TRT’deki belgeselde hedef gösterilen Göbekli Tepe hakkında, 13 Ocak 2017’de Murat Bardakçı’nın yazdığı “Arkeolojiyi bile ideolojik boyuta taşımayı becerdik ya, helâl olsun bize!” başlıklı köşe yazısını irdeliyoruz. Habertürk’te yayınlanan ve belli ki konuya uzak bir insan olan Murat Bardakçı’nın kaleme aldığı yazı, arkeoloji ile hiçbir şekilde bağdaşmayan cümleler, fikirler ve iddialar içeriyor.
“Arkeolojiyi bile ideolojik boyuta taşımayı becerdik ya, helâl olsun bize!” Murat BARDAKÇI.
Murat Bardakçı’nın pozitivist söylemlerinin karşılığı gerçekten arkeolojiyi tanımlamakta mı? Tabii ki hayır. Arkeoloji biliminin tarihçesini az çok incelemiş olan her kişi, bilir ki arkeoloji en az tarih kadar ideolojinin saflarındadır. Nitekim yadsınamaz şekilde politik olan bir kavramın ideolojilerden yoksun kalmış olması düşünülmez bile. En bilinen örneklerden biri olarak, arkeolojinin gelişmekte olduğu erken dönemlerde, özellikle ulus devlet anlayışı içerisinde önemli bir yer tutuyor olmasıdır. Bunu imparatorlukların parçalanması ardından oluşmaya başlayan yeni mikro devlet yapıları için köken arayışı olarak da özetleyebiliriz. Nitekim toplumsal sözleşme teorileri, pozitivizm, bilimcilik, ulus, din, sosyalizm, devlet, faşizm, toplum, sınıf ve ırk vb. gibi arkeoloji de bireyi baskı altında tutmayı amaçlayan disipliner rejimlerin kullandığı araçlardan biridir. Arkeoloji, bütüncü toplum düzenlerinin kullanımına bu anlamda oldukça açıktır.
“TRT bir belgesel yayınladı, belgeselde Şanlıurfa yakınlarında ortaya çıkartılan ve senelerdir kazılan Göbeklitepe ile Hazreti İbrahim arasında bağlantı kurulduğunun, mekânın Hazreti İbrahim’in yıktığı putların bulunduğu tapınak olarak gösterildiğinin iddia edilmesi üzerine iş siyasî boyuta taşındı, yapımcılar “Böyle bir iddiada bulunmadık” dediler ise de belgesel yayından kaldırıldı. Göbeklitepe, Türkiye’de son zamanlarda ortaya çıkartılan en önemli arkeolojik buluntulardan biridir ve böyle buluntuların tarihlendirilip hangi medeniyetlere ait olduğunun ortaya konabilmesi için çalışmaların uzun seneler devam etmesi gerekir.”
Göbekli Tepe’nin tarihlendirilemelediği iddiası biraz havada bir iddia. Nitekim Göbekli Tepe’de pek çok yöntem üzerinden belirgin tarihlendirmeler yapılabilmiş durumda. Çalışmaların süresi ile doğru orantılı arkeolojik çıkarım düşüncesi de kabul edilebilir bir durum değil. Arkeolojik çıkarımlar multidisipliner çalışmaların yatay ve dikeyde ortaya koyduğu sonuçların bir toplamı olarak sunulmakta. Bunun yanında hangi medeniyete ait olduğu gibi bir konu temel amaçlar arasında olmamakla birlikte, kalıntılar üzerine yapılan çalışmaların amacı bugüne gelen kültür sürecinin bir basamağı olarak tanımlanabilmesidir.
“Ama, Göbeklitepe’de öyle olmadı! Mekânın ortaya çıkartılmasından hemen sonra neyin ne olduğu henüz belli değil iken bir yaygaradır koptu, “Dünyanın en eski tapınağının bulunduğu” iddia edildi, “Buluntular tam sekiz bin yaşında” dendi, sonra dört bin sene ilâve edilip on iki bin yaşında oldukları söylendi ve bunu da az bulup Göbeklitepe’nin geçmişini 20 bin seneye götürenler de çıktı. İşin aslı, Göbeklitepe’nin bugün değil yaşını, ne olduğunu, ne için inşa edildiğini bile tam olarak bilmiyoruz, zira henüz çok erken!”
Göbekli Tepe’de ne öyle olmadı ?
