kurban edilmiş bir hayvanın tanrıya sunulmuş olan parçalarından geriye kalanlar anlamına geliyordu.
Yeraltı tanrılarına sunulan kanlı kurbanların etlerinin ise ritüele katılanlarca tüketilmesi mümkün değildi. Kesilen bu hayvanlar murdar kabul edildikleri için yenemezler ve bütünüyle yeraltı dünyasının hizmetine gönderilirlerdi.
Özellikle bayram törenleri için hazırlanan kurbanlık hayvanlar sayıca çok fazlaydı. Büyük bayram törenleri için yüzlerce hatta binlerce koyun ve nispeten daha az olmakla birlikte çok sayıda büyük baş hayvanın hazırlandığı metinler sayesinde biliniyor.
Ceylan, geyik, leopar, ayı ya da yılan gibi vahşi hayvanların kurban edildiğine hemen hemen hiç rastlanmıyor. Köpek, eşek, at veya çeşitli kuş cinslerini içeren ve yenilmeyen bazı hayvanlar ise ancak çok özel durumlarda kurban edilirlerdi.
Hitit metinlerine baktığımızda genellikle tanrılar için erkek, tanrıçalar için ise dişi hayvanların kurban edildiği görülüyor: örneğin Hepat veya Güneş Tanrıçası için bir inek tercih edilirken, öküz veya koç Fırtına Tanrısı’na özgü kurbanlar olarak biliniyor.
Siyah veya koyu renkli hayvanların yeraltı tanrılarına, açık renklilerin ise göksel tanrılara kurban edildiği dikkat çekiyor. Örneğin Yeryüzünün Güneş Tanrıçasına yapılan bir çağırma ritüelinde bu tanrıçaya biri siyah ikisi beyaz üç koyun kurban edilmişti ki, siyah olan onun yeraltı güneşi görüntüsüne, beyazlar ise yerüstü görüntüsüne takdim edilmişti.
Bütün bunların yanında kurbanlık hayvanın niteliği de büyük ölçüde önem taşıyordu. Örneğin açık renkli ve parlak hayvanlar, herhangi bir bedensel kusuru olmayanlar ve çiftleşmeyi gerçekleştirmemiş olanlar tercih edilmekteydi. Özellikle de yeni doğmuş hayvanlar en nadide kurbanlıklardı.
Törenler tapınağın içinde gerçekleştirilebildiği gibi bazen de yerleşim yerinin dışında, bu iş için tesis edilmiş mekanlarda gerçekleştirilebilmekteydi.
Kurbanın gerçekleşeceği yer (ister dışarıda ister içerde) ve zaman (sabah, öğlen, akşam veya gece) önemliydi. Kurbanların sayısı da belirli görüşü yansıtıyordu: buna göre sıkça üç, yedi, dokuz, on iki veya otuz kurbanlık kurban ediliyordu.
Kesim öncesinde kurbanlık hayvanlar kesim alanına getiriliyordu. Kurbanlık hayvanların bakımından ve kurban edilmek üzere seçilmelerinden her zaman tapınağa bağlı çobanlar (Sümerce LÚSIPA, Hititçe weštara) sorumluydu. Tanrı için ayrılmış hayvanların tapınağa ya da kesim yerine sevk edilmesi sırasında besili hayvanları daha zayıf hayvanlarla değiştirmek ölüm cezasını gerektiren bir suçtu. Tanrıya adanmış hayvanların kutsiyetinin ne derece yüksek olduğu buradan da anlaşılıyor.
Kurbanlık hayvanlar kesim yerine getirildikten sonra temizleniyor ve takılan takılarla süsleniyordu.
Kurban törenlerini farklı rahipler, kraliyet çifti, kral veya kraliçe yalnız olarak, prens veya bir diğer “kurban sahibi” gerçekleştirebiliyordu. “Uzaktan” da gerçekleşebilecek olan ve büyük önem taşıyan “eli kurbana dokundurma” töreni, kurbanı kimin sunduğunu gösteriyordu.
QATAM dāi, yani “eli dokundurma” jestini yapan kişinin hangi kurban töreni olursa olsun –içki, ekmek veya hayvan- bu hareketten sonra kurbanı bizzat gerçekleştirmesi söz konusu değildi. El dokunduran kişi hiyerarşik olarak üstün konumdaydı ve bir bakıma kurban etme için emir vermiş sayılırdı. Bu hareketi İslam dinindeki kurban törenlerinde, kurbanı Allah’a adayan kişinin kesim işi için kasaba yetki vermesi ile benzeşiyor.
