Rakip şehirler olmalarına rağmen, birçok Atinalı, Spartalıların yönetimine, giyim tarzına ve sade yaşamına hayranlık duyuyordu. “Lakonofili” (Laconophilia) olarak bilinen bu hayranlık akımına kapılan bazı Atinalılar, Spartalı gibi davranmaya ve hatta onlar gibi giyinmeye başladı.
Atina ve Sparta arasındaki düşmanlığın zirveye ulaştığı ve en nihayetinde MÖ 431-404 yılları arasındaki yıkıcı Peloponnesos Savaşı’yla sonuçlandığı dönemde paradoksal bir durum yaşandı. Bazı Atinalılar, ezeli düşmanlarından nefret etmek yerine onları idol haline getirmeye başladılar. Spartalıların tarzını benimsediler, saçlarını uzattılar ve sade bir şekilde giyindiler. Spartalı yaşam tarzına geçerek, egzotik yiyecekler ve şaraplardan uzak durup Spartalıların beslenme tercihlerine uyum sağladılar. Zengin Atinalılar, Sparta’nın başkenti Lakonia’ya olan hayranlıkları nedeniyle Spartalı her şeye adeta takıntılı hale geldiler. Bu olguya “Laconophilia” adı verildi.
Spartalıların itibarı, Hellen Birliği’nin komutasını üstlenip Perslere karşı direnişe öncülük ettikleri Pers Savaşları sırasında (MÖ 490-479) daha da arttı. MÖ 480’deki, Thermopylae Muharebesi’nde Sparta kralı Leonidas ve 300 seçkin askerinin ölümcül fedakarlığı, Herodot’un Tarihler eserinde ayrıntılı ve dramatik bir şekilde anlatılıyor. Pers güçlerine karşı üç gün süren bu umutsuz savaş, Spartalıları sonsuza dek Yunan özgürlük mücadelesiyle ilişkilendirdi.
Dönemin şairi Keoslu Simonides, Thermopylae’de ölen Spartalıları şu dizelerle övmüştü: “Ey yolcu, Spartalılara söyle, biz burada onların yasalarına itaat ederek yatıyoruz.”
(İlgili: İzmir’de Atinalılar ile Spartalıların Savaştığı Antik Ada Bulundu)
MÖ 4. yüzyılda tarihçi Ephorus, Spartalıların bu kanlı yenilgisini daha da yücelterek bunu bir zafer olarak resmetti. Ephorus’un eserleri günümüze ulaşmamış olsa da, MÖ 1. yüzyıl tarihçisi Diodorus Siculus onu alıntılayarak, Leonidas ve Spartalılarının “Xerxes’e karşı daha sonra kazanılan zaferlerden daha fazla Yunanların ortak özgürlüğünden sorumlu olduklarını; bu adamların yaptıkları hatırlandığında Perslerin dehşete düştüğünü, Yunanların ise benzer kahramanlıklar sergilemeye teşvik edildiğini” yazdı. Ayrıca, MÖ 4. yüzyılda birçok Atinalı hatip, Thermopylae’deki bozgunun aslında bir yenilgi olmadığını, çünkü Spartalıların asla teslim olmadığını savunuyordu.
Savaşçı bir toplum
Sparta, savaşçı zihniyetiyle ünlü olmasının yanı sıra, sosyal ve siyasi yapısıyla da benzersizdi. Toplumun temeli, Sparta nüfusunun çoğunluğunu oluşturan devlete ait köleler (helotlar) sayesinde günlük işlerden muaf tutulmuş özgür bir savaşçı vatandaş sınıfına dayanıyordu. Bu toplumsal model, kendi şehirlerinin demokratik yapılarını eleştiren ve Sparta’dakine benzer bir oligarşik sistem kurmayı hayal eden zengin Atinalılar için çekici geliyordu.
Atinalı tarihçi Ksenofon, Sparta anayasasını oluşturmasıyla bilinen efsanevi figür Lycurgus’u, Spartalı vatandaşların zanaat ve ticaretle uğraşmalarını yasakladığı için över. Çünkü bu, Spartalıların özellikle politika, savaş, avcılık ve spor gibi daha değerli görülen ve şehri daha özgür kılan işlere kendilerini adayabilecekleri anlamına geliyordu. Ksenofon’a göre Lycurgus, “Sparta’daki erkekleri sosyal hayattaki tüm erdemleri uygulamaya zorlamıştı.”
Benzer şekilde, çeşitli antik filozoflar ve hatipler, diğer Yunan şehirlerinde yaşanan sürekli ayaklanmaların aksine, Sparta’yı uyum ve istikrarın bir modeli olarak sundular. MÖ 4. yüzyılın ilk yarısında Platon, Devlet’teki Kallipolis ve Yasalar’daki Magnesia adlı ütopik şehirlerini tasarlarken Sparta’yı örnek aldı. Sparta’yı, devletin tiranlığa (bir kişinin despot yönetimi), oligarşiye (birkaç kişinin yönetimi) veya oklokrasiye (geniş halk kitlelerinin desteğini elinde tutan, bilgisi ve yetkinliği olmayan kişilerin yönetimi) dönüşmesini önleyen monarşi, aristokrasi ve demokrasinin bir kombinasyonu olan karma anayasanın somutlaşmış hali olarak görüyordu.
