Yaklaşık 2.500 yıl önce, Siddhartha Gautama adlı Hintli prens ruhsal aydınlanmaya ulaştı ve en büyük dördüncü dinin kurucusu “Buda” oldu.
Buda ismini alan Siddhartha Gautama, MÖ 6. ve 5. yüzyıllarda Hindistan’da yaşamış bir filozof ve ruhani bir öğretmendi. Tahminen 500 milyon müridi ile şu anda dünyanın en büyük dördüncü dini olan Budizm’i kurmasının yanısıra “aydınlanma”, “nirvana” ve “orta yol” gibi kavramları ortaya atması ile de tanınıyor.
“Buddha” kelimesi Sanskritçe “budh” kelimesinden türemiştir ve genellikle “uyanık olan” anlamını verir. Pek çok Budist için Buda, kişisel ıstırabın tüm izlerinin söndürüldüğü ve gerçekliğin apaçık görüldüğü bir ruh hali olan “manevi aydınlanmaya” ulaşmış bir insandır.
Bununla birlikte, Buda’nın hayat hikayesi bir bütünlük göstermiyor; yani pek çok varyasyonu var. Yaşamı ve öğretilerinden oluşan hikayeler ise geniş bir özet oluşturuyor.
(İlgili: Bu, Keşfedilen En Eski Budist Tapınaklarından Biri Olabilir)
Stanford’daki Ho Budist ve Dini Araştırmalar Bölümü Başkanı Paul Harrison, “Budist literatürü muazzam bir hacme sahip. Dolayısıyla Budizm’in diğer tüm dini geleneklerden daha fazla kutsal kitabı olduğunu söylemenin uygun olduğunu düşünüyorum. Tüm bunları olağanüstü bir hafıza becerisiyle aktardılar. Hakkında yazılanlara rağmen, tarihi Buda anlaşılması ve tespit edilmesi zor. Buda’yı yalnızca takipçileri tarafından yüzyıllar boyunca tutulan kayıtlardan biliyoruz. Ne yazık ki, onun hayatı hakkında bu kayıtların dışında bir kaynağımız yok. Elimizde sadece takipçilerinin sözleri var.” diyor.
Gerçekten de akademisyenler, tarihi Buda’nın yaşamında gerçekleri efsaneden ayırmakta zorlandılar ve birçoğu büyük ölçüde efsanevi hikayeleri baz aldı.
Harrison, bu efsanevi hikayelerin Buda’nın idealize edilmiş bir resmini çizdiğini, buna rağmen, büyük olasılıkla tarihsel gerçeğin de özünü içerdiğini söylüyor. Harrison, “Ama bunun ne olduğunu görmek ve ne öğrettiğini söylemek kolay değil, Ölümünden sonraki yüzyıllarda takipçilerinin ondan öğrendiklerini iddia ettikleri bilgilere sahibiz, ancak bunların ne kadarı onun söylediği ve ne kadarı hatırladıklarıdır? Bu konu şu anda tartışılan bir şey.” diyor.
Budist geleneğine göre Siddhartha, MÖ 560 civarında şu anda güney Nepal’deki Lumbini kasabasında doğmuş Hintli bir prensti. Lumbini, merkezi şu anda kuzey Hindistan olan ve güney Nepal’in bazı kısımlarını içeren eski Hint krallığı Kosala’nın bir parçasıydı.
World History Encyclopedia’ya göre Siddhartha, tarihçilerin kuzeybatı Hindistan’da ya da güney Nepal’de bulunduğunu düşündükleri Kapilavastu’daki bir sarayda büyüdü. Babasının, bölgeyi yöneten ailelerden biri ve savaşçı (Kshatriya) kastının bir üyesi olan Shakya klanının güçlü hükümdarı olduğu iddia ediliyor. Hint kast sistemi, toplumu dört hiyerarşik kasta veya sosyal sınıfa ayırdı; bunlar Brahminler (rahipler), Kshatriyalar (savaşçılar), Vaishyalar (tüccarlar) ve Shudra’dan (işçiler) oluşuyordu.
Siddhartha’nın doğumuyla ilgili birçok hikaye ve efsane var. Bunlardan birinde Siddhartha’nın annesi Maya, oğlu doğduğunda onun ya babasından bile daha güçlü bir hükümdar, ya da ünlü bir ruhani lider olacağının haberini veren bir kehanet aldı.
