Kültürel Değişimlere Ayak Uyduracak Kadar Hızlı Evrimleşmiyoruz

Sosyal medya, şehir hayatı ve hatta tatlıya olan düşkünlüğümüz bile stres seviyemizi, sağlığımızı ve kaç çocuğumuz olacağını etkileyebilir.

İnsan kültürü, evrimin yetişemeyeceği kadar hızlı değişiyor. C: Pixabay

Kültür, evrimin yakalayamayacağı kadar hızlı değişiyor. Peki neden yarattığı modern koşullara, getirdiği seçim özgürlüklerine, güvenliğe ve diğer pek çok faydasına rağmen modern dünyaya uyum sağlamakta zorlanıyoruz? Evrimsel uyumsuzluk teorisi bu durumu açıklamaya yardımcı olabilir.

Uyum sorunu, fiziksel ya da psikolojik olarak evrimleşmiş bir adaptasyonun çevreyle uyumsuz hale gelmesi durumunda ortaya çıkar. Örnek olarak güveleri ve bazı gece sineği türlerini ele alalım. Bu canlılar karanlıkta yönlerini bulabilmek için Ay’ı kullanmak üzere evrimleştiler. Ancak yapay aydınlatmanın icadıyla birlikte birçok güve ve sinek sokak lambalarına ve iç mekân ışıklarına doğru çekilir.

Benzer bir durum insanlar için de geçerli. Atalarımızın besin açısından kıt ortamlarda kalorisi yüksek yiyecekler arama eğilimini tetikleyen klasik bir örnek “tatlı düşkünlüğü”. Ancak bu tatlı düşkünlüğü, gıda şirketlerinin rafine şeker ve yağ yüklü gıdaları seri olarak üreterek bu doğal eğilimi istismar etmesiyle modern dünyayla uyumsuz hale geldi. Sonuç olarak diş çürümesi, obezite ve diyabet gibi sorunlar ortaya çıktı.

(İlgili: İnsanların Evrensel Bir İç Saati Var mı?)

Modern dünya bir zamanlar çevreyle uyum içinde olan içgüdülerimizi yanıltan şeylerle dolu. Örneğin insanlar birbirlerine sıkı sıkıya bağlı yaklaşık 50 ila 150 kişiden oluşan akraba temelli, göçebe kabileler halinde yaşamak üzere evrimleşti. Ait olmaya yönelik ihtiyacımız bu tür ortamlarda iyi işler. Ancak yüz binlerce yabancının yaşadığı büyük şehirlerdeki insanlar kendilerini yalnız ve çok fazla yakın arkadaşları yokmuş gibi hissedebilirler.

Araştırmalar, sosyal hayvanların kalabalık alanlarda tutulduklarında rekabet stresi yaşadıklarını bunun da bağışıklık sisteminin zayıflaması ve doğurganlığın azalması gibi fiziksel sağlık üzerinde sonuçları olduğunu gösteriyor. Benzer şekilde kalabalık şehirlerde yaşayan insanlar da benzeri görülmemiş düzeyde stres seviyelerine ve daha az çocuk sahibi olma eğilimine sahip olabilir. 

Modern toplumlardaki sosyal eşitsizlik de daha eşitlikçi avcı-toplayıcı ortamdan farklı. İnsanlar sosyal statüyü önemseyecek şekilde evrimleşti. Bu da bizi kendimizle diğerleri arasındaki statü farklarını gidermeye teşvik ediyor. Ancak sosyal eşitsizlik çok belirgin hale geldiğinde- örneğin Elon Musk gibi bazı kişilerin net servetlerini yakalamak için ortalama bir Amerikalının yıllarca çalışması gerektiği medya tarafından sürekli vurgulandığında- sosyal statüyle ilgili endişelerimiz artabilir.

Sosyal medya, sosyal karşılaştırmalarla ilgili sorunları daha da kötüleştirir. İnsanlar genellikle en iyi yönlerini paylaştıkları için sosyal medya topluma gerçeklikten uzak, çarpıtılmış bir izlenim sunar. Ve bu da insanların kendileri hakkında daha kötü hissetmelerine neden olabilir. Değerin beğeniler ve takipçiler aracılığıyla ölçülmesi insanların başkalarına kıyasla nerede durduklarını daha kesin bir şekilde takıntı haline getirmelerine sebep olur.

Şehirler yaşamak için zor olabilir. C: Pixabay

Bu evrimsel uyumsuzluktan birkaç sorunlu eğilim anlaşılabilir. Örneğin rekabet ve statü kaygısı; eğitim düzeyine, prestijli işler için yarışmaya ve materyalizme olan saplantılarla ilişkilendirilir. İnsanlar statü sahibi olma izlenimi yaratan şeyleri karşılayabilmek için borçlandıkça, “zengin görünmek için iflas etme” artar.

