Troya Müzesi, Avrupa Müze Forumu tarafından verilen ve en saygın müzecilik ödüllerinden olan ‘Avrupa Yılın Müzesi Ödülleri’nde özel ödüle layık görüldü.
Koronavirüs salgını sebebiyle geçen yıl düzenlenemeyen yarışmada 2020 ve 2021 yılı için ödüle değer görülen müzeler YouTube’da çevrim içi olarak ilan edildi. Troya Müzesi 2020 yılı için, Odunpazarı Modern Müzesi de 2021 yılı için “Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülü”nü aldı. Bayburt Kenan Yavuz Etnografya Müzesi de aynı yarışmada “2021 Silletto Ödülü”nü almaya hak kazandı.
18 Mayıs Müzeler Günü kapsamında, Troya Müzesi müdürü Rıdvan Gölcük ile Troya Müzesi’ni ve Avrupa Yılın Müzesi Ödülü’ne giden yolu konuştuk.
Öncelikle biraz kendinizden bahseder misiniz? Hayalinizdeki işin müzecilik olduğunu biliyoruz, peki bu hayal nasıl başladı?
1981 İstanbul doğumluyum. 10 yaşımdayken bugün yaptığım mesleği, müzeciliği, arkeolojiyi yapmayı hayal ettim. 1991 senesiydi, çok net hatırlıyorum. Çünkü Tarık Akan ve Ayşegül Aldinç’in başrollerini paylaştığı bir dizi vardı, “Taşların Sırrı” diye. Tarık Akan, o dizide Koray isimli bir müze müdürünü canlandırıyordu, arkeolog müze müdürüydü. Ve her bölümde bir sırrı çözüyordu, bir mezarın sırrını çözüyordu, bir kentin sırrını çözüyordu. Ben de 10 yaşımda karar vermiştim, ben de müzeci olacaktım, arkeolog olacaktım. Bir pikap kamyonetim olacak ve tek başıma kazı yapıp, çıkanları da müzede yine tek başıma sergileyeceğimi düşünüyordum. Çünkü o tarihlerde bunun böyle büyük büyük ekiplerin işi olduğunu çok anlamıyordum, bilmiyordum. Dolayısıyla bu meslek benim çocukluk hayalimdi. Çok şükür kahramanım da Indiana Jones değil, Tarık Akan’ın canlandırdığı müze müdürü Koray oldu.
Müzecilik kariyerine nasıl başladınız?
Üniversite dönemine geldiğimde 10 tercih yapmıştım. Bu 10 tercihten 9’u sanat tarihiydi, yani müzede çalışmak istememin bir göstergesiydi ve 1999 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne girdim. 2003 yılında mezun oldum. Bir süre reklam sektöründe ajanslarda çalıştım. Ardından 2007 yılında Muğla Müzesi’nde müze araştırmacısı olarak müzeciliğe başladım.
(Göbeklitepe’yi Yapanlar Kimdi? Prof. Dr. Mehmet Özdoğan Röportajı)
Çok meraklı bir yapım vardır, hep böyleydi. Muğla Müzesi’nde çalışırken de hem bakanlığımızın yaptığı müzeciliği öğrenebilmek, hem de dünyadaki müzeciliği algılayabilmek konusunda çok çalıştığımı söyleyebilirim daha o ilk aylardan itibaren. ICOM’un yayınlarını sıkı sıkıya takip ediyordum. Yine o tarihlerde bizim müzeciliğimizde öne çıkan isimler kimlerdi diye, mesela Nazan Ölçer kült bir isimdi, onu çok duyuyordum, yakından takip etmeye çalışıyordum, hala da çalışıyorum. Oğuz Alpözen ismini çok sık duyardım, Çorum Müze Müdürü Önder İpek, daha tabi pek çok kıymetli müzeci var. Bu isimleri çok yakından takip ediyordum. O tarihlerde de işte 1997 yılında Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin aldığı Avrupa Yılın Müzesi Ödülü’nü gördüm, onu öğrendim. Sonra hangi müzelerin bu ödülü aldığını incelemeye başladım. Bu ödülü alan müzeleri incelemeye başladım. Tabii dünyada aynı anda tüm coğrafyalarda aynı müzeciliğin yapıldığını söylemek zor. Bunlar birbirinden farklı gelişmişlik seviyelerinde. Bunları yakından tanımaya çalıştım o tarihte.