Göbekli Tepe’de kazı sürecinin yegane takip edileceği doğrultu, alanda çalışmaları yürüten arkeolog ve diğer disiplinlerden araştırmacılarının kamuya sunmuş oldukları raporlardır. Popüler söylemler olarak yumuşatılan TRT’nin put benzetmesiyle dikkate alınmaması gereken söylemleri tekrarlamak bir çeşit eğritileme değilse, minareye kılıf uydurma çabasıdır ancak. İşin aslı ise bugün yaşı tahmin edilebilen Göbekli Tepe hakkında bilgileri değerlendirmek, ancak o dönemi ve oradan gelen malzemeyi çalışmış yetkin kişilerinin işidir. Bunun yanında arkeoloji asla kesin doğrular üreten bir bilim değil, arkeolog Ian Hodder’ın da dediği gibi ancak “yorumlayıcı bir teşebbüstür” fakat araştırmalar ve veriler doğrultusunda.
“PİRAMİTLERİ HATIRLAYIN!
Böyle durumlarda bilimsel olmayan yayınların her türlü iddiayı ortaya atmaları, konuya popüler yaklaşmaları son derece normaldir ve TRT’nin yayından kaldırılan belgeselinde yapılan da göründüğü kadarı ile budur. Ortada kesin bir bilgi bulunmadığı takdirde işin içerisine hayal ve konuyu magazin boyutuna taşıma faaliyeti girer, yapılan çalışmanın daha fazla izlenmesi yahut okunması için ilk aşamada başka çare de zaten yoktur.
Konu ile alâkalı bütün gerçeklerin ortaya çıkartılmış olması hâlinde bu gibi yayınlar tabii ki pek doğru bir iş değildir. Ama gerçek bilginin henüz elde bulunmadığı şimdiki gibi dönemlerde işin içerisine hayal ile tahminin girmesi kaçınılmazdır ve diğer tarafın da konu hakkında kesin bir sonuca elde değilken “Vay efendim, böyle demekle gerçekleri saptırıyorlar” diye tepki göstermesi de gereksiz ve yanlış- tır. Belgeseldeki yorumları ve iddiaları beğenmeyenlerin işin aslı ortaya konduktan sonra konuşmaları lâzımdır ve Göbeklitepe gerçeğinin anlaşılmasına önümüzde daha çok uzun seneler var iken meseleyi ideoloji boyutuna götürmek de son derece hatalıdır.”
Burada TRT belgeseline yönelen eleştirilerde yapılan vurgu da tam olarak buydu. Çünkü popüler yayınların istediğini söyleyebilme gibi bir hakka sahip olması, Murat Bardakçı kriterleri açısından dahi Göbekli Tepe ile uyuşmamaktadır. Arkeoloji, içerisinde birçok şekilde tartışılmakla birlikte Göbekli Tepe karanlık bir sır perdesi arakasında değildir. Araştırmacılar hala buralarda ve bu araştırmacıların sunduğu raporlar da hala kolayca ulaşılabilir durumdadır. Göbekli Tepe’nin, karanlık bir sır ya da “uzaylılar mı yaptı, insanlar mı hala anlayamadık” şeklinde sorguya çekilecek bir hali de yok.
“Bir başka arkeolojik bölgeyi, meselâ Mısır’ı hatırlayın! Piramitler, firavun mezarları, vesaireler üzerinde iki asır boyunca ortaya atılmadık faraziye ve kurulmadık hayal kalmamıştı, hattâ 1980’li senelerde Müslüman Kardeşler’in bazı mensupları mumyaların Müslüman olmasalar bile dinî bakımdan gömülmeleri gerektiğini iddia edip bir firavunun mumyasını da gizli olarak defnetmişlerdi. Ama eski Mısır tarihi hakkında bilinmeyen birçok konunun aydınlatılmış olmasına rağmen kurgular hâlâ devam ediyor, bu kurgulara dayanan zengin bütçeli filmler çekiliyor ve hiç kimse kalkıp işi siyasî ve dinî boyuta taşımıyor.”
Piramitlerin anlatıldığı “Stargate” adlı bilimkurgu filmi ile TRT’nin “Suların Ateşin ve Taşların İmparatorluğu” belgeseli arasında iddia açısından keskin bir fark bulunduğu yadsınamaz bir gerçek. Burada belgeseldeki amaç toplum nezdinde ilgi çekebilmek ise, bu ilginin “sallama” bir tanımlama üzerinden değil, ortaya konulmuş arkeolojik veriler ya da en azından uçurum kenarında olan kültürel miras algısını daha az rencide edecek “sallama” bir teori üzerinden yapılabilmesidir. Tepkilerinin amacını da bu bağlamda iyi okumak zorundayız.
