Roma’nın Toplumsal Cinsiyet Normlarına Bakış Açısı Nasıldı?

Roma toplumu, bedenlerinde değişiklik yapan ve toplumsal cinsiyet normlarına meydan okuyan bireyleri nasıl entegre ediyordu?

Kibele ve Attis’e kurbanlar sunan bir Archigallus’u gösteren kabartma, Ostia Antica’daki Museo Archeologico Ostiense’de sergileniyor. (C: Wikimedia Commons)

ABD Başkanı Donald Trump, ikinci döneminin ilk haftalarında, federal hükümette trans çalışanların haklarını kısıtlayan iki kararname imzaladı. Bunlardan ilki, 2017’de ilk kez uygulamaya konulan ve daha sonra 2021’de Başkan Joe Biden tarafından yürürlükten kaldırılan, trans bireylerin ABD ordusuna katılımını engelleyen yasağın yenilenmesiydi.

İkinci kararname ise federal kayıtlar ve politikalar kapsamında yalnızca iki cinsiyetin tanınmasını öngören daha kapsamlı bir düzenlemeydi.

Antik Roma dünyasında, biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet ifadesi, günümüz hükümet politikalarında dayatılmak istenen kesin çizgilerle her zaman örtüşmüyordu. 

(İlgili: Kibele, Antik Roma’da Cinsiyet Uyumsuzluğunun Sığınağıydı)

Antik dönemde erkeksi kadınlar, kadınsı erkekler ve bedenlerini toplumsal cinsiyet ifadelerine daha uygun hale getirmek için değiştiren bireyler vardı. Özellikle cinaedus ve gallus, feminen davranışları ve değiştirilmiş bedenleriyle dikkat çeken, ancak yine de Roma toplumuna entegre olmuş erkek figürleri olarak öne çıkıyor.

Cinaedus ve başkomutan 

Antik Roma’da, toplumsal cinsiyet kategorilerine tam olarak uymayan bazı erkekler “cinaedus” olarak adlandırılıyordu. Bu terim genellikle aşırı feminen davranışlar sergileyen ve norm dışı cinsel arzulara sahip yetişkin erkekler için kullanılıyordu. 

Cinaedus figürü, daha önce Antik Yunan dünyasında da biliniyordu ve ilk olarak MÖ 4. yüzyılda Platon tarafından bahsedilmişti. Platon, cinaedus hakkında fazla detay vermemiş; yalnızca yaşamlarının sefil, aşağılık ve mutsuz olduğuna işaret etmişti. Ancak, daha sonraki Romalı yazarlar cinaedus hakkında çok daha fazla ayrıntı sunuyorlardı.

MÖ 1. yüzyılda yaşamış Romalı şair Martialis, bir epigramında cinaedus‘un işlevsiz penisini “ıslak bir deri kayışa” benzeterek aşağılar. Aynı yüzyılda, Romalı yazar Petronius ise hem kendisinin hem de arkadaşlarının cinsel organlarının alındığını öne süren bir cinaedus karakterini kaleme alır.

Yine MS 1. yüzyılda yazan Phaedrus, bir hikayesinde Büyük Pompeius’un askerlerine meydan okuyan bir barbarı anlatır. Ordu, bu korkutucu düşmana karşı savaşmaktan çekinirken, gönüllü olarak savaşmaya hazır tek kişi bir cinaedus olur.

Cinaedus karakteri iri yapılı bir asker olarak betimlenir, ancak çatlak bir sese ve kırıtmalı bir yürüyüşe sahiptir. Komutanı Pompeius’tan savaş izni isterken genellikle feminen olarak tasvir edilen peltek bir konuşma tarzı kullanır. Ardından, düşmana karşı harekete geçip hızla barbarın başını keser ve şaşkınlık içindeki ordunun önünde Pompeius tarafından ödüllendirilir.  

Ancak, hikâyenin ilerleyen bölümlerinde cinaedus güvenilmez bir karakter olarak çizilir. Başlangıçta Pompeius’un değerli eşyalarını çaldığı ima edilir, sonrasında ise bunları çalmadığına dair yemin eder.

Yine de Phaedrus’un asker-cinaedus hikâyesinin ahlaki dersi, aldatıcı görünen dış görünüşler ve davranışların aslında askeri alanda stratejik bir avantaj sağlayabileceği fikriydi. Hikâyede Cinaedus, tam da silahsızlaştırıcı feminenliği sayesinde Pompeius’un diğer askerlerine kıyasla bir üstünlük kazanır ve bu özellikleri onun ölümcül bir savaşçı olmasını engellemez. Aksine, feminen tavırları ile savaşçı cesaretinin birleşimi, savaştaki başarısına doğrudan katkıda bulunur. 

Trans rahipler ve Roma devletinin güvenliği

Roma’nın merkezinde yaşayan bir başka grup olan galluslar, toplumsal cinsiyet rollerinin sınırlarını bulanıklaştırıyordu. Galluslar, koruyucuları olan Büyük Ana Tanrıça Kibele’ye adanmak için kendilerini hadım eden erkeklerdi.

Cicero ve Livius da dahil olmak üzere birçok antik kaynağın aktardığına göre, MÖ 204 yılında Roma, İkinci Pön Savaşı’nın yarattığı baskılara karşı nasıl bir strateji izlemesi gerektiğini öğrenmek için Sibylla Kehanetleri olarak bilinen kehanet metinlerine başvurmuştu. Roma ile Kartaca arasındaki uzun soluklu bu savaş, özellikle Kartacalı ünlü komutan Hannibal’ın tehditleriyle büyük bir krize dönüşmüştü.  