Kocaeli Müzesi’nde ne gibi çalışmalar yaptınız?
2009 yılında Kocaeli Müzesi’ne tayin oldum. Orada yaklaşık 10 yıl geçirdim, bunun yarısı uzmanlık, yarısı da idarecilik olarak geçti. Tabii idarecilikle beraber müzecilik konusundaki hayallerimi hayata geçirebilme şansı buldum. Arkadaşlarımızla beraber, o idareciliğin ilk ayında aldığımız bir karar vardı; müze eğitim atölyesi kurmak. Hatta bu konuda önce Türkiye’deki iyi örnekleri ziyaret ettik, ardından müze eğitim atölyesini gerçekleştirdik. Atölyeyi kurduktan kısa bir süre içerisinde Ankara Üniversitesi’nden pek kıymetli Müze Eğitimi Anabilim Dalı hocalarımızdan müze eğitimi formasyon eğitimi aldık. Çünkü arkadaşlarımız çocuklara eğitim verecekler ama bunun için onların da bir formasyondan geçmesi gerekiyordu. Yaptığımız bir projeyle bu formasyondan geçildi. Kocaeli Müzesi Eğitim Atölyesi kitabı yazıldı ki bu çok önemli bir husustu. Bir süre sonra da müzeye, bu eğitim atölyesine gelemeyen çocuklar olduğunu fark ettik ve biz okullara bir gezici müze projesi (Bavul Müze projesi) yaptık. Kocaeli Müzesi’ndeki arkadaşımız arkeolog Zuhal Ulkal’ın ve Onur Çoban’ın çok büyük emekleri oldu ve Kocaeli Müzesi 2,5 yıl boyunca okul okul, sınıf sınıf dolaşarak çocuklara müzeciliği, arkeolojiyi anlattılar. “Bulan Kadın” ve “Onaran Adam” ile birlikte. Bulan Kadın Zuhal’di arkeolog, Onaran Adam da Onur’du restoratör. 2,5 yıl boyunca bıkmadan usanmadan çocuklarla buluştular. Bu Türkiye’nin uzun süreli nadir gezici müze uygulamalarından birisi oldu. Hatta okul dışı öğrenme alanlarının geliştirilmesi konusunda UNICEF ile bu proje sebebiyle kısa bir çalışmamız oldu.
Yanı sıra Kocaeli Müzesi’nde olduğum tarihlerde, sualtı arkeolojisine ilgim sebebiyle Sualtı Arkeolojisi eğitimlerimi tamamladım. Bir yandan bakanlıktan arkeolog ünvanına geçtim, bir yandan da kültürel diplomasi konusunda büyük merakım vardı. 2015 yılından itibaren ve yüksek lisansta kültürel diplomasi ve sergiler konusunda bir yüksek lisans tezi yazdım. Yunus Emre Enstitüsü’nün Kültürel Diplomasi Akademisi’ne seçilen, orada 3 ay boyunca diplomasinin en iyi uzmanlarından eğitim alma şansını yakaladım ve o akademide bir üst gruba kaldım. Orada hala akademiyle beraber projeler yürütüyorum. Ana uzmanlık alanlarından birisi de benim için kültürel diplomasi.
Kocaeli Müzesi’nde pek çok kazıya başkanlık yaptım. Bunlardan en önemlisi Nikomedia Batı Nekropolü kazılarıydı, çünkü Nikomedia’nın, en fazla bireye ulaşılan en büyük nekropolüne ait kazıydı. İmparator Diocletianus’un yakın korumasın gibi birçok kişinin mezarını barındıran bir yerdi. Aynı zamanda bu kazı, Kocaeli tarihinde en geniş katılımlı kazı oldu, 10’a yakın üniversite yer aldı.