Siddhartha’nın babası Shuddodana, ilkini gerçekleştirmek için oğlunun sarayda kapatılması gerektiğine karar verdi. Aynı zamanda, Shuddodana oğlunun her ihtiyacını karşıladı, böylece genç adam lüks ve rahatlık içinde büyüdü ve çirkin, nahoş veya saygısız olan her şeyden korundu. Siddhartha, 16 yaşında Yasodhara adında bir kadınla evlendi ve daha sonra Rahula adında bir oğulları oldu.
Cal Poly Humboldt dini araştırmalarda öğretim görevlisi olan Sara Jaye Hart, “Siddhartha, bugün ancak insanların yüzde birinin sahip olabileceği türden çok iyi korunan ve ayrıcalıklı bir ortamda büyüdü.” diyor.
Ancak bu pastoral hayat, sonsuza dek sürecek bir yazgı değildi. Siddhartha 29 yaşındayken hayatını sonsuza dek değiştiren ve onu dünyanın en etkili dini liderlerinden biri haline getirecek ruhani yola yönelten bir deneyim yaşadı.
Bu deneyim Budist ilminde “dört hal” olarak bilinir ve bununla ilgili hikayeler, Siddhartha’nın sarayın dışında dört kişiyle karşılaşmasını anlatır. Hikayelere göre Siddhartha, arabacısı Channa ile birlikte arka arkaya dört kişiyle karşılaştı. (Bazı versiyonlarda, her biri sarayın dışında farklı geziler sırasında bu kişilerle ayrı günlerde karşılaştı.) İlki yaşlı bir adamdı; ikincisi hasta bir kişi; üçüncüsü bir ceset; sonuncusu ise gezgin bir dilenci ya da bir keşişti.
Siddhartha, izole yaşamı nedeni ile bu tür görüntülere alışık değildi; o yüzden bu durumları açıklayabilecek, görmüş geçirmiş bir adam olan arabacısına baktı. Channa, ilk üç bireyin oldukça insani sonuçlar olduğunu ifade etti: Yaşlanıyoruz, hastalanıyoruz ve ölüyoruz. Channa ayrıca, son kişinin meditasyon yapıp çile çekerek ve bu yolda katı bir özveri göstererek ruhsal kurtuluşa ermek için dünyevi zevklerden vazgeçtiğini açıkladı.
Bu karşılaşmalar prensi varoluşsal bir krize itti ve dünyayı keşfetmeye ve kendisi için yaşamın sorularına cevaplar bulmaya karar verdi. Daha da önemlisi, insanın deneyimlediği acılar ilgisini çekiyordu. İnsanın acısını hafifletecek bir yöntem veya felsefi bir sistem keşfetmek istiyordu. O dönem birçok insan reenkarnasyona inanıyordu ve buna göre kişiyi hayat ile yani tüm sorunları, zorlukları ve ıstırapları ile kuşatan, işte bu sonsuz gibi görünen ölüm ve yeniden doğuş döngüsüydü.
Hart, Buddha’nın hikayesinin özünde, derin bir erken orta yaş krizinin olduğunu ve ayrıcalıklı yetiştirilme tarzının ona verebileceğinden daha fazlasını bilmek istediğine karar verdiğini söylüyor.
Siddhartha saraya döndüğünde karısı ve oğlu da dahil olmak üzere o anki hayatını geride bırakmaya ve dünyaya açılmaya karar verdi. Ayrıcalıklı yetiştirilme tarzından vazgeçmenin sembolik bir eylemi olarak gösterişli cübbesini Channa’nın kaba tuniğiyle değiştirdi ve saçını kesti.
World History Encyclopedia’a göre önce ormana gitti ve burada meditasyon, oruç tutma ve hikayenin bazı versiyonlarında bedeni aşağılama veya vücudun fiziksel olarak acı çekmesini içeren ciddi bir öz disiplin uygulayan bir grup çileciye katıldı. Siddhartha, birkaç yıl onlarla kaldı ve bu grubun disiplinini öğrendi ve meditasyon tekniklerini mükemmelleştirdi.
Hart, “Bu süre zarfında yoga felsefesi ile ilgili uygulamalarda gerçekten ustalaştı. Çileci anlayışı, gıda tüketimini o kadar sınırladı ki günde tek bir pirinç tanesi ile yetindi.” diyor.