Kehanetlerin verdiği yanıt—ve buna karşılık Roma’nın sonraki eylemi—Anadolu’dan gelen gizemli ve yabancı bir dini tarikatı Roma’nın merkezine ithal etmek oldu. Bu yeni tarikat, önümüzdeki birkaç yüzyıl boyunca Roma’da varlığını sürdürecekti.

Kibele tapınağı, Roma’nın en önemli kutsal alanlarından biri olan Palatino Tepesi’nde, çeşitli tapınaklar ve anıtların yanı sıra daha sonra İmparator Augustus’un ikametgahının yanında yer alıyordu. Şair Ovidius’un aktardığına göre, her yıl Kibele’nin festivali sırasında galluslar, tanrıçanın heykelini taşıyarak Roma sokaklarında yürüyordu. Bu geçit töreni boyunca, yüksek sesle uluyarak, flüt, davul ve zil seslerinin ritmine uyum sağlıyorlardı.  

Antik edebi kaynaklar, cinaedus figüründen daha da belirgin bir şekilde, gallusları günümüz trans kadınlarına benzer bir cinsiyet kimliğiyle tanımlar ve onları anlatırken sıklıkla dişil zamirler kullanır.

Örneğin, şair Catullus, gallusların kurucu figürü olarak kabul edilen ve Kibele’nin efsanevi kutsal eşi ve başrahibi olan Attis‘in köken hikâyesini ayrıntılarıyla anlatır. Catullus‘un anlatımında dikkat çeken bir nokta, Attis‘in kendini hadım ettiği anın, dilbilgisel olarak da bir dönüşüm noktası olmasıdır. Şair, bu andan itibaren Attis‘i tanımlarken eril sıfatlardan dişil sıfatlara geçiş yapar.  

Frig başlığı takan Attis’in mermer heykeli, İspanya, Sarsina’daki Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. (C: DeAgostini/Getty Images)

Benzer şekilde, MS 2. yüzyılda yaşayan Apuleius‘un Başkalaşımlar (“Altın Eşek”) adlı romanında, bir gallusun diğer inananlara “kızlar” diye hitap ettiği görülür.

Bazı antik kaynaklar, gallusları toplumsal cinsiyet normlarına uymayan görünümleri ve davranışları nedeniyle alaya alsa da, Roma devleti içinde kutsal bir konuma sahip oldukları açık. Galluslar, Roma’nın güvenliği ve gücünü koruması açısından önemli bir rol oynayan dini figürler olarak görülüyordu.  

Örneğin, Plutarkhos, “Marius’un Hayatı” adlı eserinde, MÖ 103 yılında ana tanrıça Kibele’nin bir rahibinin Roma’ya gelerek, Roma’nın savaşta zafer kazanacağına dair bir kehanet verdiğini anlatır. Senato bu kehanete inansa da, rahip Bataces, pleb meclisinde acımasızca alay konusu olur. Ancak, Bataces’le alay eden kişinin çok kısa bir sürede korkunç bir şekilde ateşlenip ölmesi, pleblerin de bu kehaneti ve tanrıçanın gücünü ciddiye almalarına neden olur.

Günümüzün trans sorunları

Trump’ın yürürlüğe koyduğu kararnamelerin arkasında iki temel iddia yatıyor. Birincisi, trans kimliğinin bir tür ideoloji olduğu, yani kişinin doğumda atanan cinsiyetinden farklı bir kimliği benimsemesini haklı çıkarmak için yaratılmış modern bir kavram olduğu düşüncesi. İkincisi ise trans kimliğinin hem bir hastalık hem de bir tür sahtekârlık olduğu iddiası.

Yenilenen askeri yasak, trans bireylerin “algılanan dürüstlük eksikliğini” vurgulayarak bunu savaşta gereken idealler ve disiplin ilkeleriyle çelişkili olarak sunuyor. Kararnamede şu ifade yer alıyor: “Bireyin doğumda atanan cinsiyetiyle uyuşmayan bir toplumsal cinsiyet kimliği benimsemesi, bir askerin onurlu, dürüst ve disiplinli bir yaşam tarzına bağlılığıyla çelişiyor.”

Binlerce yıl boyunca cinsiyet çeşitliliğine dair uzun vadeli bir bakış açısı, antik çağda birçok bireyin Trump yönetiminin dayattığı net formülün, yani “kadınlar biyolojik olarak dişi, erkekler biyolojik olarak erkektir” ifadesinin dışında hayatlar yaşadığını gösteriyor.

Toplumsal cinsiyet çeşitliliği, yalnızca 20. yüzyılın sonlarına veya 21. yüzyıla ait bir olgu değil. Ancak, cinsiyet çeşitliliğine sahip bireylerin “hastalıklı” ve “aldatıcı” olduğu korkusu antik metinlerde de karşımıza çıkıyor. Klasik dünyada bu tür korkular genellikle hiciv ve fantezi alanlarıyla sınırlı kalırken, günümüzde bu korkuların hükümet politikalarına yön vermek için kullanıldığını görüyoruz.


The Conversation. Tom Sapsford. 24 Şubat 2025.

You must be logged in to post a comment Login