Sualtı arkeolojisi konusuna geldiğimizde, Karadeniz’deki ve tüm Türkiye’deki aslında, nadir Osmanlı batıklarından birisi olan Kumcağız Batığı’nın tespiti, keşfi konusunda çalışmalarımız oldu. Bu on yıla birçok güzel iş sığdı. Önemli akademik çalışmalar yapıldı bu tarihlerde. Müzedeki her uzmanın kendi imzasıyla çıkmış akademik yayınları oldu. Kimi uluslararası sempozyumlarda, Kocaeli Müzesi çalışmalarına ayrı bölüm kapatıldı. Önemli güzel yıllardı benim için.
Troya Müzesi maceranıza nasıl adım attınız ve Avrupa Yılın Müzesi ödülüne giden yol nasıldı?
2019 yılına gelindiğinde ise planlarımız arasında pek yokken Genel Müdürlüğümüzün takdirleriyle Troya Müzesi’ndeki görevimize başladık. Burada hemen ilk yaptığımız şeylerden birisi, iletişim anlamında müze kanallarını kuvvetlendirmeye çalışmak oldu. Çok kısa bir süre sonra pandemiyle tanıştık. Ciddi bir kriz iletişimi başlattık ve pandemi döneminde sosyal medya canlı yayınlarını yapan Türkiye’deki sanırım ilk kurum olduk. “Biz kapanmadık yeni bir kapı açtık” mottosuyla, müze kapanır kapanmaz yapmaya başladığımız bir şey olmuştu bu.
2019 Aralık ayında Avrupa Yılın Müzesi Ödülü’nde finale kaldık. 2020 yılı 14 Şubat’ında Türkiye’nin en başarılı müzesi seçildik. Yine ilk kez bir müzenin yapmış olduğu bir webinarı hayata geçirdik. İlkini 2019 yılında fiziki yüz yüze yaptığımız 1. Troya sempozyumunun ikincisini online olarak webinarını gerçekleştirdik. Bu arada müzenin beş yıllık stratejik planını hazırladık. Yani Troya Müzesi’nin 2023 yılında, 2024 yılında hangi sergiyi yapacağı, hangi bilimsel çalışmalarda ortak olarak yer alacağı beş yıllık planımızda bugün belli.
Troya Müzesi eğitim atölyesinin kurulması konusunda kuvvetli girişimlerimiz var. Müzenin, Müze Eğitim Kiti neticelenmek üzere, inşallah Temmuz ya da Ağustos gibi hayata geçirmek istiyoruz. Bir yandan çok kısa zaman içinde Ankara Üniversitesi Müze Eğitimi Anabilim Dalı ile eğitim atölyemizin kuruluşu için bir arada olacağız. Goethe Enstitüsü ile ortak bir çalışmamız olacak. Haziran ayında Troya kazılarının 150. yılı webinarını gerçekleştireceğiz. Yine 2021’de Troya Kazılarının 150. Yılı geçici sergisini yapacağız. Yine Haziran ayında Opet’le ortak bir sergiye imza atacağız. Geleceğe dair planlarımız oldukça çok.
Avrupa Yılın Müzesi Ödülü’nü kazanmak neden önemliydi?
Biliyorsunuz ki yakın zamanda da 2020 Avrupa Yılın Müzesi Özel Ödülü’nü ülkemize kazandırdık. Finalin açıklanması pandemi nedeniyle 1 yıl gecikti. Ödülü kazanmamız bana kalırsa birkaç yönden önemliydi. Bunlardan biri şu; Troya Müzesi var olana kadar biz hep Avrupa kimliğinin var ettiği, Avrupa kimliğinin yazdığı, çizdiği, sinemasını, bestesini yaptığı, belgeselini çektiği Troya’yı tanıdık. O Troya her ne kadar Çanakkale topraklarında yer alsa da, biz Avrupa’nın anlattığı Troya’yı dinliyorduk ve Avrupa’nın anlattığı Troya hep resmediliyordu, o işleniyordu. Fakat 2018 yılında Troya Müzesi’nin açılmasıyla beraber Türkler ve Anadolu ilk kez Troya hikayesinin bu kadar içine girdiler. Ve bu ödül, Batı’nın ilk kez kendi kimliğini şekillendirdiği Troya’ya değil, Anadolu’nun Troya’sına, Türklerin Troyasına verdiği ödül oldu. Dolayısıyla bu çok anlamlı. Batı Troya’sının dışına taşan bir hadise var, Anadolu’nun anlattığı bir Troya’yı bugün görüyoruz, onu dinliyoruz ve bu anlatı bu ödülü aldı. Bu sebeple önemli.