Ancak sonunda bu aşırı inzivanın onu, sorularını yanıtlamaya götürmediğini fark etti. Böylece Siddhartha, münzevi arkadaşlarından ayrılmaya karar verdi. Efsaneye göre, hasta ve bitkin halde ormandan çıktıktan sonra bir nehre ulaşıp burada genç bir kızla karşılaştı. Kız ona acıdı ve bir kase krema ve pirinç ikram etti. Hart, yiyeceklerin Siddhartha’yı canlandırdığını ve ruhani arayışına devam edebildiğini ifade ediyor.
Siddhartha’nın çilecilik deneyimi ona derin bir ders verir. Hart, Siddhartha’nın çilecilik ile hazcılık arasındaki dengeyi koruyan ve “Orta yol” olarak ifade edilen kavramdan yola çıkarak felsefi bir uygulama geliştirmeye devam ettiğini söylüyor.
Ama Siddhartha bundan pek memnun değildi; ölüm ve yeniden doğuş döngüsüne son vermenin bir yolunu bulmaya hâlâ kararlıydı. Böylece bir gün, günümüz Hindistan’ın Bihar eyaletinde, Bodh Gaya adlı bir yerde bir ağacın altına oturdu ve aydınlanana kadar oradan ayrılmamaya yemin etti. Bazı hikayelerde, yedi gün yedi gece derin meditasyonda oturdu ve Budizm’de kuruntu ve arzunun tezahürü olarak bilinen iblis Mara tarafından kuşatıldı. Mara, Siddhartha’nın yoluna yağmur, şimşek, fırtınalar, iblis orduları ve şehvetli bakireler gibi bir dizi engel koyarak aydınlanmaya ulaşmasını engellemeye çalıştı. Ancak Siddhartha, aydınlanma hedefine kararlı bir şekilde bağlı kaldı.
Efsaneye göre, çabaları sonunda meyvesini verdi. Sonunda gözlerini açtığında kendisini, gerçekliğin hakiki doğasına dair bir fikir verdiği söylenen ve adanmış kişiyi arzu ve ıstıraptan özgür bırakan bir ruh hali olan mutlu bir aydınlanma durumunda buldu. Ölüm ve yeniden doğuş döngüsünü altetti. O zamandan beri, “uyanmış olan” yani Buda olarak tanındı. Altında oturduğu Bodhi Ağacı ise “uyanış ağacı” olarak anılmaya başladı.
Buda’nın öğrettikleri: dört yüce gerçek ve sekiz dilimli yüce yol
Aydınlanmaya ulaştıktan sonra, Siddhartha hayatının geri kalanını bugünkü kuzey Hindistan’ı dolaşıp içgörülerini öğreterek ve çevresinde bir adanmışlar veya keşişler grubu toplayarak geçirdi. Siddhartha, Hindistan’ın modern Uttar Pradesh kentindeki Sarnath Geyik Parkı’nda olduğu söylenen ilk vaazında, Buda’nın yaşamın tüm maneviyatını karakterize ettiğine inandığı “Dört Yüce Gerçek” olarak bilinen kavramları öğretti.
Hart, birincisinin hayatın “acı çekmek” olarak anılan ve Sanskritçe bir kelime olan “dukkha” ile ifade edildiğini; ancak varoluşun geçici, kusurlu, genellikle stresli ve tatmin edici olmayan doğasına karşı her yeri kaplayan bir huzursuzluk duygusunu vurgulamanın daha iyi anlaşılacağını ifade ediyor.
Hart, “Dukkha kelimesi spesifik olarak, ortalanmamış vagon tekerleği anlamına gelen bir kelimedir. Dünya hakkında rahatsız edici bir duruma atıfta bulunuyor; yani dünyada acıya yol açan bir dengesizlik durumu var.” diyor.
İkinci yüce gerçek, dukkha’nın bir nedeni olduğunu belirtir ve üçüncü yüce gerçek ise bu nedeni “arzu” olarak tanımlar. Hart, “İnsan arzusunun doğası, asla yerine getirilmeyecek olmasıdır. Buda bize bunu söylüyor.” diyor.
Dördüncü Yüce Gerçek, acıyı sona erdirmek için bir reçete sağlar: Sekiz Dilimli Yüce Yol. Bu, esas olarak birinin aydınlanmaya ulaşmak için doğru ahlaki çerçeveye ulaşmasına yardımcı olacak zihinsel ve ruhsal uygulamaların bir listesidir. Sekiz Dilimli Yol şunlardan oluşuyor; doğru düşünce, doğru niyet, doğru söz, doğru davranış, doğru geçim, doğru çaba, doğru farkındalık, doğru meditasyon.