Hareketin kendisi QATAM dāi- fiiliyle tanımlansa da, bu aslında bir takdis işlemiydi ve derin bir anlamı vardı. Takdisi gerçekleştirecek olan önce tanrı heykeli önünde saygıyla eğilir, sonra kurbanlık hayvanının üzerine elini dokundurur, bazen de başından aşağı kutsal kabul edilen bir sıvı dökerdi. Bu sıvı su veya şarap olabildiği gibi bazen de bir temizlik maddesi olarak tanımlanan tuhhueššar’dı.
Takdis töreni sona erdikten sonra hayvan öldürülürdü. Ama daha önce tanrı heykelinin bulunduğu tapınaktan dışarı çıkartılır veya tören tapınak dışında başka bir yerde gerçekleştiriliyorsa öldürüleceği kesim yerine sürülürdü.
Hayvanların kurban yerine sürülmesinden ve hazırlanmasından sonra kesim işlemi başlıyordu. Kesim işlemi genellikle bir sunak veya huwaši taşında bu işten sorumlu rahip, aşçı ya da kasap tarafından gerçekleştiriliyordu. Bu görevliler tapınağın mutfak personeli arasında yer alıyor olmalıydı.
Bazı durumlarda kesilmeden önce kurban hayvanının alnına bir darbe indirilir ve hayvan bu sayede uyuşturulurdu. Özellikle sığır gibi büyükbaş hayvanlar için bu uygulamanın gerekli olduğu görülüyor. Büyük olasılıkla uyuşmuş haldeki hayvanın direnç göstermeyeceği düşünülüyordu. Örneğin AN.TAH.ŠUMŠAR bayram töreninin 11. gününde aşçı, taş baltayla koyunun başına üç kez vurur ve daha sonra kafasını keserek onu kurban ederdi.
Hayvanın öldürülmesinden sonra etleri parçalanıp, iç organları çıkarılırdı. Son olarak da kurban eti pişirilir veya kızartılır/ızgara yapılırdı.
Bu sırada tanrılara çiğ veya pişmiş olarak sunulacak olan ve kurbanlık hayvanın iç organlarından oluşan –kalp ve karaciğer öncelikli yere sahip- en değerli parçalar ayrılır; tanrı heykelinin huzurundaki taşınabilir kurban masalarının ya da sunakların üzerine yerleştirilir; geri kalanlar da törene katılanlara kutsal ziyafette yemeleri için görevlilerce dağıtılırdı.
Çiğ etlerin tanrılara sunulan kurbanlık etler arasında daha çok tercih edildiği görülüyor. Çiğ etin daima sunulan hayvanın canlı bir biçimini yansıttığına inanılıyordu.
Kurbanlık hayvanın iç organları ve eti bol olan göğüs ve kürek kemiği gibi parçaları tek bir tanrıya takdim edildiği gibi, birden fazla tanrı veya tanrıçaya da takdim edilir ve aynı zamanda tapınağın kutsal yerlerine yerleştirilirdi.
Kesim işlemi doğrudan doğruya kurbanlık hayvanın boynu hedef alınarak gerçekleştirilirdi. Boyundaki atar damar yarılarak kanın hızla akışı sağlanırdı. Kurbanın asil sahibi sembolik olarak kurbanlık hayvanın auli-sine elini dokundurur ve aşçılar bu el vermeden sonra kurbanlık hayvanı keserlerdi.
Kurbanlık hayvanın kanının ne kadar önemli olduğu, kesimin kanın fışkırarak aktığı boyun bölgesinden başlatılmasından anlaşılıyor. Bu durumda kanın nereye aktığı veya kesimin nereye doğru yapıldığı da önemli olmalıydı. Çünkü “kesmek” anlamına gelen fiiller kesimin yönünü belirten preposition’lar ile birlikte kullanılıyordu.
Fatma Sevinç. 2007. Hititlerde Ölülere ve Yeraltı Tanrılarına Sunulan Kurbanlar. Ankara Üniversitesi (Doktora Tezi)
You must be logged in to post a comment Login