Bir diğer önemli kısmı şu, ödülü aldığımız yıl 2020 yılı. 2020 yılının dünya tarihinde ve dünya müzecilik tarihinde çok önemli bir yeri var. 2020 yılında müzeler ve ören yerleri kapılarına kilit vurdular. Dünyanın en sert salgın dönemlerinden birisini yaşadık. Müzeler aylarca açılamadı dünyada personelini çıkartmak zorunda kalan müzeler oldu. Finansal sebeple ayakta kalamayıp kapanan müzeler oldu, ayakta kalabilmek için koleksiyonlarını satmak zoruna kalan müzeler oldu. İşte Troya Müzesi bu karanlığın içinde parlayan bir yıldız, bir umut oldu. Dünya müzecilik tarihi açısından da müzeciliğin Oscar’ı olarak tanımlanan bu ödülü, 2020 yılında Troya Müzesi’nin alması bu sebeple önemliydi.
Biz bu zorlu dönemlerde pes etmedik, bir kenara çekilmedik ve müzeciliğimizi geliştirmeye, Troya Müzesi’ni büyütmeye devam ettik. Çünkü biz bu ödülü almadan aylar önce stratejik planımızı kaleme aldığımızda misyon ve vizyonumuzda şunu belirtmiştik; ülkesinde sektöründe öncü bir kurum ve dünyada da iyi bir müze markası yaratmak. Bunu çok tartıştık, acaba bu iddialı mı biz bunu gerçekleştirebilir miyiz diye. Ama biz bunu gerçekleştirebileceğimizi gördük. Çünkü planlarımızı programlarımızı yapıp o hedeflere ulaştığımızı ve oralarda iyi tepkiler aldığımızı gördük. Yazdığımız bu vizyonun, oluşturduğumuz bu misyonun hiç de havada kalmadığını hiç de hayalperest olmadığını bu ödül bize gösterdi. Arkadaşlarımızın teri, gözyaşı, emeğinin karşılığını biz bu ödülle almış olduk, çok şükür.
Müzede çalıştığınız dönem boyunca bu ödülü kazanmak için ne gibi çalışmalar yaptınız? Sizce sizin ve ekibinizin hangi çalışmaları bu ödülün alınmasında rol oynadı?
Aslında burada insanların gördüğü şeylerin büyük kısmı, sadece müze duvarının dışına yansıyanlar. Mesela o projelerden biri Perdeler Açılıyor projesiydi. Troya Müzesi, haftada bir gün, 11:00-16:00 saatleri arasında restorasyon laboratuvarı perdelerini açtı. Ziyaretçilerine açık bir şekilde, ziyaretçilerin önünde şeffaf bir biçimde restorasyon uygulamalarını yaptı ve merak edenlere oradaki bütün süreci anlattı. Bu cesur bir uygulamaydı. Bir müzenin kalıcı laboratuvarında yaptığı ilk uygulamaydı. Bu mesela yaptığımız ve dışa yansıyan projelerden biri oldu ama bir yandan da içeride, koleksiyonun dijitalleştirilmesinden tutun tüm kayıt sistemlerimizin iyileştirilmesine, afet programlarımızın oluşturulmasına varana kadar çok önemli adımlar attık. Troya Müzesi’nin kurumsal kimlik inşasını hala ilmek ilmek işliyoruz, dolayısıyla bu süreçler hala devam ediyor.
Henüz 2018 yılında açılmış olsa bile ziyaretçilerin müzedeki deneyimleri ve müzeye ilgileri sizin gözünüzde nasıl?