İnsanlar rekabet avantajı elde etmeleri gerektiğini hissettiklerinde risk almaya daha yatkındır. Yaşam maliyetinin artmasıyla birlikte insanlar işlerinin yalnızca toplumsal beklentilere ayak uydurmak için değil aynı zamanda servet oluşturmak için de yetersiz olduğunu görebilir. Küresel yatırım profesyonelleri derneği CFA Enstitüsü’nün 2023 tarihli bir raporu birçok Z Kuşağı insanının bu durumla başa çıkmak için kripto para birimleri gibi riskli yatırımlara yöneldiğini gösterdi. Ayrıca yoğun rekabetin olduğu modern dünya insanları tehlikeli estetik ameliyatlara ve kilo verme diyetlerine de yönlendiriyor.

İnsanlar toplumun başarılı yetişkinlerden beklentilerini karşılamak için mücadele ederken, hayattaki hedeflerini yeniden tanımlıyor gibi görünüyorlar. Z Kuşağı ve Y Kuşağı katılımcılarına yönelik yapılan anketlerin sonuçları artan yaşam maliyetlerinin bu yaş gruplarını kariyer hedeflerini düşürmeye ve ev sahibi olma, aile kurma veya hatta romantik bir eş bulma fikrinden vazgeçirmeye zorladığını gösteriyor. 1981 ila 2012 yılları arasında doğan 55.000 kişiyle yapılan 2023 tarihli bir anket, katılımcıların bunun yerine zihinsel ve fiziksel sağlıklarına daha fazla önem vermeye odaklandığı ortaya koyuyor.

Rekabet çok yoğun hale geldiğinde insanlar baskıyı içselleştirebilir ve anksiyete ya da depresyonla karşı karşıya kalabilir. Araştırmacılar kendine zarar verme ve depresyonu, insanların modern toplumun talepleriyle daha fazla başa çıkamayacaklarını hissetmeleriyle ilişkilendiriyor. Bu eğilimler özellikle Japonya ve Güney Kore gibi güçlü bir utanç kültürüne sahip ülkelerde daha yaygın görülüyor.

Araştırmalar, insanların gösterdiği bazı dışa vurumların kazanılması imkânsız gibi görünen bir yarışın adaletsizliğine duyulan öfkeyle ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu durum, alaycılık, saldırganlık ve düşmanlığa yol açabilir. Örneğin bu öfkenin bir yansıması “involuntary celibate (kısaca incel)” yani istediği halde bir eşi olmayan – istemediği halde bekar olan erkeklerde görülebilir. Burada erkekler sıklıkla romantik veya cinsel bir partner bulamadıklarını düşünürler çünkü şans onlara haksız bir şekilde karşı koyar.

Peki Ne Yapabiliriz? 

Evrimsel uyumsuzluk görüşü, atalarımızın yaşam biçimine tamamen geri dönmemizi değil çevremizi evrimleşmiş doğamızla daha iyi uyum sağlayacak şekilde ayarlamanın yollarını bulmamızı önerir. Örneğin kalabalığı azaltmak veya doğaya erişimi artırmak için insan yapımı çevreyi yeniden tasarlamanın yollarını düşünebiliriz. Gerçekten de doğa ile bağlantı kurmayı amaçlayan doğa banyosu (doğayla bağlantı kurmak için duyusal katılımı vurgulayan bir uygulama) gibi doğa içinde zaman geçirme ve bahçecilik stresi azaltabilir, sağlık üzerinde olumlu etkiler yapabilir.

Tüketim alışkanlıklarını azaltmak, kitle ve sosyal medyaya maruz kalmayı azaltmak bunun yanında iş prestiji yerine anlamlı işlere odaklanmak da muhtemelen insan sağlığı için faydalı olacaktır. Minimalizm ve farkındalık gibi bazı trendler, küçük şeylerde mutluluğu bulmanın modern zamanların tuzaklarından kaçınmamıza yardımcı olabileceğine dair artan farkındalığı gösteriyor.

Tabii ki bunlar sadece birkaç fikir. Ancak sorunlarımızın evrimsel temelini kabullenmek ve uyumsuzluk perspektifine olan farkındalığı artırmak, bunları kökten ele almamız için bize daha iyi bir şans verebilir.


Live Science. 6 Haziran 2024.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi İşletme Bölümü öğrencisi. Tarih ve arkeoloji ile ilgileniyor.

You must be logged in to post a comment Login