“Göbeklitepe’nin ne olduğunu henüz bilmiyoruz; kazanlar da, üzerinde çalışanlar da kesin bir fikre sahip değiller. Mekân ile İngiltere’deki Stonhenge yahut Başkurtistan’daki Uçali kalıntıları, hattâ Hindistan’ın eski kutsal kitaplarındaki ifadeler arasında bile bağlantılar kuruluyor ve söylediğim gibi neyin ne olduğunun tam olarak öğrenilebilmesi için daha çok uzun seneler gerekiyor ve hattâ Göbeklitepe’nin aslının hiçbir zaman öğrenilemeyeceği ihtimali bile mevcut.
Eleştirilerdeki vurgu, genellikle devlet kaynaklarının ve kaynaklar sonucunda ortaya çıkan bu tip sonuçlarının doğurabileceği yanlış anlaşılmalardır. Buna ek olarak, Göbekli Tepe’nin aslının hiçbir zaman öğrenilememesi olasılığı arkeolojik bir olasılık dahi değildir zaten. Göbekli Tepe’nin değeri, bir kez daha tekrarlamak gerekir ki kültür sürecinde bulunduğu konum ve ondan sonrasında gelişecek ve bugüne gelecek olan kültüre dair bilinmeyen noktalara verebileceği cevaplardır.
Bugün pek çok farklı amaçla temel ilkeleri ile alakasız bir şekilde İslam’a kendini angaje gösteren çetelerin, put olduğu iddiası ile havaya uçurulan antik şehirlerin bulunduğu bir coğrafyada put olarak Göbekli Tepe stellerinin kırılması görüntüleri ne magazinel bir teori, ne de naif bir yakıştırmadır. Amaçlanmış olan ya da niyetlenilenler, bizi noktada fazla ilgilendirmemektedir. Bizi esas ilgilendiren, bölgemizde varlığını sürdürmekte gittikçe güçlük çeken ortak kültür mirasımız üzerine olan kaygılarımızdır. Ayrıca Hz İbrahim’in kırdığı putlar, bugün birileri tarafından ayağa kaldırılmakta ise bu durum pek de magazinel değil, tam aksine amacı bütün bir tarihi birikimi yok etmek isteyen olan kitleleri kaşımak gibi gözükmektedir.
“Türkiye’deki arkeolojik keşifler konusunda hiç değişmeyen bir kural vardır: En önemli keşifleri yabancılar yaparlar, sonra işin içine bizimkiler girer ve buluntuları başka taraflara çekiştirirler. Göbeklitepe bu değişmeyen kuralın tam bir örneğidir: Mekâna ilk dikkati Amerikalı arkeolog Peter Benedict çekmiş; kazıları bir Alman, Klaus Schmidt yapmış ve sonradan devreye giren bizimkiler de işi başka taraflara çekiştirmeye başlamışlardır.”
Murat Bardakçı’nın Türkiye arkeolojisinin değişmez kuralı olarak adlandırıldığı şey, arkeolojiye ve bilim dünyasına karşı yapılmış vahim bir tanımdan ötesine geçemez. Arkeoloji için bir yerde Alman bir arkeoloğun kazı yapması ile Zimbabweli birinin o araştırmayı sürdürmesi arasında bir fark yoktur. Nitekim, ortak bir hafızanın değerlendirilmesinde milletler üstü bir konu söz konusu, “onlar çıkarır biz ancak konuşuruz” ise ancak zenofobik bir söylemdir.
“Çekiştirmeler şimdiye kadar reklâm yahut menfaat derdi ile yapılırdı ama artık ideoloji ve “Yobazlar Göbeklitepe’ye saldırabilirler” terâneleri ile din boyutuna taşındı! Arkeolojiyi de nihayet kamplaşma vasıtası hâline getirmeyi becerdik ya, helâl olsun!”
İşte tam olarak bu noktada Arkeolojiyi kamplaşma vasıtası haline getirmemek için gereken asıl şey ise asılsız ve tehlikeli iddiaları arkeolojik değerlendirmelerden uzak tutarak yürütülen bilimsel çalışmalar üzerinden böyle konulara yaklaşmaktır. Bu konu hakkında bir nesnelliğe ihtiyaç var ve bu ihtiyacımızı giderebilecek yegane alan bilimdir.
Keçi-Balık Petroglifi, Oğlak Burcunun Mısır’daki Kökenini Gösteriyor
Gladyatör Hayranları, Antik Dünyanın Futbol Fanatikleri miydi?
Gladyatör II Filmindeki ‘Deniz Savaşı’ Gerçekten Yaşandı mı?
Afyon’daki Aslankaya Anıtı’nın 2.600 Yıllık Yazıtı Nihayet Çözüldü
Karabük’te Süleyman Peygamberi Tasvir Eden Kolye Ucu Bulundu
You must be logged in to post a comment Login