Ziyaretçilerin müze konusunda birkaç noktada görüşleri var. Bunlardan biri ilk başta mimarisiyle ilgili. İçeriye girmemiş ziyaretçilerimiz, dışarıdan müze binasını ilk gördüklerinde açıkçası biraz garipsiyorlar. Müze mimarisi onlara farklı görünüyor ve çeşitli eleştirileri oluyor, burası fabrikaya konteynıra benziyor gibi. Fakat içeri girdiklerinde iş değişiyor ve büyük bir kısmı müzeyi çok seviyor. Müzeyi ortalama bulan hiçbir ziyaretçi görmedim. Müze binası özelinde nefret eden ya da çok sevenler var, bu da müze mimarisinin başarısını ortaya koyan bir şey.
Bir ikinci nokta ise, içeride yürüttüğümüz müzecilik faaliyetleri konusunda genellikle çok olumlu tepkiler alıyoruz. Çünkü biz Troya Müzesi müzeciliğinin duvarlarıyla sınırlı olmadığına inanıyoruz. Bulunduğumuz bölgede kırsal kalkınmaya destek vermeye çalışan, köy hanesinin ekonomisini iyileştirmeye çalışan bir müzeyiz. Müze kurulduktan iki yıl sonra, etrafımızdaki altı köyde totalde köyden kente göç durup, kentten köye göç başladı, bu son derece önemli bir olguydu. Tabii maalesef pandemi süreci bu noktayı da yaraladı ama biz bir çok ölçekte düşünmeye birçok ölçekte müzecilik yapmaya çalışan bir müzeyiz. Evet geçici sergi de yapıyoruz, ama hemen müzenin dışına çıkıp, mesela bizim müze ve ören yerimizde Troya konseptine uygun olacağını düşündüğümüz bir güvenlik anlayışı güdüyorduk ve atlı jandarmaya ihtiyaç duyuyorduk. Valiliğimizin ve Jandarma Komutanlığımızın büyük destekleriyle, bugün mesela Troya Müzesi’ne ya da Troya Ören Yeri’ne geldiğinizde, orada sizi atlı jandarmaların karşıladığını göreceksiniz. Ne için? Tıpkı İlyada Destanı’nda olduğu gibi, Troyalılar iyi at yetiştiricileri ve iyi at sürücüleriydiler ve destandaki ata olan o bağı bugün biz o alana taşımaya çalışıyoruz. Ya da düşünün ki Troya Müzesi ve Troya Ören Yeri arasındaki yola yaklaşık 50 tane erguvan ağacı ektik. Ne için? Birkaç yıl içerisinde erguvanların tutup orada bir mor kemer oluşturmasını düşünüyoruz. Ziyaretçiler için fotoğraf çekme destinasyonu haline gelsin, bunun hayalini kuruyoruz. Dolayısıyla yaptığımız müzecilikte, kırsal kalkınmadan güvenliğine, peyzajına, restorasyonuna kadar bir çok noktada planlama yapıyoruz.
Müze ile ilgili ileride gerçekleştirmeyi düşündüğünüz başka hayalleriniz / çalışmalarınız / hedefleriniz var mı?
Troya Müzesi konusunda çok hayalimiz ve çok çalışmamız var. Yakın zamanlı hedeflerimizden birisi, Troya Müzesi 2020 yılında, Avrupa Yılın Müzecilik Ödülü’nde yarışmıştı. 2021 yılında ise Avrupa Müze Akademi Ödülleri’nde yarışıyor Türkiye adına. Şimdi bu yarışma sürecini yakından takip etmek istiyoruz. İyi bir müze markası yaratmak istiyoruz. Troya Müzesi’nin dünyada tanınır bilinir bir müze markası olmasını hedefliyoruz. Tabii ki bizim Türk müzecileri için gönlümüzden geçen asıl şey, bu gelişmelerin güzel haberlerin Troya ile sınırlı olması bizi mutlu etmez. Biz tüm meslektaşlarımızdan tüm müzelerimizden bu güzel haberleri bekliyoruz. İnşallah hepsinden bu güzel haberleri duyacağız, çünkü bizim ortak amacımız Türk müzeciliğine sınıf atlatmak, onu hak ettiği noktaya getirmek. Dolayısıyla biz de bulunduğumuz noktada Türk müzeciliği adına Troya Müzesi’nde mücadele vermeye devam ediyoruz.
İlginiz için teşekkür ediyorum, çok sağ olun.
You must be logged in to post a comment Login