Geçtiğimiz 200.000 yıla tarihlenen ve iskelet anormalliğine sahip 66 birey, soy içi çiftleşme kaynaklı iskelet bozukluklarından muzdarip.
Erken insanlar Afrika’dan çıktıklarında karşılarına soğuk hava koşulları da dahil birçok zorluk çıkmıştı. Antik iskeletler üzerine yapılan yeni bir araştırmanın sonucunda bu zorluklara bir yenisi daha eklendi: görülme sıklığı olağan dışı yüksek, hem zayıflatıcı hem de tutarsız doğum kusurları. Bu tür anormalliklerin neden bu derece yaygın görüldüğü belirsiz, ancak bilim insanları küçük avcı toplayıcı gruplar arasındaki yaygın akraba çiftleşmelerinin kuvvetli bir ihtimal olduğunu belirtiyor.
Kabaca 2,5 milyon yıl önce başlayıp MÖ 9700’lerde sona eren Pleistosen Çağı’ndan kalma birçok insan fosilinde olağandışı özellikler göze çarpıyor. Çin’den Çek Cumhuriyetine uzanan geniş bir alanda bulunmuş anormal bir eğriliğe sahip uyluk kemikleri bu duruma verilebilecek güzel bir örnek. İsrail’deki Qafzeh mağarasında bulunmuş, öldüğünde yürümeye yeni yeni başladığı anlaşılan bir çocuğa ait kafatasında, hidrosefaliyle (kafa içinde su toplanması) uyuşan bir şişliğe rastlandı. İtalya, Liguria’da bulunmuş bir erkek fosilinde ise sağ üst kolun eğri, sol kolunsa normal olduğu görülüyor.
(34.000 Yıl Önce Soy İçi Çiftleşmenin Tehlikeleri Biliniyordu)
Genel anlamda bu anormallikler, tek seferlik gariplikler olarak görülmüştü, ancak Washington Üniversitesi’nden paleoantropolog Erik Trinkaus, anormalliklerin ortaya çıkışında bir düzen olduğunu fark etti: bu tür iskelet deformiteleri fosil kayıtlarında şüphe uyandıracak derecede yaygındı.
Çoğu geçtiğimiz 200.000 yıla tarihlenen, iskelet anormalliğine sahip 66 bireye ait verileri bir araya getiren Trinkaus, işi matematiğe döktü. Homo’nun farklı türlerine ait ve çoğunluğu genç yetişkinlerden oluşan bu fosiller, Ortadoğu ve Avrasya boyunca yayılmış çeşitli bölgelerde bulunmuştu. Trinkaus’un bir sonraki adımı bu bozuklukların modern insan popülasyonlarında ne derece yaygın olduğunu saptamaktı.
Araştırma sonucunda, antik anormalliklerin üçte ikisinin modern insanların %1’inden azında bulunduğunu belirledi. Diğerleri ise herhangi bir modern gelişim bozukluğuyla eşleşme göstermedi. Trinkaus, Proceedings of the National Academy of Sciences’da yayımlanan raporunda erken insanların çok sayıda deformiteye yol açan birtakım kültürel ve çevresel baskılara maruz kaldığını bildiriyor.
Daha önce diğer araştırmacılar tarafından konuyla ilgili olarak ortaya konulan bir diğer olasılık, iskelet deformitesi olan antik insanların şaman olarak görüldüğü, özenle gömüldüğü böylelikle bedenlerinin iyi korunup günümüze kadar ulaşmasının daha muhtemel hale geldiği yününde. İskelet bozukluklarının hamilelerin doğru besinleri yeterli miktarda alamamasından kaynaklandığı da öne sürülen ihtimaller arasında. Trinkaus, raşitizm gibi bazı iskelet bozukluklarının tüm vücudu etkilediğini, deformiteye sahip fosil iskeletlerin birçoğunda ise bozukluğun yalnızca tek bir tarafta görüldüğünü belirtiyor. Ayrıca, analiz ettiği fosillerin birçoğunda herhangi bir özel ayin izine rastlamadığını rapor ediyor.
Ancak, bulunan birkaç iskeletin bilinen genetik mutasyonlarla uyuşan anormallikler göstermesi ve en az bir bölgeden birden fazla bireyde çok sayıda farklı bozukluğa rastlanması söz konusu bireylerin akraba olabileceğini gösteriyor. Trinkaus’un ifade ettiğine göre o dönemdeki insan popülâsyonlarının küçük ve izole olduğu düşünülüyor. Bu koşullarda, akrabalar arası çiftleşmenin zararlı genetik mutasyonlara yol açabileceği vurgulanıyor.
(Erkek Neandertal ve Kadın Homo sapiens Çocuk Yapmakta Zorlanıyordu)
Yeni Zelanda’daki Otago Üniversitesi’nden biyoarkeolog Hallie Buckley, Pleistosen insanları arasındaki düşük genetik çeşitliliğe dair antik DNA temelli delillerin bu hipotezi desteklediğini söylüyor. “Bu, ortaya konulan tüm argümanlar arasında en muhtemel olanı.”
Bu bölgelerden alınan antik DNA üzerinde yapılan ileri analizler akrabalar arası çiftleşmenin varlığını doğrulayabilir nitelikte, ancak bu tür incelemeler için örnek alınması eldeki materyalin tahrip edilmesi anlamına geliyor. Buckley durumu, “Antik DNA, geçmiş insan popülasyonları hakkındaki tüm soruları cevaplayabilecek “sihirli bir değnek” olarak görülmeye başlandı, ancak bunu doğrulamak her zaman için mümkün değil” diyerek açıklıyor.
Buckley’in Otago Üniversitesi’nden meslektaşı Sian Halcrow, Trinkaus’un detaylı çalışmasını takdir ettiğini ancak araştırmada, özellikle de anormalliklerin modern insanlarda günümüzde ve geçmişte ne denli yaygın olduğuna dair tahminlerinde bazı eksiklikler olduğunu belirterek antik yaygınlık oranlarının tarihöncesinde ve erken tarih çağlarındaki popülasyonlarla karşılaştırılmasının çok daha iyi olacağını ancak araştırmada böyle bir bilginin sunulmadığını söylüyor.
Sebep her ne olursa olsun, iskelet bozukluklarının birçoğu bireyin yaşamını aksatacak şekildeydi. Bulunan fosillerin çoğunluğunun çocukluk dönemini atlatmış olması erken insanların toplumsal dayanışmaya ve temel tıbbi bilgilere sahip olduğunu gösteriyor. Örneğin, modern tedaviler sayesinde hidrosefali genellikle ölüme yol açmıyor ancak tedavi edilmediğinde ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. “Qefzeh’de bulunan çocuk yaklaşık 3-4 yaşlarına kadar yaşamıştı. 100.000 yıl önce yaşadığını düşündüğümüzde, bu durum şaşılacak bir hal alıyor.”
Science Mag. 5 Kasım 2018.
You must be logged in to post a comment Login