Sparta, gücü çeşitli yetki alanları arasında bölüştürerek otorite ve özgürlüğün ideal bir karışımını elde etmeye çalışıyordu. İki kral ve en saygın ailelerden oluşan ihtiyar heyetine ek olarak, vatandaşlardan oluşan bir Apella (halk meclisi) ve diğer iki gücü denetleyen Ephoroslar (üst düzey sulh yargıçları) bulunuyordu. Bu dengeli anayasa (politeia), rejimde uzun süreli istikrarı sağladı. MÖ 388 yılında hatip Lysias, Olimpiyat konuşmasında Spartalıların iç çatışmalardan her zaman uzak durduklarını ileri sürdü. İki yüzyıl sonra tarihçi Polybius, Spartalıların “iç işlerini yürütüme ve birlik ruhu” konusunda üstün olduklarını ve “Lycurgus’un servet tutkusunu ortadan kaldırarak tüm iç çatışmaları ve kargaşayı da ortadan kaldırdığını” belirtti.
Spartalı yaşam tarzı
Sparta toplumunun hayranlık duyulan bir diğer özelliği de vatandaşlar arasında (helotlar hariç) mali eşitliğin sağlanmış olmasıydı. MÖ 5. yüzyılın sonlarında Atinalı tarihçi Thukididis, Sparta’yı “genelde zenginlerin geri kalan nüfustan çok da farklı olmadığı” bir yer olarak tanımlamıştı. Ayrıca, Sparta’nın büyüklüğünün vatandaşlarında ve onların erdemlerinde yattığını da vurguladı. Atinalıların aksine, büyük edebi veya mimari miras bırakmayacaklardı:
“Eğer Spartalıların şehri terk edilmiş olsaydı … gelecek nesiller, bu gücün ünü kadar büyük olduğunu anlamakta zorluk çekerdi… Sparta’nın gösterişli tapınakları ve binaları yok, eski Hellen tarzında köy tipi yerleşim olduğundan, gücü olduğundan daha az görünüyor.”
Spartalılar, az ve öz konuşmalarıyla tanınırlardı (hatta İngilizce’de kısa ve özlü ifade anlamına gelen “laconic” (lakonik) kelimesi, Latince’de “Spartalı” anlamına gelen “Laconicus” kelimesinden geliyor). Konuşmalarının kısa ve öz olması, sade yaşam tarzlarının bir başka göstergesi olarak görülüyordu. Bazen kaba bir izlenim verebilse de, Spartalıların konuşmaları genellikle belli bir nükte, ironi ve atalardan kalma bilgelik içeriyordu. Sparta kralı II. Agesilaus, önemsiz konuları parlatma yeteneği için bir hatibi övenleri, “Küçük bir ayağa büyük bir ayakkabı uyduran ayakkabıcı iyi değildir,” diyerek uyarmıştı.
Plutarkhos, Gevezeler ve Meraklılar adlı eserinde Spartalıların üslubu hakkında şöyle söylüyor: “Tıpkı İberya Keltlerinin demiri toprağa gömüp ardından üzerindeki büyük toprak birikintilerini temizleyerek çelik yaptıkları gibi, Spartalıların konuşmasında da hiçbir cüruf yoktur; tüm fazlalıklarının temizlenmesiyle disiplin altına alındığından, tam verimliliğe ulaşacak şekilde kıvamına getirilmiştir.”
Platon ise lakonizmi (çok az ifade kullanarak bir fikri ifade etme), sofistliğin ve onun retoriksel bağlantılarının zararlı etkilerinden önce gelen arkaik bir bilgi formuyla ilişkilendiriyor. Platon, Spartalıların ifade tarzını, Delphi kehanetinde yazılan ve aralarında Spartalı Khilon’un da bulunduğu Yunanistan’ın efsanevi Yedi Bilgesi’ne atfedilen “aşırıya kaçma” veya “kendini bil” gibi sözlere benzetiyor.
Spartalıların her şeyine hayranlık duyan bu yazarlara karşılık, Sparta’nın gelenek ve değerlerini reddeden birçok Yunan, özellikle de Atinalı vardı. Spartalıların felsefi tartışmalara gösterdikleri küçümseme, onların kültürel kısırlıklarının bir işareti olarak kabul ediliyordu.
MÖ 5. yüzyılın sonlarında Atina’da yazılmış bir Sofist metni, Spartalıların çocuklarına okuma ve müzik öğretmenin hiçbir faydası olmadığına inandıklarını küçümseyerek belirtir. Aristoteles ise genç Spartalıların eğitimleri sırasında cesaret ve yiğitliği teşvik etmek amacıyla anlamsız fiziksel egzersizler yapmaları gerektiğini söyler.