Buda’nın Ölümü
Siddhartha Gautama’nın ölüm tarihi geleneksel kayıtlara göre MÖ 483’tü ve öldüğünde 80 yaşındaydı. Britannica’ya göre Siddhartha, Hindistan’ın kuzeyinde yer alan Kushinagar kentindeki köylü bir demircinin ikramı olan yemeyi kabul eder; ancak yiyecekler bozulmuş ve bu durum demircinin dikkatinden kaçmıştı. Siddhartha hemen hastalanır. Ölüm döşeğindeyken demirci yanına gelir ve büyük bilgeyi istemeden zehirlediği için derin bir üzüntü duyduğunu dile getirir.
Siddhartha ona üzülmesini değil, bilakis sevinmesini söyler. Çünkü bozulmuş yemek, onu sonsuz ölüm ve yeniden doğuş döngüsünden kurtarmış ve nirvana’ya ulaşmasına izin vermiştir. Hikayenin başka bir versiyonuna göre ise yemeğin bozulmasına Siddhartha neden olur. Siddhartha, ölmeden hemen önce keşişlerine, onun öğretilerini izleyerek ruhsal kurtuluşları için gayretle çalışmaya devam etmelerini söyler. Böylece, bu öğretiler, World History Encyclopedia’ya göre Budist bağlamda “kozmik yasa” olarak tanımlanan Sanskritçe bir kelime olan “Dharma” olarak bilinmeye başlar.
Budizm, Siddhartha’nın ölümünden sonra özellikle Çin, Tibet, Japonya, Kore, Tayland, Laos ve Kamboçya gibi Güneydoğu Asya’nın bazı bölgelerinde yayıldı. Ayrıca Nepal ve Moğolistan’da da yayılma alanı buldu. Kral Ashoka (MÖ 268-232) Budizm’i destekledi ve Asya’nın her yerine Budist elçiler gönderdi. Böylece onun döneminde bu din Hindistan’ın tamamına yayılarak önemli bir din haline geldi. Fakat Ashoka’nın ölümünden sonra Budizm’in Hindistan’daki etkisi azaldı ve bir daha asla eski gücüne ulaşamadı.
Harrison’a göre Buda’nın öğretileri ve hayat hikayesi aslında sözlü olarak aktarılmıştı. “Geleneksel düşünce, Buda hakkında MÖ 1. yüzyıla kadar hiçbir şeyin yazılmadığı yönünde. Bu tespit, son zamanlarda çok eski el yazması buluntularla hemen hemen doğrulandı.” diyor.
En eski yazılı materyallerden bazıları, Pali dilinde (kuzey Hindistan’ın eski bir dili) ya da Sanskritçe yazılmış, farklı uzunluklardaki söylemler yani “sutra”lardır. Bunların en ünlüsü, tarihi Buda’ya atfedilen söylemleri içerdiği söylenen Üçlü Sepet (Palice Tripitaka) olarak bilinir. Bu yazılara, çoğunlukla prenslikten vazgeçtikten sonraki hayatı hakkında anekdotlar serpiştirilmiş.
Britannica’ya göre Buda’nın erken dönemlerine ilişkin açıklamalar, çok daha sonra – MÖ 2. yüzyıl civarında – yazılmış metinlerden geliyor. Buddhacharita (Buda’nın İşleri) adındaki metin bunlardan biri ve Sanskrit dilinde uzun bir şiir olarak yazılmış. Bunlar ve diğer yazılı anlatımlar, Buda’nın biyografisinin ana kaynaklarını oluşturuyor.
Bugün Buda, derin ruhsal içgörüleri, pratik yaşam felsefesi ve meditatif uygulamaları nedeniyle tüm dünyada saygı görüyor. Budistler ve Budist olmayan pek çok kişi, onu önemli bir düşünür kabul edip dünya tarihi üzerindeki büyük etkisini takdir ediyor.
Hart “Buda’yı, dünyayı değiştiren ve derinliği olan bir dini – İsa’dan 500 yıl önce ilk büyük misyonerlik dini – başlatan biri olarak da algılayabilirsiniz; inancı veya dini ne olursa olsun herkese, çekmekte oldukları acılarla başa çıkmak için yol gösteren felsefi bir düşünür ve öğretmen olarak da.” diyor.
Live Science. 2 Ağustos 2022.
You must be logged in to post a comment Login