Spartalılarla alay etmek
MÖ 5. yüzyılın sonlarında Atina komedyası, sık sık Spartalılarla ve onların hayranlarıyla dalga geçiyordu. Aristophanes’in Lysistrata adlı oyununda Atina’yı temsil eden chorus, MÖ 507’de Atina’da oligarşik bir yönetim kurmaya çalışan Sparta kralı I. Kleomenes ile alay eder. Kralın Atina akropolisini terk edişi şöyle tasvir edilir: “Onun o kibirli Spartalı gururu kırıldı. Bütün silahlarından soyunmuş halde dışarı çıktı: (Sefil ve perişan) Kıçını örtmeye yetmeyen cüce bir pelerinle, Altı yılın filizlenen sakalı, altı yılın birikmiş pisliğinin döküntüsüyle.”
Aristophanes’in Kuşlar adlı eserinde ise, “Lakonomani“ye yakalanmış zengin Atinalılar aç ve pis figürler olarak tasvir ediliyordu. Lakonomani terimi bizzat Aristophanes tarafından türetilmişti.
Benzer şekilde, Euripides’in tragedyaları da rakip şehir devleti Sparta’yı olumsuz bir şekilde tasvir ediyordu. Kabul edilen tek övgüye değer özellik, Spartalıların askeri yetenekleriydi. Andromakhe oyunundaki bir karakter, “Eğer siz Spartalılar, mızrak dövüşüyle kazandığınız itibara sahip olmasaydınız, emin olun başka hiçbir konuda kimseden üstün olamazdınız,” diye alay eder. Ardından Andromakhe karakteri Spartalıları açgözlülük ve ikiyüzlülükle suçlar: “Tüm ölümlüler arasında en nefret edilen siz Spartalılar, aldatma ustaları, ölümcül planların dokuyucuları, her zaman sinsi, çürümüş ve dolambaçlı düşüncelerinizle, Yunanlar arasında sahip olduğunuz refah ne kadar da haksız! Aranızda hangi suç işlenmemiştir ki? Sayısız cinayet yok mu? Açgözlülüğünüz ve ikiyüzlülüğünüz sürekli olarak açığa çıkmıyor mu? Lanetim üzerinize olsun!”
Bu oyunda Spartalı kadınlar da kötü bir üne kavuşur. Karakterlerden biri “Spartalı bir kadın, istese bile iffetli olamaz,” diye söylenir. “Evlerinden genç erkeklerle birlikte çıkıyorlar, kalçaları ince giysilerinin altından görünüyor ve dayanamayacağım bir şekilde aynı koşu parkurlarını ve güreş yerlerini paylaşıyorlar.” Bu dizeler, Spartalı kadınların çıplak egzersiz yaptıkları gerçeğine atıfta bulunur. Bu, Sparta’ya özgü bir uygulamaydı ve diğer Yunanlar tarafından skandal olarak görülüyordu. O dönemdeki Yunan toplumunda Spartalı kadınların durumu kesinlikle eşsizdi. Mülk sahibi olabilir, temel eğitim alabilir, evlerinden çıkabilir ve işleri yönetme konusunda belirli bir söz hakkına sahip olabilirlerdi. Bu durum, her zaman erkek olan Yunan ve Romalı yazarların, Spartalı kadınların etrafında ahlaksızlık imajı oluşturmalarına yol açtı. MÖ 4. yüzyıldan itibaren, Spartalı erkeklerin sayısındaki kademeli düşüş, kadınların daha fazla mülk edinmesine yol açtı—Aristoteles’e göre toprakların beşte ikisi kadınların elindeydi ve bu durumu küçümseyerek, Sparta’nın bir jinekokrasiye, yani kadınlar tarafından yönetilen bir hükümete tabi olduğunu söylemişti.
Altın standart
Sparta’ya yönelik karmaşık duygular, MÖ 371’deki Leuctra Muharebesi’ndeki yenilgilerinden sonra bile devam etti. Birçok Romalı, Sparta’ya dair anlatılarda, Sparta’nın siyasi düzeni ve kararlı geleneklerinde kendi toplumlarının yansımalarını gördü. Sparta ayrıca Stoacı filozof Seneca’nın Ahlaki Mektupları‘nda (MS 65) görüldüğü gibi etik bir referans, bir “erdem örneği” haline geldi. İntiharın ahlakını tartışırken Seneca, esir alınıp köle yapılan genç bir Spartalı’nın hikayesini anlatır. Aşağılayıcı bir görevi yerine getirmesi emredildiğinde, Spartalı çocuk, köle olarak yaşamaktansa başını bir duvara çarparak hayatına son vermeyi tercih eder.
MÖ 59 yılında Romalı yetkili Flaccus’u savunurken, Romalı hatip ve hukukçu Cicero, Spartalı değerlerini Romalılar için bir model olarak öne sürdü. Roma’ya gelen Spartalı elçilere atıfta bulunarak, Cicero şöyle demişti: “Spartalıların test edilmiş ünlü cesareti sadece doğasıyla değil, disiplinle de destekleniyor. Yeryüzünde yalnızca onlar, gelenekleri değişmeden ve yasaları bozulmadan yedi yüz yıldan fazla yaşadılar.”
National Geographic. 3 Ekim 2024.
You must be logged in to post a comment Login